Kaos; insanın bütün öğrendiklerini reddetmesidir

Sıcak Kafa

Sıcak Kafa

AFŞİN KUM

April Yayıncılık

Afşin Kum’un romanında birdenbire ve bütün dünyaya adı “abuklamak” olan ve düşünceyle bulaşan bir hastalık musallat oluyor. Televizyon kanalları, internet erişimi ortadan kalkıyor. Önce sokaklar, mahalleler, şehirler karantina altına alınırken sonra bütün dünya yayından çıkmaya başlıyor...  

ADALET ÇAVDAR

Bir süredir yaşadığımız çağdan, coğrafyadan ve hatta dünyaya sirayet eden bu kötülük halinden ötürü; bir şekilde ve her koşulda insanoğlunun hayatta kalmaya ve yaşamaya çalıştığı şu zamanlarda; sıklıkla şehir şebekelerine çeşitli antidepresanlar katılması gerektiğini düşünüyorum. Nedeni bariz, nasıl dayanıyoruz nasıl devam ediyoruz bilemeden hâlâ bir şekilde bir aradayız. Uzunca bir süredir her sabah acaba bugün nasıl bir haber alacağız diye çıkıyoruz yataktan. Aklı hâlâ biraz salim ve sol tarafında bir kütle değil vicdan taşıyanlar yani biz dediklerimiz... Boğazımızda bir düğümle, –yine de başımız dik-  bunca pislik içerisinde bir parça nefes alırız diye eşimize dostumuza her zamankinden daha çok ve daha sık sarılıyoruz. Evet, birazdan biraz fazla umuda ihtiyacımız olduğu doğrudur.   

Sıcak Kafa adlı romanıyla bütün bu hislerin, düşüncelerin içerisinde dolanıp duran benim biraz daha aklımı karıştırdı Afşin Kum. Sokakta yürürken, metroya binerken, camdan sokağa bakarken aklımın içerisine küçük bir çentik attı, yüzüme garip bir gülümseme yerleştirdi. Bir bilimkurgunun içerisinde sanki bugünde dolanıyormuşum gibi dolaşmaya başladım. Sıcak Kafa, bugünü ve bu dünyaya düşünce yoluyla bulaşan bir hastalıkla sınıyor. İnsan kitabı okurken ister istemez kendini “acaba mı?” diye sorarken buluyor.  

Afşin Kum’un romanında birdenbire ve bütün dünyaya adı “abuklamak” olan ve düşünceyle bulaşan bir hastalık musallat oluyor. Hastalığın teşhisi güç ve teşhis edenin de hasta olmasından ötürü tedavisini bulmak için devletler tarafından özel laboratuvarlar geliştiriliyor. Doktorlar, hastalarıyla ve hastalıkla birebir ilişki kuramadıkları için dünya sağlıklı ya da hasta olanların oldukları yerde karantina altına alındıkları bir yere dönüşüyor. Televizyon kanalları, internet erişimi ortadan kalkıyor. Önce sokaklar, mahalleler, şehirler karantina altına alınırken sonra bütün dünya yayından çıkmaya başlıyor.  

Bütün bu kaosun içerisinde daha önce devletin kurduğu bir grupta hastalığın tedavisini bulmaya çalışırken bir şekilde hastalandığı ve iyileştiği iddia edilen Murat Siyavuş bize olanı biteni anlatıyor. Kendisi namı diğer Sıcak Kafa. Devletin elinden kaçıp annesinin dizinin dibine yerleşen ve televizyon seyretmek dışında herhangi bir şeyle pek ilgilenmeyen Murat Siyavuş bir gün evde sonsuza kadar oturamayacağının farkına varıyor. Hastalıkla ilgili klinikte daha önce çalıştığı arkadaşını bulmaya çabalıyor bir süre ve o süre zarfınca İstanbul’un nasıl yağmalandığını ve insanların nasıl vahşileştiklerini anlatıyor. Bir şekilde tekrar devletin elinde geri dönüyor Siyavuş. Çaresiz derde derman olmak isterken; kadınlık, erkeklik, arkadaşlık, travmatik kişisel tarih hikâyeleri hepsi birbirine karışıyor. Dünyanın içine düştüğü kaosun ortasında bir de kişisel kaosuyla ilgilenmek durumunda kalıyor. O henüz imkân bulup delirebilenlerden olmadığı için, baki olan aklıyla derman bulmaya çalışıyor.  

Abuklamak hastalığı nedeniyle herkesin dili aynı olsa da söylenenle anlaşılanın birliği sağlanamıyor. Kimisi algının sisteminin çöktüğünü, kimisi algının özüne döndüğünü düşünebilir Sıcak Kafa’yı okurken. Anda anlaşılma arzusunun ötesinde zamanın ta kendisine düşüyor akıllar. Dil düşünmeden konuşuyor kendince. Zaman dümdüz akmıyor artık, eğilip bükülüyor ve herkes birbirine çarpıyor. Dünya abuklamaya başlıyor. Abuklamak kelimesi size kitabın başlarında biraz garip gelse dahi ona da zamanla alışıyorsunuz, ee sonuçta abuklamak düşünce yoluyla geçen bir hastalık. Abuklamak kelimesiyle abluka kelimesinin arasındaki anagram da kendimce başka şeyler ifade etti bana ama her okur kendi abuklamak hastalığının yerine kendi mustaribi olduğu kavramı koysun isterim. 

Afşin Kum, hem romanı yazarken kurduğu dil hem de romanın içerisinde uğraştığı dilin ve anlamın kendisiyle okurun düşüncelerini birden fazla yere odaklamayı başarmış bir yazar. Daha önce Afilli Filintaların web sitesinde de dil üzerine yazılar yazan Kum’un bu dil meselesine olan ilgisinin yazımını daha da güçlendireceğini düşünüyorum.  

Sıcak Kafa’yı okurken aklımın bir tarafında sürekli Jose Saramago’nun Körlük ve Görmek romanları geçiyordu. Saramago’nun Körlük’le anlattığı insanın hayatta kalmak için başvurduğu öz kimliği yani vahşet duygusu, Görmek’le anlattığı herkesin anlaşılabilme arzusu ve hem sağdan hem soldan süre gelen devlet politikaları Afşin Kum’un yarattığı bilimkurgunun içerisinde de farklı şekillerde yer alıyor. Sonuçta her şey kaosa bağlanıyor ve kaos ilginç bir şekilde öğrenilen her şeyin reddedilmesi, insanın kendi olması anlamına geliyor.  

İnsanın aklı kendi yarattıklarına teslim olacak kadar ileriye gidebiliyor. İnsanlar yeryüzünde yaşayan diğer canlılar gibi evrenin kendi sınırları içerisinde yaşamayı kendilerine yediremeyip daha fazlasını istiyorlar, sınırların da ötesini dünyanın ta kendisini, amma ve lakin buna sahip olmak için dünyanın ta kendisini yok ediyorlar. Ve başa gelen ilk felaketle insan olmaktan da çıkıp özlerindeki vahşiye dönebiliyorlar. Herkes yaşamak için bir başkasını öldürebilecek seviyeye gelebiliyor. Öldürmek olarak tanımladığım sadece bedensel bir yok ediş değil; fikri, vicdanı, aklı, özgürlükleri, hakkı ve hukuku yok etmek de bir insanın yaşama devam edebilmesini engelleyen etkenlerden sonuçta bütün bunları hepimiz yaşayarak deneyimledik hâlâ da her sabah deneyimliyoruz. Aklımızda hep bir nasıl devam ediyoruz sorusuyla dolanıp duruyoruz.