Alice'in diyarındaki Pandora'nın Kutusu'nu açarken

Alice'in ve Carroll'ın “arkadaşlığı” edebiyat dünyasına harika bir kitap kazandırmış olsa da, kitap ilk kez yayımlandığında ikilinin arkadaşlığı sona ermişti bile...

20 Temmuz 2017 14:05

Çoğumuzun çocukluğuna yol arkadaşı olmuş bir hikâye, Alice Harikalar Diyarı'nda (Alice’s Adventures in Wonderland). İlk olarak 152 yıl önce yani 1865 yılının Haziran ayında yayımlanmışken kitaptaki illüstrasyonları yapmış olan John Tenniel'in baskının “utanç verici” olduğunu söylemesi sebebiyle kitap, aynı yılın Kasım ayında revize edilmiş olarak tekrar basılıyor. İçinde bulunduğumuz Temmuz ayının ilk haftası, her yıl geleneksel biçimde Alice'in Günü (Alice's Day) olarak Oxford'da kutlanıyor. Bunun sebebi, rivayete göre 4 Temmuz'da1 Lewis Carroll olarak bildiğimiz Charles Lutwidge Dodgson'ın matematik öğretmenliğini yaptığı Liddell kardeşlere, ilk olarak bir sandal gezintisi sırasında bu hikâyeyi sözlü olarak anlatması.

Alice Harikalar Diyarında, Lewis Carroll, Çeviri: Sinan Ezber, İş Kültür YayınlarıAlice Harikalar Diyarı’nda ve ardından kaleme alınan Aynanın İçinden (Through the Glass and What Alice Found There) 7'den 70'e herkesin etkilendiği, okuyucunun yaşı kaç olursa olsun kitabı eline aldığında özellikle kişi, spekülatif kurgu ve fantastik roman seviyorsa sayfaların arasında kaybolacağı, Alice elinden tutmuş gibi maceradan maceraya koşuyor gibi hissedeceği, başka bir dünya tahayyülünün sunulduğu bu hikâyelerin en önemli özelliği, sadece çocukların değil genç, yetişkin, pek çok insanın dünyasını etkilemesi, Lewis Carroll'ın kaleminin sadece çocukluğa dair bir anı olarak kalmamasıdır.

Kitabın sinema ve başka görsel sanatlara uyarlanması ve geniş bir izleyici kitlesi tarafından ilgi görmesi hatta feminist bir perspektifle yeniden yazılması2 bir yana, kurduğu iletişim dili, çocukların anlamakta zorlanmayacağı, peşinden kolaylıkla gideceği özellikte ve çocuk ile yetişkin çizgisini aşan bir özelliğe sahip. Eserin bu derece evrensel ve ölümsüz olmasının bir sebebi de bu bence. Yaşananların çocuk gözünden anlatıldığına tanık olduğumuz neredeyse ilk çocuk kitabı olduğunu da not düşmeliyiz. Üstelik bu iki hikâyeyle Lewis Carroll, çocukluğumuza Alice'i armağan etti, kendi hayalini ve kurduğu dünyayı anlatarak düşlerimizin peşine düşmemiz için bize olanak tanıdı. Çocuk olduğumuz için korunaklı bir hâlde yetiştirildiğimiz zamanlarda, Lewis Carroll'ın yazıya döktüğü kitapları okurken ilk kez ana karakter olarak bir kız çocuğunun, dünyada tanık olduğumuz şeylerden bambaşka olaylarla ve varlıklarla karşılaştığı bir yolculuğa çıkması, tek başına engellere göğüs germesi, kuşkusuz biz çocuk okurları heyecanlandırmıştı.

Alice'le sunulan macera dolu bu “tuhaf” dünyanın izini tekrar ve başka bir gözle sürmek istedim. İz sürerken hikâyenin beynine demir aldım. Kitabın kahramanını takip ettiğimde vardığım gerçek hayat hikâyesi ve Lewis Caroll'ın bu hikâyeyle kurduğu ilişkiyle karşılaştım. Lewis Carroll'ın dünya çapında üne kavuşan ve ölümsüzleşen bu hikayesinin tomurcuk hâlini bir sandal gezisinde anlattığı bu aylarda, ben de saydığım konulardaki merakınızı birtakım tartışma noktaları açarak bir nebze gidermek istedim.

