Bir küçük vedâ

Özledik. Kimse özlemediyse de ben özledim seni. İşte bu satırları da kendim için yazıverdim, öylesine, sonsuzlukta yaktığın meşaleden ışık çalmaya çabalarken. Her şey için teşekkürler...

22 Ekim 2016 14:00

Anlattığın fıkra hâlâ aklımda yankılanmakta. Yıllarca hayatın anlamını arayan zengin orta yaşlı adam her şeyini satıp savarak Uzak Doğu yollarında bilgelerin bilgesi olduğu söylenen bir ermişin peşine düşer. Ermiş şehirlerin, insanların uzağında, dağların en yükseklerinden birinde yaşamaktadır. Orta yaşlı adam az gider uz gider ve yılmadan dağı tırmanmayı başarır. Zirveye çıkınca huzur içinde aşağıda pırıl pırıl akan nehri seyreden bilgeyi görür. Tüm gücünü harcamanın yorgunluğuyla olduğu yere çöken orta yaşlı adam uyur kalır, gece olur, gündüz olur, eninde sonunda soluklanıp akça pakça yaşam üstadının karşısına geçer. İhtiyar bilge ses çıkarmadan süzer orta yaşlı adamı, gülümser, neden gelmiştin evlât der. Bir ömür aradığı soruya cevap bulmak üzeredir orta yaşlı adam, heyecanla, hayatın anlamını merak ediyorum üstadım diye yanıtlar. Ermiş karşısındaki dağları ve nehri göstererek fısıldar, işte budur hayatın anlamı, sonra da kuşkucu bir ifâdeyle ekler, yoksa değil midir.

Kalbinde dâima tiyatro sevgisi taşımış, dünyanın belki de en çok köşe yazısını yazmış, Yaşar Kemal’in iyi ki Çetin romanı ciddiye almadı iltifatını lâyık gördüğü, Celal Salik karakterine ilham olan yazı insanı, son günlerinde çoşkulu ve neşeli tavrını kaybetmediğine şâhit oldum, son anında ise yanında değildim. Küçüklüğümde, insanlığı, evreni, edebiyatı ve felsefeyi konu ettiğin konuşmalarda komplekslenerek karşı çıkardım sana, yetişkinmişim gibi davranır, îtirazlarımı önemseyip yanıtlardın. Beni kâle alıp fikirlerimi ters yüz ettikçe sen, hırslanır, var gücümle derdimi anlatmaya çalışırdım, ifâde kabiliyetim böyle böyle gelişiverdi, kıvılcımlı zihninle tartışarak, mücâdele ede ede.

Belki karizman yetmez ama özenin yetmeli, yaptığın işin en iyisi olmak için uğraşıp didinmelisin. İnsan sevdiği işi yapmalı, ansiklopedilere girmeyi hedeflemeli, ne yönetmeli, ne de yönetilmeli derdin. Sonra, parayı kim veriyor diye sorardın. Yüce ve kutlu görünen mevzûlardan bahsederken parayı kimin neden verdiğini düşünmeye başladıkça olaylar gerçek yüzlerini fâşederlerdi. Bir dedenin torunlarına, bir babanın çocuklarına lâyık olması gerektiğini senden öğrendim. Statüsüz, mevkisiz başarıları, mesleğinin ustası olanları önemsiyordun. Değerli olmak gerekiyordu, önemli olmak değil. Çocukların başarıları ebeveynlerininkini geçerse, âilelerin komplekse kapılacağını söylüyordun. Genelgeçer kabulleri lime lime ederek yepyeni bakış açıları sunuyordun.

Öldüğün gün sana küçük bir sürpriz hazırlamakla meşguldüm. Kavak Yelleri ve Kasırgalar’ın arka kapak yazısını toparlamaya çalışıyordum. Yayınevinin teklifi üzerine kitabına birkaç satırla ortak olmak düşüncesi büyüleyici gözükmüştü. Büyük Gözaltı, Tarihin Saklanan Yüzü, Kavak Yelleri ve Kasırgalar’ı yeniden okuyup dizgi yanlışlarını düzelttim. Elimde sözlük tek tek harf yanlışlarını işâretlerken, hayatını seninle yaşıyor gibiydim. Satırlara akıtılmış bu hayat yavaş yavaş sönüyordu. Bunun acısıyla dünyamın içinde başka bir dünya doğmuştu. Kavak Yelleri ve Kasırgalar’da anlaşılamayıp kalbi kırılan bir çocuk büyüyor, Büyük Gözaltı’nda ise o büyücek çocuk hapislerde baskı altında çıldırtılıyordu. Yürek bunca ezilmeye dayanmıyor, yine de olumsuzluklardan böylesi bir parlaklık çıkarabilmiş insana hayranlık duyuyordu. Sonra o adamın ölüm döşeğinde olduğunu hatırlayarak kapanıyordu akıl. Dış ve iç dünya arasındaki gri bölgelerde dolanıp durmaktan gayrısı gelmiyordu elden.

Bir ömrü silkeleyip temize çekmiş, elemlerden rengârenk havâî fişekler damıtmıştın. O nâmütenâhî dışlanmış hisseden çocuk, kendinden bir kahraman yaratmıştı. Yazgısı değişmemişti, baskılanmaya devam etmişti ama o da geri çekilmemiş korumuştu kendini. Özgür olamazsın diyen zorbalara tüm varlığıyla kafa tutmuştu. Giyinmeyi bilmemesiyle istihzâ edenlere, çekingenliğini iğneleyenlere, özel hayatını didikleyenlere, onu hep kendilerine benzetmek isteyenlere karşı durmuş, yenilmemişti, yenilmemiştin. 

Üç kitap da dizgi yanlışları düzeltilmeden âcilen basıldı, tanıtımsız, uzun süre dağıtılmadılar. Yeniden basımları yapılmayan onlarca kitabınla gözden geçirilip kitaplaştırılmayı bekleyen yüzlerce yazını doğuracak olan karanlık şimdilik örttü eserinin üzerini, göz gözü görmez bir karmaşa silip geçiyor ebedî geçmişimizi, daha anlamlı günlerimizi. Yine de biliyorum ne diyeceğini, enseyi karartma.

Zaman akmaya devam etti, anlattıklarını kılavuz edinmek isteyenlere imkânlar sunarak. Biz biraz daha yaşadık, biraz daha gördük, bir ömrün ardında bırakılan paragrafların geleceğe kurduğu köprülerde yürüyor muyuz diye baktık etrafımıza, gündemden küçük notlar çıkardık ve bile isteye yapılan saptırmacaların altını çizdik. Fakat eksikti bir şeyler, biraz tat, biraz tuz, biraz da eski ustaların zarâfeti. Aradık, edebiyatın gazete yazılarını dahi besleyen derin cevherini. Özledik. Kimse özlemediyse de ben özledim seni. İşte bu satırları da kendim için yazıverdim, öylesine, sonsuzlukta yaktığın meşaleden ışık çalmaya çabalarken. Her şey için teşekkürler. Bu arada hâlâ katılmıyorum sana, dedelerin değil torunların lâyık olması gerekir dâima, fakat söz konusu sen olunca bu çok zor be dedeciğim, elvedâ.