Ah şu kediciler…

Necatigil’in “Kediciler” adlı bir radyo oyunu var; oynanmamış, hiçbir yerde yayınlanmamış. Sanki “fantazya” üzerine kurulmuştu. Ne var ki öyle olmadığını çok kısa bir süre önce öğrendim

23 Şubat 2017 13:50

Kalemin Ucu-XXVI

“Radyo günleri” eskidendi. Son zamanlarda bu eskiye çok döner olduk; sanırım 12 Eylül sonrasında da benzer bir durum vardı. Radyonun egemenliği çocukluğumun ve ilkgençliğimin zamanları. Haftaiçi sabahki arkası yarınlar bir yana, perşembe ve pazar akşamları 21’deki radyo tiyatrosu. Öyle aklımda kalmış. Hemen hemen hiç kaçırmazdık. Behçet Necatigil’in adını da şiirlerinden çok önce bu vesileyle öğrenmiş olduk. Günümüzde radyo yine dinleniyor, özellikle sürücüler tarafından ama o eski zamanlardaki etkisinden söz etmek pek olası değil.

Radyo Oyunları, Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yayınları

Necatigil’in “Kediciler” adlı bir radyo oyunu var; oynanmamış, hiçbir yerde yayınlanmamış. İlk kez Radyo Oyunları 1’de[1] yer alıyor. İlk okuduğumda da etkilenmiştim. Sanki “fantazya” üzerine kurulmuştu. Son okuduğumda da bunun bir fantazya olduğunu düşündüm. Ne var ki öyle olmadığını çok kısa bir süre önce öğrendim.

İş Sanat’ta yıllardır şiir ve hikâye dinletileri yaptık, yapıyoruz. Geçtiğimiz Aralık’ta da 100. doğum yılı (2016) dolayısıyla Necatigil’i sahneye taşıdık. Daha önce şiirlerini taşıdığımız için, bu kez üç radyo oyununu birebir “radyo tiyatrosu biçiminde” sergilemeye çalıştık. Hem de geçmişteki bir radyo kayıt stüdyosu atmosferinin efekt, dekor, müzik, mizansen vb.  özellikleriyle. Ancak sergilendikten sonra “Kediciler”in “fantazya” değil, “gerçek” olduğunu öğrenmiş oldum.[2] 

Cem Yayınevi’ndeki basıma (bütün eserler), oyun için şöyle bir not düşülmüş: “Bu oyun, oynanmadığı gibi daha önce de herhangi bir yerde yayımlanmamıştır. İlk kez burada yayımlanmaktadır.” (s. 418)

Ama bu kedi evin hâllerinden

Necatigil’in ölümünden sonra yayınlanan Söyleriz[3] adlı kitabında “Kediler” başlıklı bir şiir var:

Evlerde hapis kediler
Yalnız nedir söyledikleri
Okşarsınız
Bir kenara çekilirler.

Kıvrıldıkları köşede
Gene sizde gözleri
Yerinizden kalksanız
Peşinizden gelirler.

Sizken tek sahipleri
Kalabalık isterler
Belki hepsi sizin gibi
Yalnız kediler.

Yine aynı kitapta “Başlık Konulmamış Şiirler” bölümünde yer alan bir “kedi şiiri” daha var:

Bir kedi yandaki masada
Uyur, yorgundur.

Masa, masanın altında
Gizli bir kedi
Uyanır arada, uzatır patilerini
Bakışırız kimseler görmeden.

Tırmalar gider beni.

Bu iki şiirin yazılış tarihleri belli değil. Bu şiirler, Evler ve öteki eve ilişkin şiirlerle birlikte okunabilir. Ancak bu şiirler ile bir radyo oyununun bağlantısını, burada ilintisini mi demem gerek, kurmak gerekirse “Kediciler” değil de “Kedi ve Kadın”[4] aklımıza gelir. Bu oyunda da gerçeküstücü (hayal) bir özellik bulabiliriz; düşsel de diyebiliriz. Kedi birkaç kez miyavlar, adı bir-iki kez anılır. Ancak bu kedi işte o “evin hâlleri”nden olan kedidir.

