"Zırvadan kuvvet doğar"

Şampiyonların Kahvaltısı

Şampiyonların Kahvaltısı

KURT VONNEGUT

Çeviri: Algan Sezgintüredi April Yayıncılık

Kurt Vonnegut, Şampiyonların Kahvaltısı'nda, çevreyi mahveden sanayiyi, Vietnam'da kitle imhası gerçekleştiren hastalıklı zihniyeti, gerçek suçluların peşinden koşmak yerine garibana dünyayı dar eden polisleri, insanlık ayıbını balçıkla sıvayan köleliği ve vatandaşlarını aptal yerine koyan yönetimleri göstere göstere yerer.

BATUHAN SARICAN


Müttefikler Dresden’i bombalıyor. ABD Hava Kuvvetleri (USAAF) ve Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) flamalı ağır bombardıman uçakları, Nazilerin kontrolündeki kenti fosfor bombası da dâhil olmak üzere tahribat gücü yüksek silahlarla dümdüz ediyor. 15 Şubat 1945’te başlayan ve iki gün süren saldırıda, 25 bine yakın insan hayatını kaybediyor. O sırada bir ABD piyadesi, fillerin tepişip çimenlerin ezilmesine Mezbaha 5 adındaki et deposunda sessizce tanık oluyor. Bu piyade yıllar sonra dile geliyor; Dresden’de sadece sigara ve klarnet fabrikaları bulunduğunu (yani bombalamayı gerektirecek bir durum olmadığını), üstüne üstlük sivillerin saklanabilmesi için az sayıda hava saldırısı sığınağı olduğunu söylüyor. Hayatını ironik bir şekilde Nazilerin esiri olmaya “borçlu” olan bu piyade, Kurt Vonnegut’tan başkası değildir.

Kutsal kitapları hatmedip deist ve hatta ateist olanlar gibi, onun da militarizme, kapitalizme ve totaliter rejimlere karşı duruş sergilemesi boşuna değil. II. Dünya Savaşı’nın sessiz tanıklarından Vonnegut’un 40’lı yaşlarının sonunda yazar olarak tanınmasının ardından kaleme aldığı Şampiyonların Kahvaltısı’nın henüz ilk bölümünde göze çarpan militarizm yergisi de kitap boyunca izleyeceği çizginin habercisi âdeta. Sözgelişi, ABD'nin ulusal mottosu olan “e plubirus unum” yani “birlikten kuvvet doğar” ilkesini “zırvadan kuvvet doğar” olarak tanımlama cesareti gösterir. Benzer bir şekilde, ulusal marşları için “Evrende bir katrilyon ulus vardı ama sadece Dwayne Hoover ile Kilgore Trout'unkinin millî marşı sağına soluna soru işaretleri saçılmış zırvadan ibaretti” (s.26) diyebilecek kadar da “ileri” gider. Amerika (hem Kuzey hem de Latin) genelindeki okullarda öğrencilere kahramanlık destanı olarak anlatılan, 1492 yılında başlayan fetih hareketlerine ve dolayısıyla “beyaz adama” söyleyecek “bir çift” lafı vardır. “Öğretmenler çocuklara kıtalarının bu tarihte keşfedildiğini söylerlerdi. Aslında 1492'de kıtada milyonlarca insan dopdolu ve yaratıcı hayatlar sürüyordu. 1492, korsanların onları aldatmaya ve soymaya ve öldürmeye başladığı tarihti.” Vonnegut, o dönemde yaşananları Eduardo Galeano gibi az ve öz bir şekilde anlatan sayılı yazardan biridir: “Korsanlar beyazdı. Korsanlar geldiğinde kıtada yaşayan insanlar bakır rengiydi. Kıtaya kölelik getirildiğinde, köleler siyahtı. Renk, her şeydi.” (s.28)