Charles Lutwidge Dodgson'dan Alice'in dünyasının kapısını açan Lewis Carroll'a

Lewis Carroll, Charles Dodgson3 olarak 1832 yılında Warrington'da doğar. Babası, Daresbury'de papazdır4. Annesiyle ilgili bilinen ve bulunabilen tek şey ise “kibar ve sabırlı” olduğu. İki erkek kardeşi ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok sayıda kız kardeşi var. Carroll 11 yaşındayken ailecek Darlington yakınlarında bir papaz konutuna taşınırlar. Kendisinin hikâyelere ve çizime olan yatkınlığı da buraya taşınmalarıyla başlıyor. Ailede çocukların en büyüğü olarak kardeşlerini eğlendirmek kendisine kalıyor, o da bunu yarattığı hikâyeler ve çizimlerle halletmeye çalışıyor.

Lewis Carroll

Daresbury'deki evlerinde Carroll'a ait, yolumuzu Alice'e götürecek birçok eşya sonradan gün yüzüne çıkıyor. Alice Harikalar Diyarı’nda’da Mad Hatter'ın (Şapkacı) kullandığı çaydanlık kapağı mı dersiniz, beyaz tavşanın birlikte resmedildiği ve şuursuzca kaybettiği beyaz eldiveni mi dersiniz? Yoksa kurultay yarışındaki yüksük mü? Ama Alice Harikalar Diyarı’nda'yla başlayan -ilk adı Alice's Adventures Underground (Alice'in Yeraltındaki Maceraları) - Alice hikâye serisi, Carroll'ın Christchurch'e (Oxford’a) matematik öğretmeni olarak gidip Liddell kardeşlerle tanışmasıyla sözde hayat bulup kâğıda dökülüyor.

Liddell kardeşler ve Alice

Liddell kardeşler, Christchurch başrahibi ve Kraliçe II. Elizabeth'in uzaktan akrabası Henry ve Lorina Liddell'ın çocukları. Christchurch'e yolu 24 yaşındayken düşen Carroll'ın baş rahibin evinin bahçesinde oynarken tanıştığı ve sonradan fotoğraflayarak ve onlara hikâyeler anlatarak ilişkisini ilerlettiği Liddell kardeşlerin isimleri Edith, Alice ve Lorina idi. Ebeveynleri, Oxford sosyetesinin gözdesi olduğu için daha küçük yaşlarda partilere katılmaya başlayıp konuklarla nasıl içli dışlı olunacağının adabını öğrenen kardeşler, Carroll'ın hayal gücü ve hikâyeleriyle onlara sunduğu dünyayla, alışık oldukları yaşamdan bambaşka bir yerle tanışma fırsatını yakalarlar. Oysa Viktorya Dönemi’nin onlara biçtiği sadece, vakti gelince uygun birileriyle evlenmeleridir.

Carroll büyük bir titizlikle tuttuğu günlüğüne kızlarla tanıştığı 25 Nisan 1856 tarihini oldukça özel bir gün olarak not eder ve o ânı şu şekilde açıklar: “3 kız kardeş zamanlarının çoğunu bahçede geçiriyordu. Sonrasında biz çok iyi arkadaş olduk. Fotoğrafın ön planında bir araya gelmeleri için çalıştık, çekim sırasında yerlerinde sabırla oturduklarını söyleyemem. Bugünü beyaz bir taşla işaretliyorum.” Carroll, fotoğraf çekmeyi, onlarla oynadığı bir oyun aracına dönüştürür ve aslında pek çok ödül kazandığı matematikte olduğu kadar sanatta ve fotoğrafçılıkta da iyidir. Yeni bir sanat formunun öncüsü olur; yeteneği ve ilgisi profesyonelliğe ulaşır. Yazarlardan sanatçılara, yakın çevresinden ünlülere kadar pek çok kişinin fotoğrafını çeker, çektiği yüzlerce fotoğraftan günümüze ulaşan çoğu eserinde başrolleri Liddell kardeşler paylaşmaktadır. Peki, Liddell kardeşler Carroll'ın ilgisini bu raddede çekmeyi nasıl başarabilmişlerdi? Diğer modellerin yanında daha çok dikkat çeken ve Carroll'ın çok daha fazla gözüne giren Alice Liddell'ın ikinci kuşaktan torunu Vanessa Tait, fotojenik, karizmatik ve üst sınıftan oldukları için başlangıçta Carroll'ın dikkatini, kardeşlerinin hepsinin çektiğin söyler5. Ve ayrıca Tait'e göre Alice, kardeşlerinden çok daha özgüvenli bir çocuktur ve diğerlerine nazaran fotoğraf çekilmeyi çok daha fazla sevmektedir. Fotoğraf çekimleri, eğlendirmek için öğrettiği sihir numaraları, hikâyeleri derken Carroll, çocukların hayatına giderek daha fazla dâhil olmaya başlar.