Fantazya değil de gerçek

“Kediciler”e gelince, bir kedi tüccarı ile iki kedi toplayıcısı arasındaki anlaşmazlık polise yansımıştır. Bu üç vatandaş karakolda komiseri beklemektedir. Komiser gelir, konuyu önce anlayamaz ya da bir şaka olduğunu düşünür vb. Biz de öyleyizdir (dinlerken/okurken). Oyun (metin) ilerledikçe; olaylar anlatıldıkça komiser işin ciddîyetini kavrar. Tüccar ile toplayıcılar parada anlaşamamaktadır. Ama kedi toplamak nedir ve böyle bir işkolu mu vardır? Komiser’in aklının hemen yatmaması da doğaldır. Evet böyle bir “işkolu” vardır ve önemlidir. Metin içindeki gerçeklik bizim için bir fantazya’dır; belki bir Ionesco oyunu benzeri. Absürd, ironi, tersinmeci bir tarz vb. terim ya da kavramlarını da bu fantazya’nın içine yerleştirebiliriz.

Diyaloglar sırasında karşımıza çıkan kurbağa meselesi daha “tanıdık”tır; ister istemez nesnel gerçeklik ile bağlantı kurmamız doğrudan olur:

I. KEDİ TOPLAYICI: Ben İznik gölünden ve civarındaki derelerden kurbağa toplar, bir tüccara satardım bundan önce.

KOMİSER: Ne yapardı o tüccar kurbağayı?

I. KEDİ TOPLAYICI: Toptancıydı; uçakla Fransa’ya gönderirdi. İhracatçı yani.

KOMİSER: Uçakla... Fransa’ya... Kurbağa! Bilmediğimiz ne çok iş sahası var memlekette, haberimiz yok. Biz uyuyoruz, Cengiz, uyan!

POLİS: Ne yapar kurbağayı Fransa?

KOMİSER: Ne yapar?

KEDİ TÜCCARI: Kurbağanın türlü türlü, nefis yemekleri olur, Bay Komiser!

KOMİSER: Yaa? Hiç bilmiyordum. Biz işte... kuru fasulye, pilav, soğanlı yahni... babadan atadan bunları gördük. Kurbağa! Millet neler yiyor! Anlat hele, sonra ne oldu?

Benzer şekilde, daha sonra konu edilen salyangoz işi de yine “kedi toplama” işine göre çok daha tanıdıktır. Bunun da, nesnel gerçeklik ile kurbağa gibi bağlantısını kurabiliriz. Ancak edebî bir metinde illâ nensel gerçeklik ile doğrudan bağlantı kurmamız gerekir mi? Kapısını çalmamız gerekir mi? Gerekmez!

Meğerse kedi ticareti varmış!

Necatigil’in sakladığı gazete kupürlerine gelince. Miliyet gazetesinde çıkmış, “Kedi Toplayıcıları ile Tacirler Anlaşamadı” başlıklı 11 Ocak 1964 tarihli haberin metni şöyle:

“Türkiyede “kedi ticareti” yapıldığı, kedi tüccarı ile toplayıcıları arasında çıkan anlaşmazlığın polise intikali ile anlaşılmıştır.

“Denizlideki kedilerin büyük kısmının ziraî mücadelede kullanılan ilâçlardan zehirlenmesi ve farelerin de Denizliyi istilâ etmesi üzerine, Emin Güngör adındaki zahire tüccarı kedi ticareti yapmayı düşünmüştür. Emin Güngör İzmir’de başı boş dolaşan bir sürü kedi görünce, bunları toplayıp Denizliye götürmeyi kararlaştırmıştır.

“Denizlinin Tavas ilçesinde oturan Emin, İzmirde başı boş dolaşan işsizlerle, tanesi 50 kuruştan kedi almak üzere anlaşma da yapmıştır. Topladığı kedileri sandıklar içinde otobüs ve trenle Denizliye götüren kedi tüccarı, kedilerin 15 liraya kadar müşteri bulması üzerine alış fiyatını da 150 kuruşa yükseltmiştir. Fakat para mevzuunda çıkan anlaşmazlık yüzünden kedi tüccarı Emin ile adamları karakolluk olmuşlardır.

“Karakolda verdiği ifâdede, Emin Güngör 4 aydır bu işi yaptığını söylemiş ve “Bu işten 1000 lerce lira kazandığım doğrudur. Ben tüccar adamım, fiatları 50 kuruştan 150 ye çıkardım. Hiç kazanmayanı benden günde 45-50 lira alıyor” demiştir.

