Neden hâlâ ısrarla felsefe yapıyoruz?

Niçin Felsefe Yaparız?

Niçin Felsefe Yaparız?

JEAN-FRANÇOIS LYOTARD

Çev.: Kurtuluş Dinçer Pharmakon Yayınevi

1964 yılının Ekim ile Kasım aylarında Sorbonne’daki öğrencilere verilmiş dört ayrı dersten oluşan kitabın her bir bölümü, daha çok yeni başlayan öğrencilerin düzeyleri göz önünde bulundurularak oluşturulmuş bir “felsefe gezintisi” olarak okuyucuya sesleniyor. Ne var ki, salt konu anlatım metinlerinin bir araya getirilmesiyle kitaplaştırılmış bir metin denecek türden bir metin de değil Niçin Felsefe Yaparız?

ABDÜLBAKİ GÜÇLÜ

Felsefenin günümüzdeki yol alış öyküsüne yön vermiş çağdaş Fransız filozoflarından biri konumundaki Jean-François Lyotard’ın Niçin Felsefe Yaparız? başlıklı çalışması, geç keşfedilmiş olması nedeniyle geç kitaplaştırılmış bir metin olmasına karşın, Lyotard okuyucularına olduğu kadar felsefeseverlere de kaçırılmaması gereken lezzetli bir metin okuma fırsatı sunuyor. Düşünürün bizzat kendi eliyle yaptığı düzeltmelerle birlikte daktilo edilmiş hâliyle bir Fransız kütüphanesinde bulunan metin, çok değil bundan beş yıl önce yalnız Türkçede değil, özgün dili Fransızcada da yoktu. Nitekim, kitabın Lyotard’ın ölümünün üzerinden 14 yıl geçtikten sonra, Pourqoi Philosopher? başlığıyla, Presses Universitaires de France tarafından 2012 yılında basıldığı görülüyor. Ne var ki, yayımlanış tarihine değil de yazılış tarihine bakıldığında, kitabın metinsel varlığının bir hayli gerilere gittiği gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Metnin, Lyotard’ın çağdaş felsefenin gündemine damgasını vuracak olan temel yapıtlarından daha önceki bir döneme ait oluşu, “iklim” duyarlı bir bakışla hareket etmeyi, yazıldığı dönemin tarihsel ve toplumsal kuşatanları yanında düşünürün fırtına öncesi sessizliği aratmayan iki arada bir derede kalmış ruh hâline karşı da tetikte olmayı özellikle gerekli kılıyor.

“Neden felsefe” sorucuğu temelinde felsefe yapmanın felsefesini yapmaya soyunan kitap, 68 olaylarının mayalandığı çok özel bir dönemde kaleme alınmış olması bir yana, çalkantılı bir düşünsel iklimde doğmuş olması nedeniyle de tam anlamıyla “arayışçı” niteliğiyle öne çıkan bir metin. Lyotard, 1964 yılının sonbahar döneminde, kitaba kaynaklık eden bu metinleri kaleme aldığında kırklı yaşlarının başındadır; kendisini “postmodern” ya da “post-yapısalcı” felsefenin kilit figürlerinden biri konumuna getiren, düşüncelerine uluslararası ölçekte büyük bir tanınırlık kazandıran yapıtlardan henüz hiçbirini yazmamıştır. Bu derslerin verildiği, bu derslerle birlikte gelişen düşüncelerin kesinleştiği yıl, editörü olarak dergilerine büyük katkılarda da bulunduğu Socialisma ou Barbarie (Ya Sosyalizm ya da Barbalık) adlı özgürlükçü sosyalist gruptan, başta eş-kurucu Cornelius Castoriadis olmak üzere kimi arkadaşlarıyla yaşadığı derin anlaşmazlık nedeniyle ayrılacaktır. Ardından bir başka sosyalist grup konumundaki Pouvoir Ouvrier’ye (Emekçi Gücü) katılacak, ancak iki yıl sonra bu gruptan da ayrılarak çok geçmeden bir büyük anlatı olmaktan öte bir değeri olmadığını düşüneceği Marksizm ile hemen bütün bağlarını kopartarak engin felsefe okyanusunun postmodern derinliklerine dalmaya başlayacaktır. Bu çerçeveden bakıldığında, Lyotard’ın felsefesinin yörüngesine neden yeni bir ufuk çizme gereği duyduğunun aynaya yansıyan görüntülerini görebilmeye olanak tanıyor kitap. Radikal politik düşünüşlerin militanlığından olgun bir filozof olarak temeli sağlam felsefî düşünüşe geçişin ayrıntılarının ya da doğum sancılarının geçit resmi olarak da okumak olanaklı metni bu anlamda. Lyotard’ın düşünsel serüveninde yaşanan büyük bir kırılmanın hemen öncesinde yazılmış olduğu gerçeği, doğal olarak metni özellikle “tarihsel perspektif” duyarlı bakışı elden bırakmayan okuyucuların gözünde ayrıca değerli hâle getiriyor. Üstelik de, çok değil, üç beş yıl sonra, felsefece düşünüşünün bütün savunularının olduğu gibi çökmüş olduğunun bilinciyle (ya da düşkırıklığıyla), düşünürün felsefe yapma tarzının geleceğine dönük yeni bir yön verme arayışı içinde olacağı düşünüldüğünde, bir kat daha artıyor bu değer. Daha kesin bir dille söylenirse, bir üst-felsefî bakışın (meta-felsefe yaklaşımının) ya da kendi üzerine dönüşlü bir yönelmişliğin (reflexive intentionality) olanca ağırlığıyla hissedildiği bir geçiş döneminde kaleme alınmış bir metinsel malzeme üstüne kurulmuş bir Lyotard kitabıyla karşı karşıyayız. Böyle bir bakış ya da yönelmişlik hâli, doğal olarak kitap boyunca hem üst-felsefî değergeli hem de özgönderimli (self-referential) bir anlatım dilinin kullanılmış olmasını da açıklıyor.