Çocuklar evi çevreleyen sınırların dışına geçiş yapabilecek yaşa geldiklerinde onlarla tekne gezisine de çıkmaya başlar. Ve bir gün arkadaşı Robinson Duckworth'ü de alıp kızlarla tekneye biner, Thames nehri semalarında günün keyfini çıkarırlar. Carroll, kızların hikâye anlatması için yaptıkları ısrara karşı gelemez ve bugün bizim Alice Harikalar Diyarı’nda olarak okuduğumuz hikâyeyi anlatır onlara. Aralarından da bir tek Alice hikâyeyi kâğıda dökmesini ister. Carroll, o günkü tekne gezisiyle ilgili şöyle bir anekdot paylaşıyor: “Duckworth ile birlikte Liddell kardeşleri de yanımıza alıp tekneyle Godstow'a gittik... Onlara Alice'in Yer Altındaki Maceraları ismindeki masalı anlattığım bu yolculukta, Alice için hikâyeyi kâğıda dökme sorumluluğunu üstlendim.”

Alice'in ve Carroll'ın “arkadaşlığı” edebiyat dünyasına harika bir kitap kazandırmış olsa da, kitap ilk kez yayımlandığında ikilinin arkadaşlığı sona ermişti bile. Peki bunun sebebi neydi? Bunun üzerine üretilen türlü türlü spekülasyonlar olsa da bilinen, Carroll'ın Godstow'da yapılan tekne turundan yaklaşık bir yıl sonra, 1863 yılının Haziran ayında başrahibin evinden sürülmüş olduğu. Başrahibin evinden neden ayrıldığına dair kendisinden gerçekleri duyma ümidimiz ise günlüğünden tam o olayların kaleme alındığı sayfaların yırtılmış olması sebebiyle suya düşüyor. Bilinen o ki; olayların öğrenilmesini istemeyen Carroll değil, sayfaları koparan yeğenleri ve diğer aile fertleri. Carroll'ın günlüğünde 5 ay boyunca Liddell ailesinden bahsettiği tek bir satır dahi yok. Ta ki 5 Aralık akşamı, bir tiyatro gösterisine katıldığı âna kadar. O andan şu şekilde bahsediyor: “Bayan Liddell ve çocukları da oradaydı. Fakat bu süre zarfında olduğum gibi onlara karşı çekingen kaldım.

