Zulüm yılları

Nazi Almanyası ve Yahudiler

Nazi Almanyası ve Yahudiler

SAUL FRIEDLÄNDER

İletişim Yayınları Çev: Ali Selman

Pulitzer ödüllü tarihçi Friedländer, iki ciltten oluşan Nazi Almanyası ve Yahudiler eserinde Nazi ideolojisininin nasıl “keskin bir aygıt”a dönüştüğünü anlatırken, bu zulüm karşısında felakete uğrayanları da titizlikle tasvir ederek tarih yazımına dair müstesna bir çalışmayı ortaya koyuyor.

BERKAY ÜZÜM

Saul Friedländer’in iki ciltten oluşan Nazi Almanyası ve Yahudiler adlı eseri, sadece maktullerin değil, faillerin de durumunu ayrıntılı bir şekilde işleyen, sarmal yapıya sahip bir tarih çalışması olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda Pulitzer ödülünü de kazanmış olan tarihçi Friedländer, bu eserinde nüfuz ettiği Nazi ideolojisininin nasıl “keskin bir aygıt”a dönüştüğünü anlatırken, bu zulüm karşısında felakete uğrayanları da titizlikle tasvir ederek tarih yazımına dair müstesna bir çalışmayı ortaya koyuyor.

İletişim Yayınları’ndan çıkan iki ciltlik çalışmanın ilk cildi Zulüm Yılları adını taşıyor ve 1933-1939 yılları arasını anlatıyor. Epigraf olarak Nazi Almanyası’nın Hava Kuvvetleri komutanı Hermann Göring’in “Almanya’da bir Yahudi olmak istemezdim” sözünü alan Friedländer, bu epigrafla okuyuca nasıl yıkıcı bir dönemin anlatılacağının sinyalini veriyor.

Friedländer, kitabın giriş bölümünde, Nazi ideolojisine dair yaptığı, “Nazi rejiminin işlediği suçlar ne sadece bazı rastlantısal, istem dışı, fark edilemez, birbiri ile ilişkisiz olguların kaotik bir araya gelişidir ne de önceden belirlenmiş şeytani bir senaryodur; bir araya gelen unsurların sonucudur, bazı tasarılar ve beklenmedik durumların, elle tutulur sebepler ve tesadüflerin kesişmesinin bir sonucudur” saptamasıyla, hem Almanya’ya dair efsanevi anlatılara, hem antisemitizm hareketlerinin Almanya’nın Nazi öncesi tarihinde nasıl yer aldıklarına gönderme yapmakla kalmıyor, aynı zamanda I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın içine düştüğü buhranın Nazi ideolojisine açtığı yolu ve Alman halkının bu ideoloji ve tanrısal figürü bir kurtuluş olarak görmesine ve buna bağlı olarak partiyi “demokratik bir seçim” sonrasında seçmesine de gönderme yapıyor.

Üçüncü Reich’ın hükümranlığına giden yolun incelendiği bu ciltte, –yazarın da değindiği gibi- ikincil görülebilecek olan kültür dünyasının, Yahudi ve sol kanattaki sanatçı ve aydınların kitlesel olarak tasfiye edildiği ilk alan olduğu göze çarpıyor. Hitler’in iktidarı eline almasının arifesinde başlattığı kitlesel psikolojik ve fiziki saldırılarla, aralarında Walter Benjamin’in de bulunduğu sanatçı ve aydınlar ülkeyi terketmeye zorlanıyor. Kültür dünyasına yapılan bu kısıtlamalar, sonrasında eğitime de yönlendirilmiş, üniversitelerde de büyük ölçekli tasfiyeler başlıyor. Friedländer’ın, bu konuda kilise ve üniversite arasında yaptığı kıyaslama önemli bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim yazar, kilise ve üniversitede Nasyonal Sosyalizm’i destekleyenlerin küçük birer azınlık olsa da,  bu “yeni rejim” ve “milli dirilişi” destekleyenlerin çoğunlukta olduğunu belirtiyor.

Antisemitizm kavramına dair “sıradan ırksal antisemitizm” ve “arındırıcı antisemitizm” gibi sınıflandırmalara da açıklık getiren yazar, bilhassa arındırıcı antisemitizmin Nazi ideolojisinde çok daha önemli bir rolü olduğunu vurguluyor. Bu kavram, Almanya açısından yozlaşmanın sebebini Yahudilere bağlamakla kalmıyor, Yahudilerden “arınılmaması” halinde Ari dünyasının mahvolacağına dair sürreal bir görüşe de yer veriyor. Aynı zamanda yazar, arındırıcı antisemitizmin çeşitli temalarına dair Alman Hıristiyanlığı ve Ari mitlerine de bu ciltte yer veriyor. Genel olarak tasfiye, uzaklaştırma, ihbar etme ve psikolojik işkenceye varan eylemlerin anlatıldığı bu ilk ciltte, o dönemlerde yürürlüğe giren Genetik Hastalıklı Çocuk Doğumlarını Engelleme Yasası’na da değiniliyor. Zekâ geriliği ve şizofreni gibi hastalıklara sahip kişilerin kısırlaştırılmasını öngören bu yasanın yürürlüğe girmesi, ideolojinin sadece Yahudilere değil de insanlığa karşı nasıl bir tahribat yapmak istendiğini de daha açık bir şekilde gösteriyor.

1939-1945 yılları arasını inceleyen ve İmha Yılları alt başlığını taşıyan ikinci cilt ise, genel olarak Yahudilere uygulanan imha politikasını betimleyerek Nazi Almanyası’nın Sovyetler karşısında mağlup olmasıyla nihai bir sonuca varan çöküş sürecini anlatıyor.

Yazar, Yahudi dünyasının “Holocaust” olarak adlandırdığı, insanlığa karşı girişilmiş en büyük suçlardan biri olan bu imha politikasını tanımlarken, bu olayın sadece Almanya’nın karar ve yaptırımlarıyla sınırlandırılamayacağını, olayların meydana geldiği dönemde tüm dünyanın tepkilerini ve kurbanlarının tutumlarını da içermek zorunda olduğunu belirterek, tarih yazımında elzem olan bir bakış açısını ortaya koyuyor. Nitekim kitabın objektif bir kaynak olmasını sağlayan etken de tam olarak bu.

Yahudilerin haklarının kısıtlanarak toplumdan uzaklaştırılması amacıyla onlara uygulanan ayrıştırıcı politika ve tacizlerin anlatıldığı “Terör” bölümüyle başlayan, toplama kamplarının kurulup insanların feci bir şekilde öldürüldüğü “Kitle Katliamı” bölümüyle devam eden kitap, başlangıç tarihi olarak 1942 Temmuz’unu alan “Shoah (Holocaust)” bölümüyle bitiyor. Son bölümde, Almanya’nın Finlandiya’yı işgalinden, Norveç hükümetinin ülkedeki Yahudileri Auschwitz toplama kampına göndermesine, Roma’nın işgal edilip orada bulunan Yahudilerin tasfiye edilmesine ve hatta o dönemdeki Almanya-Vatikan ilişkisine kadar uzanan sistematik bir incelemeyi okuma şansına erişiyoruz.

Friedländer, en kabataslak tanımla, ilk kitapta “Nihai Çözüm” adı altında kitlesel katliama dönüşen olaylar zincirine zemin oluşturan savaş öncesi gelişmeleri, ikinci kitapta ise izahı mümkün olmayan insanlık suçunun detaylarını ve savaşın nasıl sonuçlandığını anlatıyor, hem de tarih yazımı açısından mihenk taşı olmuş bir çalışmayla...