“Kediyi tavukla değiştirip İzmir’de sattığını belirten kedi tüccarı ile kedi toplayıcıları karakolda, kedi başına 2 lira olmak üzere yeni bir anlaşma yaptıktan sonra barışmışlardır.”

Bu bilgiyi edinince “fantazya” tanımım güme gitti! O yıllarda bizim eve Milliyet girerdi. Bu haber okundu mu, evin içinde konuşuldu mu hiç anımsamıyorum. Küçüktüm ama konuşulsaydı sanki biraz izi kalırdı. Haber de anlaşılan iç sayfalarda çıkmış. Dolayısıyla bir zamanlar bizde kedi toplayıcıları ile kedi tüccarının olduğunu –metin sahnelendikten sonra– Ayşe Sarısayın sâyesinde öğrenmiş oldum!

Benzer şekilde, kurbağa toplamasına ilişkin de Necatigil’in kesip sakladığı üç kupür var. Bunların tarihlerini de metnine birebir almış: 1964 yılının 25 Mayıs, 1 Haziran ve 29 Haziran günlerinde yine Milliyet gazetesinde çıkan haberler. Oyunda şöyle geçiyor:

KEDİ TÜCCARI: Fazla üzülmesine hiç sebep yok, Bay Komiser! Benim yanımda bir süre çalışırsa bu işlerin tekniğini, metodunu daha ilmi öğrenirse; eski işine sağlam ve emin başlayabilir tekrar. Yalnız, biraz sabretmesi lazım... Evet, onu diyordum; bu gibi işler dikkat ister, bilgi ister. Tonlarca kurbağa neden mahvoldu? İhmal yüzünden! 1964 yılının 25 mayısı ile 29 haziranı arasındaki gazetelere bakınız. Hepsi burada, dosyamda! Ölen kurbağaların şahsında, heder olmuş bir milli servete, göz göre göre kurutulmuş bir döviz kaynağına dökülen gözyaşlarıyla dolu hepsi! Bu arkadaş, servetinden neden oldu?”

Anlaşıldığı üzere bu kupürlerden yola çıkarak yazmış “Kediciler”i.  Öte yandan oyunda, yine bir şekliyle bireyi, bir şekliyle onun ev hâlini de buluruz. “Bizim” gibi meseleden habersiz komiser, hepsini dinledikten sonra, bunun ciddî bir iş olduğunu anlar ve tarafları uzlaştırır:

POLİS: Söyleyin de yazayım, Komiserim!

KOMİSER: (Yazdırır. Daktilo tıkırtıları) Biz, aşağıda imzaları olan... iki kedi toplayıcısı... bundan böyle... kalifiye kedi olmak şartıyla... kedi tüccarı Bay Müşfik Kediciler’e... getireceğimiz her kedi için onun bize... kedi başına iki lira vermesini kabul ediyoruz.

Barışçıl son

Kediciler oyunu, sıradan bir gün olarak başlar. Komiseri sabah karısıyla birlikte evde görürüz, ardından yâni karakola geldikten sonra karşısına kedi meselesi çıkar; doğal olarak metin şaşırtıcı bir hâl alır, giderek de merak uyandırır. Yazarın incelikli kalemini, çok farklı bir metin olmasına karşın baştan sona duyumsarız; ve de oyun barışçıl bir biçimde biter:

I. KEDİ TOPLAYICI: At imzanı, anlaştık işte!

II. KEDİ TOPLAYICI: Ha sen uygundur dersen, imzalarım ben dahi.

KEDİ TÜCCARI: Çok teşekkür ederim, Bay Komiser!

KOMİSER: Rica ederim, vazifemiz! Karakolumuza akseden bütün anlaşmazlıklar, keşki böyle sonuçlara bağlansa! Timsahlar, yılanlar, tilkiler olmasa da hep kedilerle uğraşsak! Güle güle, Beyler, güle güle!

 
[1] Bütün Eserleri 7, Behçet Necatigil, haz. Ali Tanyeri-Hilmi Yavuz, Cem yay. 1984; ayrıca bkz. Radyo Oyunları, YKY, 2. basım, 2010.
[2] Çünkü sonraki günlerde küçük kızı Ayşe Sarısayın, Necatigil’in kesip sakladığı gazete kupürlerini gönderdi!
[3] Haz. Kâmuran Şipal, Cem yay. 1980.
[4] 7 Mart 1963; Yıldızlara Bakmak, de yay. 1965.