Soldan sağa: Edith, Lorina ve Alice Liddell kardeşler, Fotoğraf: Lewis Carroll, 1860Peki bu çekingenliğin ve soğukluğun sebebi neydi? Tait, bunun sebebinin Carroll'ın Alice'e olan ilgisine karşı Alice'in annesinin aldığı tavır olduğunu söylüyor. Hatta büyükbabasının anlattığına göre, kibrinden ve kızlarını daha nüfuzlu insanlara layık gördüğünden Carroll'dan Alice'e gönderilen tüm mektupları yaktığını anlatıyor. Woking arşivindeki kaynaklara göre ise; Carroll, Alice'le değil, ablası Lorina'yla evlenmek istemiş. Lorina'nın Alice'e gönderdiği bir mektupta ise Lorina, kendisiyle röportaj yapmak isteyen birine, yaşanan soğukluk üzerine ne tür bir açıklama yapması gerektiği hakkında Alice'e danışması gerektiğini söyleyerek şu kelimeleri sarf ediyor: “Onlara, sana karşı ilgisinin sen büyüdükçe giderek arttığını, bunun üzerine annemin kendisiyle konuştuğunu ve bu konuşmanın da kendisini gücendirdiğini, bize yaptığı ziyaretleri kestiğine neden olduğunu söyledim. İlişkinin neden bittiğine dair birisinin açıklama yapması gerekiyordu.” Fakat Carroll, yaşananlara rağmen yaratıcılık ve titizliğini en üst seviyede kullanarak el yazısıyla yazdığı ve tüm çizimlerini kendisinin yaptığı kitabının ilk örneğini Alice'e yılbaşı hediyesi olarak göndermekten çekinmez. Üstelik kitabın son sayfasında Alice’in fotoğrafı yer almaktadır.

Peki bu esere ilham veren Alice'e bu süre zarfında ne olmuştu? Küçüklüğünde büyümüş de küçülmüş, zeki, enerjik ve oyun oynamayı seven biri olarak anlatılan Alice'in yetişkinlik hayatı üzerine, pek bilgimiz yok. Geleneksel Viktorya Dönemi’ne uyumlu bir hayat yaşar. 1880 yılında ise Reginald Hargreaves ile evlenir. Carroll'ın Alice evlendikten sonra kendisine bir mektup yazdığı ve bu mektupta şu ifadelere yer verdiği biliniyor: “Senden bu yana birçok çocuk arkadaşım oldu fakat onlar oldukça farklıydı.6” Alice'in evliliğinden üç çocuğu olur ama ne yazık ki ikisini II. Dünya Savaşı'nda kaybeder. Kocası ölene kadar Carroll'ın kendisine hediye ettiği kitabını saklayan Alice, kocasının ölümünün ardından paraya ihtiyacı olduğu için kitabı açık artırmayla satar. Ama Carroll ve kurgu Alice ile olan bağı yine de sona ermez ve 1932 yılında Lewis Carroll'ın doğumunun 100. yıl dönümü sebebiyle New York'a gelir. Gelişini “Amerika'ya gelerek Harikalar Diyarı'nı tekrar ziyaret ediyormuşum gibi hissediyorum.” diye tanımlayan Alice, kameraların karşısına çıkarak “Buraya gelmek büyük bir onur ve zevk benim için. Şimdiki deniz aşırı maceramın, yeraltında yaşadıklarım kadar ilgi çekici olacağını düşünüyorum.” der. Ve bu maceradan iki yıl sonra 1934 yılında 82 yaşındayken hayata gözlerini yumar.

Alice'in Diyarı, bize çocukluğa ve cinselliğe dair neleri gösteriyor?

Carroll, hikâyeyi tamamen doğaçlama olarak oluşturmasına rağmen, hikâye mekânlarının gerçekten ve gözlemlerinden kopmadığına şahit oluyoruz. Alice'in tavşanı takip ettiği Godstow'dan, çay partisinin yapıldığı Treacle Well'e kadar her birinin gerçek dünyadan izleri mevcut. Ayrıca hikâyede geçen karakter isimleri de yine gerçek dünyadan hatıra taşıyor. Çay partisinde farenin (The Dormouse) anlattığı hikâyedeki üç kız kardeş, Carroll'ın o zamanlar aralarından su sızmadığı Liddell kardeşlerden başkaları değil. Gerçek yaşamı kodlayıp bundan farklı karakterlerin yaratıldığı hikâyede Lacie, Alice'in bir anagramı; Elsie'nin İngilizcedeki okunuşu ise Lorina Charlotte'ın baş harflerini oluşturuyor. (LC “El-si” diye okunuyor.) Tillie de Edith için aile içinde kullanılan bir takma ad. Peki neden Alice bir tavşanı takip ediyor ve tüm macera böyle başlıyor derseniz, Godstow'un nehir kıyısında hâlâ tavşanlarla karşılaşmak mümkün olduğu için tabii ki.