Vonnegut’un dünya görüşünü eserlerine fazlasıyla yansıtan bir yazar olduğunu, metinlerindeki satirik unsurlardan anlayabiliriz. Şampiyonların Kahvaltısı üzerinden gidecek olursak, çevreyi mahveden sanayiyi, Vietnam'da kitle imhası gerçekleştiren hastalıklı zihniyeti, gerçek suçluların peşinden koşmak yerine garibana dünyayı dar eden polisleri, insanlık ayıbını balçıkla sıvayan köleliği ve vatandaşlarını aptal yerine koyan yönetimleri göstere göstere yerer. Mesela “İmalat süreçleri gezegeni mahvediyordu ve mamuller büyük ölçüde berbattı” (s. 90) ve “Trout adama, doğayı mahvetmekle meşgul bir sanayi dalında çalışmanın verdiği hissi sordu; beriki, çoğu zaman aldırmayacak kadar yorgun düştüğünü söyledi” (s. 124) gibi. Vonnegut, gezegeni mahveden kapitalizmin farkındadır, onu hicveder ama aynı zamanda kanıksamıştır da... Gündelik hayatın tekdüzeliğinde hasretini çektiğimiz “bir başka” evrenleri yaratırken, dünyayla ilgili bir kabulleniş de söz konusudur: “Ama artık gezegende işlerin olduklarının aksine nasıl olabilecekleri ve olmaları gerektiğine dair fikirler taşımıyordu. Dünya'nın olabileceği tek hâl vardı: Olduğu hâl.” (s. 105)

Şampiyonların Kahvaltısı’nda fosil yakıtla beslenip gezegenlerinin kaynaklarını tüketen Lingo-Üç gibi bir gezegenden tutun da sağ avucundan kazdığı hücreleri karıştırdığı çorbayı kozmik ışınlara tabi tutarak o çorbadan bebek dünyaya getiren bir adama kadar “deli işi” fikirlere hazırlıklı olmak gerekir. Pandaların soyunun tükenmesinden hoşnut olan Gilgondo gezegeninin hikâyesini yazar mesela. “Bu anti-korumacılık hikâyesinde gezegende artan biyoçeşitliliğe karşıt kaybolan bir tür için şölen düzenleniyordu.” (s. 92) Vonnegut, varoluşa dair muzip fikirleri olan bir filozof gibidir. Eserlerinde entelektüel birikimini aktarmayı, okuru sıkmadan, edebiyat eserini ders kitabına çevirmeden başarır.

Vonnegut, Şampiyonların Kahvaltısı’nda olay örgüsünü daha sonra yolları kesişecek iki ana karakter üzerine kurar. İlk karakterimiz, Vonnegut eserlerinin uydurma karakterlerinden Kilgore Trout. Bermuda asıllı Trout, geçimini çift camlı alüminyum pencere işi yaparak sağlar. Trout’u metnin merkezine yerleştiren asıl özelliği ise az önce sözünü ettiğimiz “uçuk” fikirlerin sahibi olması, bir başka deyişle göz ardı edilmiş bilimkurgu hikâyeleri kaleme alan bir yazar oluşudur. Kitabın içindeki mikro bilimkurgu öykülerini yazan da odur. Öteki ana karakter Dwayne Hoover ise köpeği Sparky dışında kimsesi olmayan, delirmenin eşiğinde (hatta yavaş yavaş delirmeye başlamış) bir Pontiac bayiidir. Karısı, Drãno yutarak intihar etmiştir, oğlu ise ondan ayrı yaşar. Hoover'ın hâli vakti yerindedir. Hayatındaki boşluğu, deliliğini besleyecek “manyakça” bir fikirle dolduracaktır: “Dünyadaki herkes, Dwayne hariç, robottu.” (s. 31) Tabii bu uçuk fikir, Trout’un yıllar önce kaleme aldığı bir bilimkurgu hikâyesinde yazmaktadır. Bakıldığında, bu fikir pek de akıl dışı sayılmaz. Bilişimizi kutsallaştırarak açıklar bu fenomeni Dwayne: “Bilişimiz, farkında oluşumuz canlı ve belki de içimizdeki kutsal tek şeydir. Bize ait geriye kalan ne varsa hepsi cansız makinedir.” (s.203) Bu görüş, kitabı okuyan herkese bir akıl oyunu oynar. Herkesin göz ardı ettiği bu fikrin Hoover'daki etkisi büyüktür. Hoover, Trout ile yollarının kesişeceği bir sanat festivali sırasında karşılaşır bu “çatlak” fikirle ve onu fazlasıyla ciddiye alır. Trout’un kitabı Dwayne'i delirtecek, bardağı taşıran son damladır.

