Roman denemesinin romanı

Yabancı Bir Baba

Yabancı Bir Baba

EDUARDO BERTI

Çeviri: Roza Hakmen Metis Yayınları

Kabul edelim ki, özellikle Batı edebiyatının en önemli motivasyonudur göç, çok dillilik, girift aile dramları ve bol ödüllü yazarlardır göçmen yazarlar. Üstelik çoğu, anadilleriyle değil, göçtükleri ülkenin diliyle yazmış, konuşmakta -en azından aksan ve duygu olarak- yetersiz kaldıkları dillerde dünya çapında eserler yaratmışlardır. Peki, Yabancı Bir Baba bu literatürde yer alabilir mi?

TEMEL KARATAŞ

İnsanın kendini dünyanın ücra bir köşesinde, dilini kimsenin anlamadığı, esrarengiz bir ülkeden gelmiş, çaresiz, kayıp bir yabancı olarak bulması... Joseph Conrad’ın “Amy Foster”ında dediği gibi, gerçekten çok zor. Edebiyatta bu meseleyi en özgün tema eden de Güney Amerikalı yazarlar oluyor. Bambaşka meseleler aktarırken bile içlerinde kuşaklar boyu gelen göçmenliği akıtıyorlar satırlara. Borges geliyor aklıma, Julio Cortázar... Yabancı Bir Baba’yla da, yine aynı toprağın (Arjantin) mayasını taşıyan Eduardo Berti. Hepsinin ortak özelliği Avrupa’da göçmenliği yaşamış olmak.

Göçmenlik denince, akılda ilk canlanan resimler, dönemden döneme, bölgeden bölgeye değişir elbet. Şimdilerde Türkiye’de göçmen denince Suriye(liler) akla geliyor. Bir dönemler Bulgaristan, daha evveli Yugoslavya, Kafkasya... Göçmenin en eskisi bile göçmendir. Az ya da çok ama illaki ötekidir. Hele ki yeni göçmüşün vay hâline! Dili yetmez ki dert anlatsın, sicili elvermez ki iş bulup karnını doyursun... Başka diyar, başka bir dünyadır. Birinde tek dal cigarayı üleşmek cennet kapısını aralar, ötekinde ayıbın daniskasıdır. Birinde sarılmak sevgiyi gösterir, ötekinde tokalaşmak için bile 50 santim mesafe beklenir... Göçmen açlığa dayanır, zorluğa direnir de, işte bu kültürel yabancılaşmaya, dışlanmaya ne yapsa direnemez. Ruhu bedenini, bedeni ruhunu kemirir durur. Başka kimlikler ister, sahte kimlikler... Zorlar buna göçmenlik. Kuşaktan kuşağa aktarılır bu boynu eğiklik, ötekilik. Batı daha toleranslı sayılsa da, dünyanın hiçbir yanında bitmez ha bitmez göçmenlik... Kimi kılıçtan kaçıp göçtü, kimi darağaçlarından, fırınlardan, toplama kamplarından... Hâlen de göçüyor. Ama yarasını kapatamıyor göçmen, yıllarca, nesillerce...

Kabul edelim ki, özellikle Batı edebiyatının en önemli motivasyonudur göç, çok dillilik, girift aile dramları ve bol ödüllü yazarlardır göçmen yazarlar. Üstelik çoğu, anadilleriyle değil, göçtükleri ülkenin diliyle yazmış, konuşmakta -en azından aksan ve duygu olarak- yetersiz kaldıkları dillerde dünya çapında eserler yaratmışlardır. Peki, Yabancı Bir Baba bu literatürde yer alabilir mi? Biraz satır arası yapalım...

Joseph Conrad’ın izinde

Yabancı Bir Baba, Eduardo Berti’nin tek cümle ya da paragrafla aktarılamayacak, kolaylıkla arka kapak yazısı yazılamayacak eseri. Bunu vurgulama nedenim, orijinal baskıdan dilimize, hatta birçok dile arka kapak yazısıyla birlikte çevrilen kitabın, tanıtımda vurgulanan hiçbir unsuru tam olarak karşılamaması. Özetle, arka kapağı içerik hakkında hiçbir fikir vermeyen nadir kitaplardan biri bu. Milan Kundera’nın kimi eserlerini andıran bileşim türde (deneme-roman denebilir mi?) bir metin. Ancak Roza Hakmen’in çevirideki başarısının altını çizmemek büyük eksiklik olacak.  

Bir yanda yazarın otobiyografi fonunda ilerleyen yazma serüveni, diğer yanda modernizmin öncülerinden Joseph Conrad’ın bir asır evvelki yazma (ve yaşam) serüveni... Bir yönüyle bir romanın yazılma sürecinin belgeselini izlerken araya tarihten “VTR” giren acayip bir yapımı izleme hissi! Farklı coğrafyalardan farklı karakterlerin yaradılışına şahit olabildiğimiz, mekânın ve kişilerin var ediliş sürecini gözlemleyebildiğimiz, özellikle dil ve üslûbun seçimi üzerine fikirler okuyabildiğimiz, çoğu kez anlatıcı, yazar ve kahramanların birbirinin içinden geçtiği, hatta yazar ve okur ilişkisini dahi irdeleyen değişik bir metin Yabancı Bir Baba.