Bu hikâye her ne kadar “masum”, “çocuk dostu”, “yaratıcı” tınlıyor olsa da gerçeklikten başka bir hayat yaratma becerisinin arkasında tartışmalı bir durumun olduğu açık. Üstte paylaştığım mektupların bir arkadaş selamı, romantik olma hâlinden uzak rahatsız edici yanı, Lewis Carroll'la ilgili günümüzden o zamana bakıp birtakım yargılamalarda bulunmamıza neden oluyor kuşkusuz. Dört yaşında bir çocukla, 24 yaşında genç bir adamın arasında başlayan ve yaklaşık 7 yıl süren “arkadaşlık”tan bahsediyoruz. Konuyla ilgili birtakım bilgileri, Alice'in ağzından değil Carroll'ın günlüğünden ve birtakım aktarımlardan alıyoruz. Yaş anlamında eşitlik içermeyen, kuşaklar arası, yaş, ehliyet ve cinsiyet anlamında iktidar yaratıcı ve bu alanı kendi lehine kullanıcı bir durumun olduğu gerçeği, Lewis Carroll ve kendisinin Alice'le ilişkisi üzerine birtakım ipuçları veriyor. Zira kendisiyle ilgili edebiyat dünyasında (kendisini bastıran) pedofil olduğuna dair söylentiler mevcut. Hatta ismini Google'a yazıp biraz araştırma yaptıktan sonra yazdığı kitapla birlikte bu etiketin konuşulduğunu görebiliyoruz. Hakkında izlediğim belgeselde, konuşmacıların bu konuya verdiği cevaplar ise bir hayli genel ahlaktan beslenen tepkileri içeriyordu, tıpkı etiketin yapıştırılmasının son derece basit olması gibi. Bu tepkilerin birincisi, Lewis Carroll gibi bir yazarın, “pedofil” olmasının imkânı yoktu, bundan söz etmek dahi bir o kadar absürttü, hayır, hayır ve hayır, böyle bir şey kabul edilemezdi. İkincisi, Lewis Carroll gibi “iyi” bir yazar da “kötü bir insan” olabilirdi. Ve üçüncüsü; Carroll'ın Alice'e karşı hisleri romantize ediliyordu.

Alice Liddell, Fotoğraf: Lewis Carrooll, 1859

Pekâlâ bir çocuk yazarı, bir yazar, entelektüel biri, bir “adam”, çocuklara ilgi duyan, onları arzulayan biri olabilir. Birtakım arzuların “iyi”, diğerlerinin ise “kötü” olduğuna dair yargılama, cinselliği nasıl algıladığımızla öne çıkan bir durum aslında. Cinselliğin üreme odaklı, doğal, içgüdüsel bir “ihtiyaç” olmadığını, sabit biyolojik bir olgudan ziyade toplumdaki iktidar alanlarıyla şekillenen tarihî bir kurgu olduğunu anladığımızda, cinselliğe yüklenen anlamlara dair yargılamalara bakışımız daha farklı bir anlam kazanıyor. Çünkü “Herhangi bir deneyimin cinsel bir nitelik kazanması, ona toplumsal olarak öğrenilmiş anlamların atfedilmesine bağlıdır.”7 Cinselliğe “Yerleşik iktidarın korunması için ailenin ve topluluğun geleneksel kısıtlarından 'kurtulmuş' bireyin belirleyici özelliklerinden biri olarak”8 baktığımızda, yaratılan bu ideolojik uzamla faillere karşı tepkinin “fanatik” boyutta olmasını, onları “sapık”, “hasta” olarak addetmenin sebebini anlamak zor olmuyor; aynı şekilde bunun yanlışlığını da. Hannah Arendt, zamanında benimsediği ve yararlandığı “radikal kötü” kuramına karşı “kötülüğün sıradanlığı”nı koyarak “kötülüğün yüzeysel bir olay” olduğunu, “devasa ölçekte işlenen kötücül eylemlerin şeytanî, patolojik ya da ideolojik bir inanç kaynaklı, canavarca olmadığını, olağan dışı sığ bir kişisel karakterden kaynaklı olabileceğini” belirtir. Yani adını koymamız gereken çocuklara cinsel istismarın failleri, “canavar”, “sapık”, “hasta” değil, çeşitli tahakküm ve iktidar araçlarıyla şekillenen eylem ve davranışları işleyen “sıradan” insanlardır. Lewis Carroll'ın kendi konumunu çocukları istismar etmek için kullanmasına dair gerekçe gösterilebilecek hiçbir şey yoktur aslında, buna “iyi bir yazar” olması da dâhil. “İyi bir yazar” olması, belirli ayrıcalıklarını kendinden güçsüz gördüğü birilerini suistimal etmek için gerçekleştirdiği eylemlere tezat olarak da kullanılamaz. Kurulan bu tezatlık, bu inanamamazlık hâli ve duygusunun temelinde cinselliği algılayışımız kadar “çocuk” imgesine karşılık gösterilen evrenselleştirilmiş fantezi olduğunu da söyleyebiliriz. Yetişkin ve çocuk kategorilerine dair genelleştirilen suçlu/ masum, fail/ mağdur, cinsel olarak aktif/ cinsellikten habersiz ikililiği ve ayrım üzerinden çocuğun kimliği, önceden tayin edilmiş bir özneye dönüşür. Bu dönüşüm ve “tartışmasız kabul edilen kültürel değer”9 olarak “masumiyeti savunulmayı bekleyen bir çocuk figürünün içine sıkıştırmak”10 çocuğun birey olarak algılanmasının ve çocuğun bedensel söz hakkının ihlaliyle ortaya çıkan istismarla yüzleşmenin de önüne geçer. Çocuğun insan ırkının geleceği olarak meşrulaştırılması, üzerine yüklenilen istikbal rolü, lekelenen masumiyete düşman “belirli”, stereotip bir figür çizilmesine neden olur. Bu figürün Lewis Carroll gibi biri çıkması da kendisinin entelektüel kişiliğine yakıştırılamayan bir durum böylelikle.

