İnsanın yanından akıp giden zaman

Tütüncü Çırağı

Tütüncü Çırağı

ROBERT SEETHALER

Çeviri: Oktay Değirmenci Jaguar Kitap

Tütüncü Çırağı, hem bir dönem romanı hem de anlattığı dönemden bağımsız; kişinin iç dünyası ile onu saran çevreyi edebî olarak irdeleyen bir kitap...

ALİ BULUNMAZ

Robert Seethaler, yalın cümlelerin gücüne inanan bir yazar. Oyunculuk reflekslerini -hiç istemese de- metne dâhil edip karakterlerinin nerede nasıl durması gerektiğini ve hangi sözün sırıtmayacağını hesaplıyor. Fakat bu, romanı çoksatan hâline getirme değil, derdini en iyi şekilde anlatma amacı taşıyor. Kısacası yazar, yapılmaması gerekenlerin farkında ve kitaplarını güçlü kılan da bu.

Seethaler, yeni romanı Tütüncü Çırağı’nda, diğerlerinde olduğu gibi güçlü bir kurguyla karşımızda; 1937’nin son ve 1938’in ilk günlerini yaşayan, İkinci Dünya Savaşı’nın sıcak nefesini ensesinde hisseden Viyana’ya götürdüğü okuru, müşterilerinin başında Sigmund Freud’un olduğu tütüncü dükkânında çalışmaya başlayan 17 yaşındaki Franz’la tanıştırıyor.

Genç Franz, yaşadığı ortamın gergin havasını solurken başka bir dertten daha mustarip; âşık.

1937’nin son günlerinde Viyana’da hâkim olan görüş, havanın değişeceği ve pek yakında bir şeyler yaşanacağı. Seethaler, romanın başındaki fırtına sahnesiyle simgesel bir gönderme yapıyor bu noktaya.

İnsanların, “Hitler’in ve kötü haberlerin müptelası olduğunu” söyleyen patronuna kulak kabartan ve kafasını toparlamaya çalışırken yeni işine alışmaya uğraşan Franz, günlerden bir gün âdeta büyük bir merasimle dükkâna giren Freud’la tanışma fırsatı yakalıyor.

Seethaler, bu tanışma faslından sonra olay akışını biraz psikanalize kaydırmış; kanepeye hem Freud ve Franz hem de 1938’in Viyana'sı uzanıyor: Özellikle Yahudilere önyargıyla yaklaşanlar, ikilinin kişisel sohbetler dışında didiklediği bir mesele.

İnsanlar arasındaki gerginlik artarken Franz, annesine yolladığı mektupta “her şeye yabancılaştığını”, hatta kendisinden uzaklaştığını yazıyor. Annesi ise yanıtında, oğlunun bu hâlini aşkla açıklıyor. Freud’la aşk üzerine konuşmaları, Franz’ın kendisini keşfetmesini sağladığı gibi ikilinin birbirini tanımasına da önayak oluyor.

Freud ve Franz üzerinden, 1930’ların sonundaki insan ilişkilerine, Avrupa’da yükselişe geçen ayırımcılığa ve böyle bir dönemde yaşanan bir aşka dokunuyor Seethaler.

Dönemin durgun ve genellikle gergin havasına rağmen Franz, sevgilisiyle kendisinden geçerken kulağında Freud’un söyledikleri çınlıyor. Tütün ve talaş kokan Freud, Franz’ın akıl hocası gibi âdeta. Fakat bazen genç adam, onun sözlerini hiç dikkate almıyor. Bu arada birer birer açılan Nazi toplama kamplarının sesi Viyana’dan duyuluyor.

Sloganların etrafında

Seethaler romanda birkaç yol çizmiş: İlki Franz; annesiyle mektuplaşması, aşkı, Freud’la konuşmaları ve tütün dükkânında hayata dair öğrendikleri. İkincisi, danışanlarıyla görüşmedeyken yaşamını gözden geçiren Freud ile tütün dükkânında geçmişe bakan Franz’ın patronu. Üçüncüsü, Viyana ve Avrupa’nın 1938’deki durumu... Hepsini sıraladığımızda bireyden topluma uzanan bir çözümlemeyle yüzleşiyoruz. Buradaki ögelerin hiçbiri, Seethaler tarafından metne öylesine yerleştirilmemiş; hepsinin bir gerekçesi var: Mesela aşk hikâyesi, Franz’ın benliğine nüfuz etmek ve karakterinin portresini çizmek için kullanılıyor yazar tarafından. Örneğin Freud; Franz’ı ve Avrupa’yı analiz eden kimliğiyle karşımızda. Viyana’daki gergin hava ise romanın fonu bir bakıma. Arada Hitler taraftarlarının “Tek halk, tek imparatorluk, tek Führer” veya “Yahudiler gebersin” sloganları, mevcut havayı pekiştirircesine satırlara karışıyor.

Franz’ın patronunun bu bağırtılar arasında Naziler tarafından götürülüşü ise o dönem pek çok kişinin başına gelenin tasviri; “insanın yanından akıp giden zaman” misali. Bunun içinde aşk da var politikanın insanlarda yarattığı merhametsizlik de. Bir tarih uydurulurken Franz, yaşadığı aşk ve ortam arasında bocalıyor.

On yedi yaşındaki Franz, Naziler yüzünden ömrünün neredeyse tamamını geçirdiği Avusturya’dan İngiltere’ye gitmek zorunda kalan Freud ve 1938’in Viyana'sı... Seethaler, kişinin zamanı ile kişiyi sollayıp giden zaman ayrımını bu üç öge üzerinden veriyor.

Böyle bakınca Tütüncü Çırağı, hem bir dönem romanı hem de anlattığı dönemden bağımsız; kişinin iç dünyası ile onu saran çevreyi edebî olarak irdeleyen bir kitap olarak görünüyor.