“Romanımsı” yazı atölyesi

Conrad’ın yaşamı ve nasıl, neyi, nerede yazdığına ilişkin bir roman yazmaya niyetlenen ve bir yazarlık bursundan faydalanan yazar, belli ki hayranlık (en azından büyük ilgi) duyduğu ve hayatını kendi hayatıyla özdeşleştirdiği yazarın uzun süre yaşadığı Pent Farm adlı çiftlik evini ve yazarın yaşadığı yerleri gidip gözlemek üzere bir yolculuğa çıkıyor. Ancak Yabancı Bir Baba, ne bu yolculuğun romanı ne de Joseph Conrad’ın biyografisi... Âdeta bir yazarın yazma serüveni, psikolojisi, izleği, okur ile kurduğu/kuramadığı ilişki... Belki de bir yazarın yazma, düşünme, üretim, gözlem süreçleri ve bu süreci fazla büyütmüş bir yazarın yazma büyüsüne kapılması, bir hezeyanın metni...

Üstelik bu serüveni âdeta bir yazı atölyesine çevirmeyi başarmış yazar. Mekânın seçimi, var edilişi, karakterlerin oluşumu, adlarının konuluşu, dil ve üslûbun seçimi, yani bir romanın yazılış sürecindeki bütün unsurların oluşum kitabı bu. Öyle ki, yazarın bir tasvir için aldığı notlardan (kırık kanatlarını havaya kaldırmış köhne bir yel değirmeni... kırmızı damlarıyla küçük bir köy...) gerçek kişilerin hayatına ilişkin alınan notlara kadar (Jozef Jessie’ye İspanyolca “chica”-kız çocuğu diye hitap edermiş...) sürece şahit oluyoruz. Ya da kurguya ilişkin alınan kararlar, notlar: “Borys'in tek başına oyun oynadığı bir sahne yazmayı planlıyorum...” Dahası, yazarın önceki romanı ve öykülerinin perde arkasına da göz kırpılıyor yeni kitap vesilesiyle. Öncekilerdeki kimi kısımların nedeni, nasılı hakkında bilgi veriliyor. Kahramanların -galiba- tümü iki farklı asırda, farklı ya da aynı kimlikle yaşıyor.

Bir şüphe, bir düşünce

Metinde iç içe geçen katmanlar var. Birincisi, sözünü ettiğimiz romanın yazılma süreci. İkincisi, yazım sürecine şahit olduğumuz “asıl” roman-biyografi (Conrad biyografisi). Üçüncüsü, yazarın babasının yedi defteri dolduran roman girişimi. Ancak “katman” sözcüğü yanıltıcı olmasın. Bu üç durum ayrı bölüm başlığı ya da bölüm numaralarıyla belirsiz bir sırayla devam ediyor. Yani ne Borgesvari bir katman bu ne de Bilge Karasu! Okurda kimi soru işaretleri oluşturacağı kesin ama bu kurgunun: Bir burs alınarak yazılmaya niyetlenilen asıl hikâye (Conrad’ın 1903’te yazdığı ünlü Falk öyküsünü kendisini alaya aldığını iddia eden ve yazarı öldürmek üzere yaşadığı yere gelen garip bir okur) türlü nedenlerle akamete uğradığı için mi asıl hikâye yerine yazılma süreci esas temayı oluşturdu? Ya da bursun süresi doldu da metin bilinçli olarak “notlar” şeklinde mi teslim edildi(?) Ya da bu kurguda baba’nın tefrika edilmemiş romanının anlamı, yeri ne?

İşte, bu sorular akılda oynarken kesiliveriyor Yabancı Bir Baba. Bitmek sözcüğünü özellikle kullanmıyorum. Peki, kitap neyi anlatmıyor derseniz... İki baba ve her birinin oğullarıyla sessiz, neredeyse namevcut ilişkisi başta olmak üzere, arka kapakta yazılı hiçbir şeyi içermiyor. Belki daha fazlası Yabancı Bir Baba, belki daha azı. Ama benim okumamla, bir yazarın yazma süreci kitabı daha çok. Ya da kitaptan bir cümle ile, hikâyeyi anlatmıyor, hikâyenin etrafında dolaşıp duruyor. Asıl hikâye yazmanın kendisi, yazmanın büyüsü oluyor böylece. Kadim bir “büyük yazar” hastalığı! Peki, hâl buyken, bu yazının başındaki uzun göçmen-göçmenlik girizgâhı neydi derseniz, “büyük” olmasam da bu yazar hastalığına veriniz!