19. yüzyılda yaşanan bu hadise, Viktorya çağını fon alıyor. Viktorya çağının, çocuğa ve kadına bakışa yönelik aydınlanmanın yaşandığı bir dönem olmadığını hatta çok daha aleyhte şeylerin normalleştirildiğini hesaba katarsak Lewis Carroll'ın geleneksel ve toplumsal erkek egemen bakış açısından azade bir zihniyete sahip olmadığı söylenebilir; ki bu, o kadar şaşırılacak bir şey de değildir. Carroll, zamanında başka bir motivasyon kaynağı olmadığını belirterek sadece sevdiği birini memnun etmek için bu hikâyeyi yazdığını söylemesine, hatta Tait’in Lewis Carroll’ın Alice'e olan duygularını bastırdığını, sınırı aşmadığını belirtmesine rağmen sadece Alice'e “romantik” duygularını açıkladığı mektup, kendisiyle evlenmek istediğine dair edindiğimiz bilgiler, ne istismara eş değer ne de patolojik olan, başkasına zarar vermeyen düşüncedeki arzu durumunun11 eyleme geçtiğini ya da geçme potansiyelini bize sunmaktadır. Demek istediğim, sıkça göreceğimiz Alice'in Diyarı'nın “Lewis Carroll pedofil miydi?” sorusunu sormayı bize yönlendirmemesi gerektiğidir; zaten buna yönelik kesin bir cevap vermenin zor olduğu, istismarı “patalojik bir durum”la ilintilemeye çalışmanın sıkıntılı olduğudur.

Ayrıca çocukluktaki bilinmeyeni keşfetmeye dair merak ve bunun cinsellikle ilişkisi üzerinden Alice'in Diyarı'nın yani kaleme alınan hikâyenin kendisinin, çocukluğa cinsellikle bağlantılı olarak baktığını söyleyebilirim.

Alice Harikalar Diyarı’nda, kız kardeşiyle bir bankta otururken aniden yakınından koşarak geçen pembe gözlü beyaz bir tavşan gören Alice'in, tavşanın peşinden gittikten sonra bir tavşan deliğinden düşmesiyle yaşadığı sıra dışı ve “tuhaf” olayları merkezine alır. Alice'in yaşadığı “düşüş”, Adem ile Havva'nın yasak elmayı yemeleriyle bilgiye ulaşmaları, birbirlerinin çıplak olduklarını fark etmeleriyle cennetten kovulmalarını resmeder aslında. Alice de hiçbir şey bilmemenin okyanusundan kendisini şaşırtan ve öğrendiği şeyleri ters yüz eden türlü türlü bilgilerle karşılaştığı maceraların içine düşer.