Yaratıcı dil: Ben-tanrısal anlatım

Sivrilen karakterler için "ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz" diye bir söylem vardır. Bunun Vonnegut için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Bir başka deyişle, bu kitap, okumayı düşündüğünüz ilk Vonnegut eseriyse, anlatım dilini yadırgama ihtimaliniz oldukça yüksek. Ancak suya girdikçe alışır ve yeri gelir çıkmak istemezsiniz. Zira Vonnegut'un anlatım dilinde deneysel bir tavır söz konusu. Buna alıştığınızda, yazarın dili kullanmadaki ustalığına hayran kalırsınız. Abartı sanmayın, zira kullandığı dil oldukça enteresandır. Öyle bir üçüncü tekil kullanır ki siz birinci tekilden okuyor hissine kapılırsınız. Bunu da anlatıcı olarak kendinin farkına vardırarak yapar: “Ceset torbasını kim icat etti, bilmiyorum. Kilgore Trout'u kimin icat ettiğiniyse biliyorum: Ben.” (s. 45) Edilgen bir anlatıcı değil, okurun farkında olmasını istediği, Shakespeare'in Prospero'sudur bu âdeta. Yarattığı karakterleri ifşa eden ben-tanrısal anlatıcı olarak karşımıza çıkar: “Bu kitap uydurma elbette...” (s. 199) Ana karakterimiz Trout, başka biri tarafından yaratıldığının farkına varacak tek karakterdir. “Mr. Trout dedim. Ben bir romancıyım ve sizi, kitaplarımda kullanmak için yarattım. Pardon? dedi. Ben sizin yaratıcınızım dedim. Şu anda bir kitabın ortasındasınız. Şey, sonundasınız aslında.” (s. 261)

Güçlü ve haylaz bir üslup

Diğer eserlerinde olduğu gibi, bunda da ilk bakışta absürt gelen bir fikre dayanan olay örgüsüyle, yaşadığımız gezegene aslında çok da uzak olmayan bir evren yaratıyor Vonnegut. Söz konusu dünya, ilk bakışta okura çok uzak gibi gelse de yazar, o evreni kendi iç mantığıyla öyle bir anlatıyor ki onun gerçekliğinden şüphe duymuyoruz. Bu kıvrak zekâ işi anlatımın arkasında, mantık hatasına mahal vermeyen bir hikâye matematiği yatıyor. Açık bir kapı bırakması namümkün. Bu açıdan Vonnegut okurken bazı yerlerde yazarın detaylarda kaybolmaya başladığı izlenimine yakalanabilirsiniz. Oysa, tüm detayları açıklama gereği duyması, açık kapı kalmasını istemediğindendir. 

Bilimkurgudan hoşlanmıyorum ama gündelik hikâyelerin tekdüze anlatımlarına da karşı duran bir kitap okumak istiyorum, diyorsanız, Kurt Vonnegut okumanızı tavsiye ederim. Algan Sezgintüredi çevirisiyle yayımlanan Şampiyonların Kahvaltısı; savaşa, doğa tahribatına, insanın riyakârlığına, kısacası hayattaki saçmalıklara karşı verilebilecek en güzel yanıtı delirerek veren Vonnegut’un okuru bir başka gerçeklikle tanıştıran önemli bir eseri.