Başka bir futbol mümkün mü?

Vefa’nın Galip’i

Vefa’nın Galip’i

HAZ: FETHİ AYTUNA

İletişim Yayınları

"Okuyan, yazan, düşünen, futbolu değil sporu seven, rekabeti sahanın içinde veren, kendisinin ve sahip olduklarının dışında bir hayatın varlığının da farkında… "

EMRE BAYIN

Britanyalı yazar Simon Kuper’in, -Türkçe çevirisinde kullanılan şekliyle- artık basbayağı bir slogan haline de gelmiş kitap adını, futbolla, daha doğrusu futbol üzerine yapılan okumalarla hemhal herkes hatırlar: Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.

 Kuper, kitap boyunca futbola “bir topun peşinde koşan on bir adam” anlamından başka bir anlam yüklemeye çalışırken, şüphesiz kültürel ve entelektüel bir ortaklık yaratmak isteyen farklı düzlemden bakıyordu. Fakat bir başka unsuru da atlamıyordu: Siyah takım elbiseli, Bond çantalı, mafyavari pozlar veren bir takım garip ve gariplikleri ölçüsünde korkulacak mizaçta adamlar!

 İlk unsur, yani kültür, “futbolun asla sadece futbol olmadığına” tespitine olumlu bir katkı sağlarken, ikinci unsur futbolu her geçen gün sahip olduğu unsurlar üzerinden biraz daha azaltan bir yapıya dikkat çekiyordu. Türkiye bu azalmanın yaşandığı bir toplum.  Öyle ya, İstanbul’un iki yakasının, bir büyüğünden diğerine transferiyle, üç tarafı denizler dört tarafı düşmanlarla çevrili yurdumuzun(!) cevval kitlesinin yeni bir “düşman” imgesi yaratmasına vesile olan futbolcu Haim Revivo’nun bile, ülkede geçirdiği kısıtlı zamana rağmen bu azalma gözünden kaçmamıştı. Basın ve siyah giyen adamlar ilişkisinden çok bunalmış olacak ki, şöyle demişti Haim Revivo, “Türk gazetelerinde doğru olan tek şey günün tarihidir.”

Peki, Kuper’in futbolla kurmaya çalıştığı bu ilk bağı sağlamlaştıracak bir yol yok muydu? 90’lı yılların meşhur siyasi sloganına atıfla “başka bir futbol” da mümkün değil miydi?

İçerisinde bulunduğumuz günlerde bir anı kitabı yayınlandı. Fethi Aytuna’nın yayıma hazırladığı kitap, Vefa’nın Galip’i başlığıyla, Vefalı futbolcu Galip Haktanır’ın anılarından oluşuyor.  

Yatılı öğrenci olarak Darüşşafaka Lisesi’nde okuyan Galip, derslerinde başarılı olmasının yanında okulun futbol, voleybol ve basketbol takımlarının kaptanlıklarını yapmış. Ping- Pong’da okula kazandırdığı ödüller de çabası… Aynı zamanda, Cem Atabeyoğlu’nun Fenerbahçe mecmuasının 23 Mayıs 1949 tarihli sayısında aktardığına göre; boş vakitlerini kitap okumakla geçirir, tiyatro ve bilhassa operetlerden çok hoşlanırmış. Galatasaray ve Fenerbahçe arasında mekik dokumuş, sonunda Fenerbahçeli arkadaşlarının baskına dayanamamış Fenerbahçe’ye meyletmiş:

“Gelgelelim okuldaki öğrencilerin çoğu fanatik denecek kadar Fenerbahçe taraftarıydı. Bunlar Galatasaray’da oynadığım için beni zaten kınıyorlardı. Galatasaray’dan bir yetkilinin geldiğini duyan fanatikler adamı kovmaktan beter ettiler. Beni Galatasaray’a kaptırmak istemeyen on-on beş kişilik bir grup beni ertesi hafta sonu Fenerbahçe kulübüne götürdüler. Böylece metazori bir biçimde Fenerbahçeli olmuştum. Aslında küçük yaşlardayken Fenerbahçe’yi tutardım. Hiç unutmam, Fenerbahçe’nin bir maçta cezalı futbolcularından yoksun Galatasaray’ı açık farkla yeneceğini beklerken 4-0 kaybedince okula ağlayarak dönmüştüm.”

Tüm bunlara rağmen Galip asıl ününü memleketin Avrupa’ya bakan yamacının üçüncü büyüğü Vefa’da kazanmış.  Bu kulüpte, ağızlarından, “İyi oynadık, kazandık”, “Önümüzdeki maçlara bakacağız” ve hakem yakınmalarından başka bir cümle çıktığını duyduğumuzda, bir an durakladığımız zamane futbolcularının gözümüzdeki değerini sıfırlayacak kadar etkili bir kulüp “dergisi” çıkarmış:

“Turneden döndükten kısa bir süre sonra Darüşşafaka’dan arkadaşım olan ve bir matbaanın müdürlüğünü yapan rahmetli Edip Akın’la buluşmuştuk. Bana, “Neden Vefa’ya ait bir mecmua çıkarmıyorsun? Ben sana her türlü desteği veririm,” dedi. Bunun üzerine idarecilerle konuşup onaylarını aldım. Derhal hazırlıklara başladık ve 1953 Eylül’ünde Vefa Haftalık Spor Gazetesi yayın hayatına başladı. 4 Eylül 1953 tarihli bir gazetede şöyle yazıyordu: Vefalı Galip Gazeteci Oldu…”

Anlatı devam ederken, okuyucu olarak, bir kurmaca metinle, haliyle roman, baş başayız hissine de kapılıyoruz. Yer yer uzun betimlemelerle 50’ler Türkiye’sinin bir futbol stadyumuna gidiyor, yer yer “kahramanımızın” sakatlığı atlatıp atlatamayacağı üzerine derin bir heyecan duyuyoruz.  Haktanır’ın duru anlatım diliyle birlikte, yaşadığı sevinçlere ve acılara doğrudan tanık olmanın verdiği haz da çabası…

İşte  tüm bu nitelikleri Vefalı Galip’in alametifarikası. Okuyan, yazan, düşünen, futbolu değil sporu seven, rekabeti sahanın içinde veren, kendisinin ve sahip olduklarının dışında bir hayatın varlığının da farkında…  Umarım, böylesine güzel öz yaşam anlatıları, artık saklandıkları yerlerden, daha çabuk çıkarlar. Ayrıca, ne dersiniz,  sizce de Galip Haktanır “Başka bir futbol mümkün mü?” sorumuzun cevabını yıllar öncesinden bize vermemiş mi?