Felsefede tarihselci gelenek

Tarihselci Gelenek: Dilthey-Weber-Gadamer

Tarihselci Gelenek: Dilthey-Weber-Gadamer

DOĞAN ÖZLEM

Notos Kitap

Doğan Özlem, Tarihselci Gelenek başlığı altında, Almanya’da tarihselci düşüncenin tin bilimleri, sosyoloji ve hermeneutikteki önemli filozofları Wilhelm Dilthey, Max Weber ve Hans-Georg Gadamer üzerine dört yazısını bir araya getiriyor...

MUSTAFA GÜNAY

Felsefe tarihindeki farklı düşünce gelenekleri, birbirleriyle sürüp giden tartışma ve rekabetiyle aynı zamanda insanın kültüre ve doğaya yönelik farklı kavrayışlarını da ortaya koyar. Bu noktada düşünce gelenekleri düşünme ve araştırma alanındaki çoğulculuğun, çeşitliliğin ve insanın özgürlüğünün de göstergesidir. Özellikle modern çağda insanın karşılaştığı yeni sorunlar ve ihtiyaçlar, söz konusu geleneklerden de beslenen yeni düşünce geleneklerinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Özellikle 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında felsefe ve kültürde egemenlik ve yaygınlık kazanan pozitivizm, doğa bilimleri modelinde kurguladığı sosyal bilim ve tarih anlayışıyla günümüze kadar gelen derin etkiler bıraktı. Pozitivizm yalnızca bir bilim anlayışı olmakla kalmadı, bir kültür, insan ve siyaset anlayışını da birlikte getirdi. Pozitivizmin karşısında ise tarihselci düşünce geleneği durur. Elbette her iki geleneğin de kendi içinde farklı temsilcileri ve yorumları bulunur.

Doğan Özlem’in Tarihselci Gelenek: Dilthey-Weber-Gadamer adlı kitabı tarihselci düşüncenin başlıca temsilcileri arasında yer alan düşünürler hakkındaki yazılardan oluşuyor. Doğan Özlem “Dilthey’ın Tin Bilimlerini Temellendirme Sürecinde Epistemolojide Yaptığı Devrim” adlı yazısında Wilhelm Dilthey’ın felsefede devrim niteliği taşıyan düşüncelerini ve yaklaşımını inceler. Tarihselci geleneğin kurucu filozoflarından ve aynı zamanda önemli bir kültür tarihçisi olan Dilthey’ın ülkemizde tanınmasında Doğan Özlem’in çalışmaları belirleyici bir rol oynamıştır. Dilthey’ı çağının tinsel koşulları ve sorunları bağlamında ele alan Doğan Özlem, modern felsefenin karşı karşıya kaldığı bunalıma karşı ortaya koyduğu çözüm yollarını irdeler. Bu noktada Dilthey’ın bilgide düşünme-hissetme ve arzu bağıntısına verdiği önemin altını çizer. Bu husus özellikle pozitivizm ile tarihselcilik arasındaki temel ayrımlardan birini de gösterir. Doğan Özlem insanın dünyaya farklı tavırları sayılagelen düşünme, hissetme ve arzulamanın birlikteliğini şöyle vurgular: “İnsan düşünür, hisseder ve arzular. Aynı insan bu şeylerin üçünü de aynı zaman sürecinde yaşar. İnsan yaşamında bu üç şeyin gerçekleşme tarzı ayrı değildir, tersine birbirine karışmıştır; bu üçü insan yaşamının bütünsel düzenlenişini birlikte oluşturur.” (s. 51) Bu noktada Dilthey’ın “deneyim” kavramının anlam içeriğini değiştirip genişlettiğini belirtir. “‘Deneyim’ düşünme, hissetme ve arzulama edimlerinin birlikte etkin olduğu bir şeydir; yalnızca duyum-tasarım ilişkisiyle sınırlı değildir.” (s. 52)

Düşünme, hissetme ve arzulamanın birlikteliği, aynı zamanda epistemolojik sorunların da bu bağıntı ve birliktelik çerçevesinde ele alınmasına yol açar. Bu noktada Dilthey’ın düşünme yolunun önceki ve kendi zamanının filozoflarının yollarından nasıl farklılaştığına dikkat çeken Doğan Özlem’e göre, Dilthey ne empiristlerin ne rasyonalistlerin belirlediği yoldan gider. Kantçı transandantal-idealist yoldan gitmeyi de uygun bulmaz. Çünkü Dilthey, “insanın ve aklının her zaman tarihsel ve sosyo-kültürel bir ortam içinde etkin olduğunu belirtir ve bir epistemolojinin her şeyden önce bu antropolojik-tarihsel bakış açısından hareket etmesi gerektiğini vurgular.” (s. 54) Locke ve benzerlerinin yaptığı gibi, epistemoloji artık felsefenin temel disiplini olarak görülmemektedir. Bilgi sorunlarının tarihsel bir bağlamda ele alınması konusunda tarihselci gelenek, hakikat ile hakikat kavramları arasında yaptığı ayrımlar ve eleştirilerle etkili olmuştur diyebiliriz.

