“Yarı tahliye” öyküler

Önce Dağlar Kar Tutacak

Önce Dağlar Kar Tutacak

SEMİH ÖZTÜRK

Varlık Yayınları

Semih Öztürk'ün Varlık Öykü Ödülü sahibi Önce Dağlar Kar Tutacak kitabı, dokuz öyküden oluşuyor. Öykülerde yoğun bir kış havası ve her yeri dolduran kar, dikkat çekiyor. Böyle olunca, kitabın hiç ayak basılmamış tazecik karlara benzeyen beyaz ve son derece sade kapağı daha anlamlı hâle geliyor. 

ERDİ KAYA

Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri haziran ayında sahiplerini bulmuş; Şiir Ödülü Enver Ali Akova’ya verilirken, öykü dalındaki ödülün sahibi Semih Öztürk olmuştu. Semih Öztürk’ün ödüle layık görülen dosyası Önce Dağlar Kar Tutacak Varlık Yayınları tarafından yayımlanarak raflardaki yerini aldı.

Önce Dağlar Kar Tutacak, dokuz öyküden oluşuyor. Kitap, ismini bu öykülerin birinden alıyor. Öykülerin geneli birinci tekil anlatıcı, şimdiki zamana göre kurgulanmış. Yalnızca “Kamyon” ve “Nahide’nin Saçları” öyküleri ilahî bakış açısına sahip. Yazarın dupduru bir üslûbu var. Okuru ne cümle yapısıyla yoruyor ne de her paragrafa aforizmik satırlar yazma derdine düşüyor.

Öykülerde yoğun bir kış havası ve her yeri dolduran kar oldukça dikkat çekiyor. Böyle olunca, kitabın hiç ayak basılmamış tazecik karlara benzeyen beyaz ve son derece sade kapağı daha anlamlı hâle geliyor. Bu yazıyı yazmadan önce, Semih Öztürk’ün YouTube’taki bir söyleşisini seyretmiştim. Yazar orada “Ben çok fazla gürültü yapmak istemedim” diyordu. Onun bu sözü, aklıma kar yağarken ortaya çıkan sessizliği getirmişti. Bir şeyler oluyor ama o kadar kendi kendine ve o kadar gösterişsiz ki… Doğa değişiyor, insanlar değişiyor, hayvanlar değişiyor, hayat değişiyor ama bunlar -tıpkı kar taneleri hakkındaki efsane gibi- hiçbiri birbirine dokunmadan, sessizce oluyor. Öykülerde keskin bitişler olmamasını, anlatılandan sonra o dünyada hayatın yine devam ettiği duygusunu da kafamda bu sessizlikle bağdaştırıyorum. Böylelikle kitaptaki “kar” temasını kendimce daha iyi anlamış oluyorum. Semih Öztürk’ün “Ben bu kadarını biliyorum, bildiğim kadarını anlattım ama aslında devamı var” hissi yarattığı için kitaptaki bir öyküden hareketle öykülerine “yarı tahliye öyküler” adını takınca, kendi kendime kurumlanıyorum.

Kış ve karı gücümün yettiğince kendime açıklayabildiğimde, geriye mekân kalıyor. Kitapta mekân ismi geçmiyor ama olayların taşrada yaşandığını anlıyoruz. Çok fazla gürültü yapmak istemeyen ama söyleyecek sözü olan bir yazar için taşra âdeta mütemmim cüz oluyor. Çünkü taşrada hayat metropollere göre çok daha yavaş, zaman çok daha uzundur. Bu da “Dalın ağrısı salıncak yarasındandır” diyen yazara ağrısını uzun uzun ve sakince anlatma imkânı tanır.

Peki, nedir yazarın ağrısı? Neyi yazmıştır? Onu da “Ecevit Kitap Kırtasiye” öyküsünden kısa bir alıntıyla yazara söyleteyim bari:

“Lambanın etrafındaki pervaneler sert plastiğe çarpıp geri dönüyorlardı. İçeri girebilen olursa ne mutlu ama plastik sert, giriş yok. Uğraş babam uğraş. Hayvanlığın da zavallı bir tarafı var işte. Anlamıyorsun bir türlü, inat ediyorsun. Olacak sanıyorsun, olur gibi geliyor çünkü. İnsan da aynı, çaresizoğlu çaresiz. Zaten insan dediğin de hayvan neticede.”