Tadımlık değil, doyumluk

Tibet Şeftali Turtası

Tibet Şeftali Turtası

TOM ROBBINS

Çeviri: Gül Korkmaz Ayrıntı Yayınları

Etrafımızda değişenlerin, kentlerin, tarihlerin, arkadaşlıkların tanıklıklarıyla dolu bir hikâyeler dizisi… Tadımlık değil, doyumluk. Bir anlık değil, ara sıra başucuna koymalık.

ADALET ÇAVDAR

Yaşayan ve çok okunan yazarlarla tanışmak ya da özyaşam öykülerini okumak beni genelde hayal kırıklığına uğratır. Başarıyla yükselen egolar kendilerini anlattıkları kitaplara ve söyleşilere yansıtır ve ben sıklıkla, insan bazen farkında olmaksızın kurduğu dilin altında kalır diye düşünmeden edemem. Özellikle son zamanlarda yayınevlerinin çılgınlar gibi yeni yazar ve yeni edebiyat dilinin peşine düşmeleriyle ortaya çıkan yerli edebî çöplüğün arasında ham iken birdenbire pişen güruh içerisinde nefes almak gitgide zorlaştığı gibi, insan elinde olmadan okumaktan da uzaklaşıyor. 

Bu korkularla aldım elime Tom Robbins’in Ayrıntı Yayınları tarafından çevrilen son kitabı olan Tibet Şeftali Turtası’nı. Kahramanlarıyla tanışıklığım uzun yıllara değse dahi, hayatı hakkında hastalığının dışında pek bir şey bilmediğim bir yazardı Robbins. Üzerine basa basa dile getirdiği gibi kitap bir otobiyografi değil, süre gelen hayatının bazı kısımlarının anlatısı. Robbins’in, romanlarını yazdığı haylaz dili kendi hayatından kesitleri anlatırken de kullandığını görünce korkum sevince dönüştü. Ünlü- çok okunan kendinden sonsuz emin yazar ifadeleri yerine kendiyle dalga geçen ve kendini normalleştiren bir Amerikalı var Tibet Şeftali Turtası’nda. Lunapark gibi yazan yazarın lunapark gibi olan anlatılarını okumak insanın enerjisini de yükseltiyor. Robbins son kitabında da bütün romanlarında olduğu gibi konuşur gibi yazıyor ve anlattığı hikâyeleri okurken, şu “sabaha kadar anlatsa dinlerim” dediğiniz arkadaşınız sanki yanıbaşınızda oturuyormuş gibi oluyor.

Her daim karşı kıyıda

Kaç yılında olduğunu pek hatırlamasam dahi Parfümün Dansı’nı okuduğumda yazarın üslubundaki oyunculuğa kapılıp sonrasında çıkan her kitabının başında kendimi buldum. Kendisini ne fantastik, ne romantik, ne kurgusal edebî kavramlarının içerisine tam olarak yerleştirebileceğim yazar benim için daima “neşeli bir gerçeküstücü” olarak tanımlanır ki “her şeye rağmen mutluluk ilkesinin” savunuculuğunu yapması bence bunun da kanıtıdır, onun için yaşamın ve şu anın önemi her şeyden üstündür.

Hikâyelerine bebekliğinden başlayan Robbins’in aslında büyüyünce ne olacağı kesinlikle belliymiş. Henüz okuma yazmayı öğrenmemişken annesine anlattığı hikâyeleri yazdıran Robbins’in ilk hikâyeleri ilkokul yıllarında okul gazetelerinde yayımlanmış elbette. Her kitabının içerisinde bir şekilde aşkı da dâhil eden yazarın küçük yaşlarından itibaren hayli çapkın olduğu da hikâyelerinden okunuyor. Her çocuktan biraz fazla yaramaz, elde avuçta tutulamaz, acımasız ve pek canı yanmayan bir çocukmuş Tom Robbins. Çocukluğunun büyük bir kısmı farklı şehirlerde geçmiş, kendince birçok yere kök salmış, şive geliştirmiş. Kendiyle birlikte kentlerin, ülkelerin, insanların değişimlerini seyre dalmış ve bunları anlatmış.