Alice: "... Sanırım iyi ifade edemedim. Daha kendim durumu anlayamadığım için. Günü pek çok farklı vücut ve boy ölçülerine dönüşerek geçirmek çok karmaşık."

Tırtıl: "Hayır, değil."

Alice: "... fakat bir kozaya dönüşmek zorunda kaldığında -ki bir gün dönüşeceksin, bunu biliyorsun- ve sonrasında kelebek olduğunda kendini biraz tuhaf hissedersin diye düşünüyorum, öyle değil mi?"

Tırtıl: "Hiç de bile"

Alice: "Tabii senin hislerin farklı olabilir. Bildiğim tek bir şey var, bunun da bana çok tuhaf geldiği." (Alice’s Adventures in Wonderland / syf. 41)

Bu düşüş, çocuğa yerleştirilmeye çalışılan bilmeme, büyümeme arzusuna, kendisinden beklenen itaat etmeye yönelik bir karşı duruştur. Bu karşı duruş, “çocuk”un özünü de oluşturan cinselliği bilmemekle, öğrenmesinin istenmemesiyle ilgilidir. Alice bu karşı duruşu başka bir dünya yaratarak kurar. Yasak olan, nefreti kışkırtıp özgürlük sevgisini unutturabilir. Alice'in Wonderland'de yaşadığı, özgürlük sevgisini tekrar kazanmak için bulunduğu cüretkar girişimlerdir aslında. Alice'i bu dünyaya bağlayan bilmediklerine karşı tutkusudur, bu tutkuyla bu diyarda hayatta kalabilmektedir. Karşılaştığı “tuhaflıklar”, dünya ve gerçeklikle uyumsuz olmanın yanı sıra, “çocuk organizmasında karman çorman olmuş cinsel içgüdülere ait unsurları” temsil eder. Bu karman çorman hâl, öğretilen, ikililiğe hapsedilmiş ve sabitlenmiş cinselliğin karmaşıklığını ve akışkanlığını resmeder.

Çocuk ehliyete, cinsel olgunluğa, bağımsızlığa sahip olmamasıyla lanetlenmiştir. Çocuğun buna karşı en kuvvetli isteği ve arzusunun, büyümek olduğunu söyler, Adam Philips. Çocuk olmaktan çıkıp cinsel ya da zihinsel bakımdan daha yeterli, becerikli olmak olduğunu. Alice de bu şansı yakalamak için böyle bir dünya yaratır ve bu dünyada gizemli ve anlaşılmaz görünen şeyleri çözmeye uğraşır, bu dünyadan da azade olmayan kuralları aşmaya çalışır.

Alice iki hikâyede de aslında rüya görmektedir. Carroll'ın da okuyucular için yazdığı mektuplarda söz ettiği ve kitabı okuduğumuzda tanık olduğumuz “saçmalıklar”a Freudyen eksenden bakarsak olaylar “anlamsız, absürd değildir…” Çünkü rüya “tamamen geçerliliği olan fiziksel bir olaydır... Aklın hayli karmaşık olan eylemiyle meydana gelir.” Okuduğumuz, bir çocuğun gözünden yetişkin dünyasına bakıştır. “Çocuk” imgesinin yetişkine dönme dileğinin gerçekleşmesidir. Alice'in “çocuk” imgesinden çıkarak kendi kişiliğini yaratma sürecini Through the Looking-Glass and What Alice Found There’de kullanılan ayna metaforuyla izleriz. Bunlar da bize Peter Hunt’ın da belirttiği gibi Wonderland’in “aptalca” olmadığını, herkesin “deli” olduğu, gözleri kapalı absürt, solipsist oyunlar oynadığı bir yer olduğunu gösteriyor. “Biz dışarıda kalan, aklı başında ve gözü pek Alice’le özdeşleştirilmek üzere buraya davet ediliyoruz.”12 Alice’in diyarı, kitabı oluşturan arka plana dayanarak bir çocuk kitabıyla çocukluğun nasıl olması gerektiğine dair idealist görüşle yetişkin- çocukluk ilişkisinin ve yetişkin- çocuk arasındaki ilişkinin gösterilmeye çalışıldığı gibi saf ve basit olmamasının yarattığı çatışmayı gösteriyor.