Tarihselcilik belli ölçüde relativizm ve şüpheciliği de içerir. Doğan Özlem bu konuda Dilthey’dan yola çıkarak şunları söyler: “Her çağın, her dönemin kendine özgü hakikat iddiaları vardır. (...) Tarihselcilik çağların, dönemlerin hakikate değil, kendilerine göre hakikat iddialarına sahip olduğunu, bu çağların, dönemlerin bu iddialar ışığında anlaşılması gerektiğini vurgular. Belirli ölçülerde rölativist ve şüpheci olmadan iyi bir tarihselci olunamaz. Tarihselcinin rölativist ve şüpheci olmadığı husus, tarihte Hakikatin değil, Hakikat konseptlerinin yönlendirici olduğudur.” (s. 55)

Tarihselci gelenek içindeki önemli figürlerden biri de Max Weber’dir. Kitapta yer alan iki yazıda Doğan Özlem, Weber’in bilim anlayışını irdeler ve onun “ideal tip” kavramları çerçevesinde tarih-sosyoloji ilişkisini çeşitli yönleriyle ele alır. Weber’i çağının düşünürleriyle ilişkileri ve sorunları bağlamında ele alan Doğan Özlem, onun bilim kuramının özgünlüğünü kavramak için, 19’uncu yüzyılın son çeyreği ile 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde kültür bilimlerinin temellendirilmesi konusundaki felsefî tartışmalarda takınılan iki tavrın önemli olduğunu vurgular. Söz konusu iki felsefî tavrı şöyle açıklar: “Spencer, Comte ve Durkheim’ın sosyolojileri toplumu ve kültürü doğanın bir uzantısı sayan doğalcı-pozitivist bir anlayışa dayanıyordu. Marx’ın sosyolojisi de tarihselliğe sürekli vurgu yapmasına rağmen temel karakteristiği bakımından doğalcı bir sosyolojiydi. Oysa özellikle Almanya’da daha Herder’le başlayan ve Alman Tarih Okulu’ndan (Tarihçi Okul) Dilthey’a kadar uzanan bir gelenek içinde bu doğalcı anlayışa karşı tinselci ve tarihselci bir anlayış egemen olmuş; kültür bilimlerinin yasalılıklar ve nedensellikler peşindeki doğa bilimleri gibi açıklamacı bilimler değil, konularını özgül ve bir defalık haller olarak ele alan anlamacı bilimler oldukları belirtilmiştir.” (ss. 74-75) Doğan Özlem, kendi sosyolojisine “anlamacı sosyoloji” adını veren Weber’in anlamacı ve açıklamacı yöntemlerin bir birleşimini ortaya koymak istediğini belirtir.

Tarihselci gelenek içinde yer alan bir başka önemli filozof Hans-Georg Gadamer kitapta yer alan diğer isim, Gadamer son yıllarda ülkemizde de ilgi görmeye başladı. Doğan Özlem’e göre Gadamer, hermenutiği ontolojik bir zemine yerleştirme ve evrenselleştirme çabalarıyla geçen yüzyıldakinden farklı bir doğrultuya çekmiş, bu yöndeki eserleriyle yüzyılımız felsefesinde yoğun tartışmalara yol açmış ve önemli etkiler meydana getirmiş bir filozoftur. Gadamer’in “Hermeutik Refleksiyonun İşlevi ve Alanı Üzerine” yazısının Habermas’ın kendisine yönelttiği eleştirilere bir tür cevap niteliği taşıdığını belirten Doğan Özlem, Gadamer’in görüşlerinin özetini ortaya koyar. Ancak Doğan Özlem’in başka yazılarında ve kendisiyle yapılan çeşitli söyleşilerde Gadamer’in ve Heidegger’in düşüncelerini eleştirdiğini hatırlamak yerinde olur. Özlem, hermeneutiği kendilerine özgü bir felsefe anlayışına dönüştürmeleri gerekçesiyle bu iki filozofu eleştirir. Bu noktada Doğan Özlem’in tarihselci gelenek içinde ve hermeneutik anlayışı bakımından Dilthey’cı bir düşünce damarını sürdürdüğünü söylemek yerinde olur.

Ülkemizde tarihselci düşünce geleneğinin izinde sürdürdüğü çalışmalarıyla önemli katkılar sağlayan Doğan Özlem’in Tarihselci Gelenek: Dilthey-Weber-Gadamer adlı kitabı, söz konusu geleneğin içinde yer alan üç düşünce ustasını anlamak ve değerlendirmek için yararlı bir kaynaktır. Onun Dilthey hakkındaki bütün yazılarının da ayrı bir kitapta toplanması uygun olacaktır.