Bebekliği, çocukluğu, gençliği, okul hayatı, askerliği, evlilikleri, yaşadığı coğrafyaların tarihsel kültürel ve kentsel dönüşüm hikâyelerine anlatıları arasında yer veren Robbins’in yazdıkları, kendi hayatının aykırılığını da ele veriyor. Romanlarındaki olay akışlarına benzer olası absürdlüklerle dolu bir hayatının oluşu gözden kaçmıyor.

Sıradan bir dünya görüşü yok Robbins’in; onun için dünya gündeminden daha önemli doğanın ve gerçek yaşamın ilerleyişi ama yine de kendini politik sistemin karşısında buluyor. Çünkü onun da doğalı bu, her daim karşı kıyıdaki insan Robbins. Aykırı olmak için aykırı olan bir aykırı değil, gözü normali görmeyi beceremeyen ve bunu kullanmayı edebiyatın içerisinde öğrenen biri; kendi doğalını yaşadığı ülkenin standartlarının dışında tutan ve bununla eğlenen biri.

Bir melodramlar serisi değil

Romanlarının isimleriyle çeker önce insanı Tom Robbins, sonra yarattığı kahramanlarına hayran olur, aradaki ilişkilerin kontrol edilemezliğinin içerisinde kendinizi bulursunuz. Kült kitaplarından biri olan Parfümün Dansı’nda iki ayrı zamanın içerisinde dolaşır ve kahramanlarını birçok diyara, inanışa sürükler. Onları uzaklara göndermekten ve aramaktan vazgeçmez. Sirius’tan Gelen Kurbağa’da kurduğu dünyanın çok hınzır oluşuyla ve bir olayın kaç farklı şekilde yorumlanabileceğine dair sunduğu ayrıntılarla kafa açar. Sıska Bacaklar’da yan yana getirdiği cansız kahramanları dile getirirken dünyanın politikayla ilişkisiyle dalga geçer, dinler ve tanrılar konusunda birçok fikir sunar. Benim için en önemli romanıysa Ağaçkakan’dır. Merkezinde bir prensesle bir intihar bombacısının aşkı olan romanda bir Camel paketinin nelere kadir olduğunu, dünyanın bazı aşkların yüzü suyu hürmetine döndüğünü ve iktidarın halk anlayışıyla halkın iktidara bakış açısı arasında nasıl bir uçurum olduğunu anlatır.

Bu yüzdendir ki Tibet Şeftali Turtası’nı Tom Robbins’in hayat hikâyesi olarak değil, Tom Robbins adında bir kahramanın başından geçenleri okur gibi okumak da mümkün. Kendince bir yaş çizelgesiyle dünyaya bakışı “normal” olmayan bir Amerikalının büyürken başına gelenlerin anlatısı. Kendi kendinin kahramanı bir Tom. Doğru dürüst cümle kuramazken yazar olacağını söylemesiyle başlayan bir yazma- yaşama uğraşı içinde bir adam. Tom’u diğerlerinden farklı kılansa hayatını tutkularının yönetiyor olması, o bütün dünyayı olduğundan büyük gören bir adam. Bu onun için bir engel değil; ne zamanla yarışıyor ne de dünyanın altında kalıyor, her daim âşık bir adam olarak sadece yaşıyor.

Tibet Şeftali Turtası’nın kahramanı olan Tom’un hayatını okurken kahkaha atmadan duramıyorsunuz. Kardeşini kaybetmesi, yaşadığı ayrılıklar, parasızlıklar, bir yerde uzun süreli bir yaşamı kurana kadar başına gelenler, ilişkileri, gibi olup bitenlere melodramlar serisi olarak bakmaktansa, yoluna devam etmeyi ve başına gelenlere gülmeyi beceren bir adam.

Adım adım bir büyüme ve olma hikâyeleri okumak istiyorsanız Tibet Şeftali Turtası tam da bunun kitabı. Etrafımızda değişenlerin, kentlerin, tarihlerin, arkadaşlıkların tanıklıklarıyla dolu bir hikâyeler dizisi. Üstüne üstelik sonunda size kendi bakış açısına çekip hayatınızla alay etmeyi ve hayallerin aslında gerçek olması mümkün şeyler olduğunu da öğreten bir kitap. Tadımlık değil, doyumluk. Bir anlık değil, ara sıra başucuna koymalık.