 

Kaynaklar
Yasak Olmayan Hazlar, Adam Phillips, Metis Yayınları
Thinking Sex: Notes for a Radical Theory of the Politics of Sexuality, Gayle Rubin
Mirror Stage, Jacques Lacan 
Interpretation of Dreams, Sigmund Freud 
Lewis Carroll, Alice's Adventures in Wonderland and Through the Looking-Glass, Oxford University Press, 2009.
Kaos GL, 154. Sayı: Çocuk: Umut Erdem, Alice’in Baktığı Tavşan Deliğinden Çocuğa ve Cinselliğe Bakmak, http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=24225 
1 Kitabın ilk 2000 kopyasının, aslında Haziran ayı yerine 4 Temmuz 1865’te yayınlanmasının planlandığı söyleniyor.
2 Bir tanesi Maeve Kelly’nin Alice in Thunderland (1993) isimli eseri.
3 Charles Dodgson’ın, Lewis Carroll’ı sadece mahlas olarak değil farklı bir kimlik olarak inşa ettiğini söyleyebiliriz. İki “kimliği” birbirinden ayırmaya çalıştığı söyleniyor.
4 Aileden kaynaklı dinî ritüellere bağlı bir hayat yaşamak ve bunu benimsemek zorunda kalmış olan Carroll’ın politik, sosyal ve dinî konularda tutucu olduğu verili bilgiler arasında.
6 Lewis Carroll’ın çocuklara çok bağlı ve çok sayıda “çocuk arkadaşı” olduğu, onlarla nev-i şahsına münhasır farklı ve ilgi çekici yazı stilleriyle mektuplaştığı söylenir. Hatta günümüzde varlığını korumuş mektup örnekleri de mevcuttur. Ama bu “arkadaşlıklar” genellikle uzun süreli değildir. Alice dahil olmak üzere özellikle kız çocuklarıyla “arkadaş” olur ve onları fotoğraflar. Çocukları çıplak olarak fotoğraflaması konusunda aileleriyle mektuplaşıp onlardan “izin aldığı” bilgisi mevcut. Alice ve Lorina Liddell dışında Beatrice ve Evelyn Hatch, Annie ve Frances Henderson, çıplak olarak fotoğrafladığı çocuklar. Carroll’ın bu şekilde çocukları erotik bir nesne haline getirmiş olmasına rağmen çıplak fotoğrafların çocuk masumiyetinin doğal olmasından kaynaklandığını açıklayarak onları gerekçelendirdiği belirtiliyor. Ne yazık ki çocuklardan ulaşmış herhangi bir beyan mevcut değil. Sadece kendilerinin Carroll’ın ilgi ve nezaketini övdükleri biliniyor. Fakat 1880 yılında Carroll fotoğraf çekmeyi bırakıyor. Bazı ebeveynlerin durumdan rahatsızlık duydukları söyleniyor.
7 Cogito 58. sayı: Feminizm: Fatmagül Berktay- Feminist Teorinin Önemli Bir Alanı: Cinsellik syf. 62
8 a.g.e syf. 64
9 Cogito 65 ve 66. sayı: Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram : Lee Edelman - Gelecek Çocuk Oyunu : Queer Kuram, Özdeşleşmeme ve Ölüm Dürtüsü syf. 323
10 a.g.e syf. 323
11 Konuyla ilgili Şahika Yüksel’in Selin Ongun’la yaptığı röportaja bakabilirsiniz.: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/509384/_Pandoranin_kutusu_acildi__Diyanet_ile_bakanlik_sessiz_.html
12 Alice’s Adventures in Wonderland and Through the Looking-Glass, Peter Hunt, Introduction (Giriş Bölümü), syf. viii