Yüzler ve aynalar

Yüzler

Yüzler

EMRAH POLAT

İletişim Yayınları

Emrah Polat’ın karakter inşası son derece gerçekçi ve duru. İnsanın iyiliğini yahut kötülüğünü saklamıyor, göze de sokmadığı gibi. Acısını da zavallılığını da en doğal hâliyle ortaya koyuyor.

ANIL CEREN ALTUNKANAT

Bir nedenle İstanbul’a gidemeyenlerin ya da orada tutunamayanların kenti olan Ankara’da, Atakule ile eski Anayasa Mahkemesi arasında bir sokak vardır." Bu cümleyle başlıyor Yüzler. Bir sokağın başlangıcı gibi, sakin bir akşam yürüyüşü gibi. Dost dudaklardan dökülen, “Gel, bir çay içelim” gibi. Sükûnet içinde; davetkâr ama ısrarın bezdirici dilinden uzak. Kendiliğinden. Süssüz. Çekici ama gösterişsiz.

Yüzler, romanın üç karakterinin, Nâzım, Arif ve Orhan’ın bir gecesini anlatıyor. Gecenin akışı çoğu zaman karakterlerin geçmişine bırakıyor sözü. Geçmişleri üzerinden tanıyoruz bu üç insanı. Ve yavaş yavaş, gecenin koyulaşan karanlığında tahmin etmeye başlıyoruz olabilecekleri…

Oysa insanın unutmaya çalıştıklarının dönüp dolaşıp kendini bir biçimde anımsattıklarını o zamanlar bilmiyordu.”

Nâzım’ın küçük hesaplara dolanmış çıkarcı kişiliğinin izlerini buluyoruz geçmişinde. Çaresizliğinin kökenleri orada, bir bırakılış öyküsünde. Geçmişine eğildikçe bir duygudaşlık beslese de insan, görmezden gelemiyor Nâzım’ın her adımındaki o toy fesatlığı. Ancak yazarın yansızlığı, bir kötü karakter batağından kurtarıyor metni de Nâzım’ı da. Tam yeri gelmişken belirtmek gerek, Emrah Polat’ın karakter inşası son derece gerçekçi ve duru. İnsanın iyiliğini yahut kötülüğünü saklamıyor, göze de sokmadığı gibi. Acısını da zavallılığını da en doğal hâliyle ortaya koyuyor. Çok büyük ya da çok küçük karakterler yok romanda, herkes tam da insan gibi. Hem küçük hem büyük. Hem kahraman hem zavallı. Böyle olunca gerçek insanlar gerçek bir öykü kuruyor kurmacanın içinde; Polat yaşamalarına izin veriyor. Ve okurun bu öykünün içine dalmasına, okumaktan öte, anlatılana tanık olmasına olanak sağlıyor.

Arif’in öne çıktığı bölümlerde Polat’ın bu başarısı özellikle çarpıcı hâle geliyor. Cesur bir savaşçının korkak ve kaypak birine dönüşmesi ama yine de iyicil yanının yaşaması; inancın yerini sürüklenmeye ve sürünmeye bırakması ama bunda bile naif bir kırılganlık olması. Ve tüm bunların tam da yaşamdaki gibi, aslında kaçınılmaz olması. Suç yok, suçlu yok. İnsanın bin bir yüze bürünen zavallılığı.

Ancak bilmediği, üzeri cesaretle örtülemeyecek tek şeyin korku olduğu gerçeğiydi.”

Orhan’da tutkunun yüzü ortaya konuyor tüm yıkıcılığıyla. Arzusu, öfkesi; tüm yaşamı bir sokak kavgası. Oysa Orhan’ı da içten bir yerden tanıyor insan; kendindeki kıyıcılıktan. Yok etmenin ve yok olmanın baş döndüren uçurumundan tanıyor insan.

İnsanın arzusu böyleydi işte; ‘nesnesine’ sülük gibi yapışmak, tatmin olunca da ondan hızla kaçıp kurtulmak istiyordu.”

Yüzler’in kurmacayı gerçek kılan, okumayı tanıklığa çeviren sürükleyici yapısı, bunu Emrah Polat’ın atmosfer yaratmaktaki başarısına da borçlu. Meyhanede anason kokusu çarpıyor burnunuza; Ankara’nın taşra kasvetine bürünmüş arka sokaklarından geçerken ensenizdeki tüyler ürperiyor. Bıçak çekildiğinde her şeyin üstünü örten o tekinsiz sessizlik yankılanıyor kulaklarınızda. Hastanedeki çığlıklarla kanın paslı tadı köreltiyor damağınızı.

Yüzler büyük sözlere, bezdirici iç tahlillere ihtiyaç duymayacak kadar kendini bulmuş, kendini inşa etmiş bir roman. Okuru yaşamın karanlık bir köşesine çekip insanın yüzlerini gösteren ve bunun için çoğu zaman bir aynanın yeterli olduğunu bilen bir roman.

Bir sokağın başlangıcı gibi, sakin bir akşam yürüyüşü gibi. Aniden kopup sokağı birbirine katan fırtına gibi. Yaşam gibi. İnsan gibi. Tüm yüzlerimiz gibi.