1964 yılının Ekim ile Kasım aylarında Sorbonne’daki öğrencilere (yüksek lisans hazırlık öğrencilerine) verilmiş dört ayrı dersten oluşan kitabın her bir bölümü, daha çok yeni başlayan öğrencilerin düzeyleri göz önünde bulundurularak oluşturulmuş bir “felsefe gezintisi” olarak okuyucuya sesleniyor. Ne var ki, salt konu anlatım metinlerinin bir araya getirilmesiyle kitaplaştırılmış bir metin denecek türden bir metin de değil Niçin Felsefe Yaparız?. Tam tersine, baştan sona Lyotard’ın adım adım tasarlayıp kurduğu, kendi içinde anlamlı bir mantığı bulunan, üzerine konuşması için pek çok noktayı okuyucuya bırakan doğurgan bir metin. Her bir bölümü niçin felsefe yaptığımız sorusunun farklı bir destek ayağını, arzunun felsefe yapma etkinliğine içkin oluşu belirlemesi doğrultusunda açıklığa kavuşturmayı amaçlıyor. Bölümlerin başlıkları sırasıyla şöyle: “Niçin Arzularız?,” “Felsefe ve Köken,” “Felsefi Söz Üzerine,” “Felsefe ve Eylem Üzerine.” Bütün bölümlerin ana konusunuysa, “soru sorarak” ilerleyen geleneksel felsefe yapma tarzının diliyle söylenirse, “Başsız sonsuz bir nelik arayışı olarak insanın felsefe yapmasının altında yatan temel neden nedir” sorusu oluşturuyor. Toplam 109 sayfadan oluşan metin, çevirilerini hiçbir çekince duymaksızın gönül rahatlığı içinde okuyabildiğimiz Kurtuluş Dinçer tarafından çevrilmiş.

Niçin Felsefe Yaparız? filozofları ya da felsefecileri arzuyla felsefe yapmaya sevk eden nedenlerin derinliklerini kurcalayıp bırakmıyor. Bir arzu etkinliği olarak felsefe yapmanın, önce varlık ile yokluk karşıtlığındaki gelgit misali konumsuzluğunu kesinliyor, ardından dolaşımdaki dilde arzu yoluyla söz ile eylem dünyalarının nasıl kurulduğunu ortaya seriyor. Bütün bunları yaparken, çoğu meta-felsefe yazısının tersine, kafa yormaya başlamak için olumsuzlayıcı ön-kesici etkilere karşı korunaklı, üstelik de motive edici bir okuma sunma amacını başarıyla yerine getiriyor. Yüksek lisans öğrenimi öncesi bilimsel hazırlık okuması gerekli görülen akademisyen namzetleri için olduğu kadar, sosyal bilimler ile fen bilimlerinin değişik alanlarından felsefeye yönelenler ya da felsefeden beslenme gereği duyanlar için de sağlam bir başlangıç okuması yapmaya olanak tanıyor. Belki de bunlardan çok daha önemlisi, felsefe yapmaya çalışmakla yetinmeyip felsefe yapmanın felsefesini de yapmak isteyenler için iyi bir ufuk genişletici kitap oluşuyla öne çıkıyor. Kuşkusuz metnin birinci elden dinleyicileri öğrenciler olunca, öteki yazılarına göre söylediklerinin biraz daha kolay anlaşılır olacağı, dolayısıyla da kitabın çok daha kullanışlı olacağı yönünde bir beklentinin oluşmasından daha doğal bir şey olamaz. Ne var ki, bütün bölümler genel okuyucu ya da başlangıç düzeyi esas alınarak yazılmış gibi görünse de, yaşadığımız ülkenin gerçekleri düşünüldüğünde, felsefe okuyucumuzun düzeyi göz önünde bulundurulduğunda, bu beklentinin boşa çıkma ihtimali bir hayli yüksek. Gerek felsefe eğitiminin durumu gerek genel felsefe kültürünün düzeyi açısından Fransa ile Türkiye arasındaki kapatılması güç farklar ne yazık ki üstünden atlanamayacak bir gerçek olarak yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Her ne kadar Lyotard’ın kızı da olsa, bir felsefe öğretmeni olan Corinne Enaudeau tarafından kaleme alınan muhteşem “Sunuş” yazısına benzer felsefe metinlerinin bizdeki “değme” felsefe profesörlerinin kaleminden çıkması için epey bir beklememiz gerekecek gibi görünüyor.