Sevilmeyen kahraman

Yazarı Bilinmeyen Roman

Yazarı Bilinmeyen Roman

YILMAZ ŞENER

İthaki Yayınları

Yazarı Bilinmeyen Roman'ın başkarakteri Yalçın bir anti-kahramana dönüşürken, Yılmaz Şener de adımlarını okurun ritmine uyduruyor. 

ZARİFE TUNA

Roman sanatının öne çıkan karakterleri hakkında düşünüldüğünde, en iyi yaratılmış karakterlerin anti-kahraman mı, yoksa kahraman olarak mı yaratıldığı tartışma konusudur. Bir çırpıda halim selim olmayan kalabalık bir anti-kahraman listesi geçer akıldan. Anayurt Oteli’nin Zebercet’inden Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’ine, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’undan Zamanımızın Bir Kahramanı’nın Peçorin’ine, hatta kimilerince –ilk roman kabul edilen- Don Kişot dâhil pek çok karakter anti-kahramandır. Borcuna kefil, yokluğunda vekil olacağımız, çok sevilen kahramanlardan değillerdir, lakin onlar o hâlleriyle kanıksanır.

Günümüz edebiyatında son yıllarda kahraman romanları değil, anti-kahraman romanları ağırlığını gösterir vaziyette. Bu öne çıkmayı sosyo-kültürel dinamiklere ve buna bağlı olarak başkaca meselelere de bağlayabilir ve tartışabiliriz. Genişçe ele alınması gereken ayrı bir yazı konusu olarak bir köşede bekletelim anti-kahraman romanlarının niceliğindeki değişimin sebeplerini. Mayıs ayında çıkan Yazarı Bilinmeyen Roman kitabında resmedilen küçük hesapların adamı Yalçın tam anlamıyla bir “nefret nesnesi” olarak karşımıza çıkıyor.

Dünyadan alacaklı varoluşuyla her şeyin kendisi için meşru olması gerektiğine inandırır bizi Yalçın ve uzunca bir süre uğradığı haksızlıkları, yaşadığı zorluklardan nasıl kurtulacağını, onca yalnızlıkla nasıl baş edeceğini kara kara düşünürken buluruz kendimizi. İlk başta güveniriz ona; kendisini gerçekleştirmeye çalışan, kenarda kalmış, mutsuz erkeğin ailesinden, sosyal çevresinden devşirdiği- miras aldığı erkeklik rollerinin altında ezildiğini içimiz ezilerek izleriz. Yalçın’ın yalnızlığının içinden sıyrılmasını ara sıra şans eseri karşısına çıkan insanlar sağlar, elbette biz onlara da “İyi ki varlar” deriz. Çünkü Yalçın kaybolup gidecektir ve biz onun kaybolmamasını, mutlu olmasını isteriz. Sonra sonra Yalçın’a baktığımız mesafeyi gözden geçirmeye, olduğumuz yerde huzursuzlanmaya, yerimizi değiştirmeye başlıyoruz. Babasıyla hesaplaşamamış bir oğlan çocuğundan babasının yokluğunu aratan bir yetişkine, ezilen işçiden uyanık işverene dönüşmesini izliyoruz. Yılmaz Şener bütün bu süreçte bizimle ilerliyor, ön tarafı aydınlatan değil, karanlıkta bizimle yürüyüp hiçbir ipucu vermeden sürprizleri kendi hazırlamamış gibi adımlarını bize uydurarak yürüyor. Bunda romanın iskeletini oluştururken her şeyi bir oyuna çevirmesinin de etkisi yadsınamaz. Yazar bu kitabın kendisine tanımadığı biri tarafından ulaştırıldığını ve ulaştırıldıktan sonra mavi defterde yazanların onu sarıp sarmaladığını söylüyor. Durum böyle olunca, yazarın okura rehberlik vaziyetinden yol arkadaşına geçişi nahoşlaşmıyor ve defterin bir kitaba dönüşmesi gibi Yalçın’ın bir anti-kahramana dönüşmesi ateşten çemberin tamamlanarak yanmasını sağlıyor.

Doğrusal değil, dairesel ilerleyen bir zamana anti-kahramanla birlikte takılıp kalan yazar- okur, kitabı kapattığında kapağa tekrar bakıp taşları yerine oturtuyor. Bir burkulmayla, “olmasaydı sonunuz böyle” diyerek. Bir anti-kahramanla daha yüzleşmek, belki de içeride bir yerlerde hâlihazırda hep bekleyen bir tarafla yüzleşmemizi de sağlıyor.