ESPİR ALİ SİYENÇ KILIÇ
Sel Yayıncılık
"Narkoleptik Tekvin, klasik kurgusal metinlerden sıkılan, deneysel edebiyata meraklı okur için zihin açıcı yazınsal bir deneme…"
Sel Yayınları geçtiğimiz ay çok acayip bir kitap yayınladı. Deneysel bir metin, hem de bir ilk kitap olma özelliğini taşıyor: Narkoleptik Tekvin.
Espir Ali Siyenç Kılınç imzalı kitap, alışılmışın dışında bir teknikle kaleme alınmış. “Deneysel” sıfatını da buradan kazanıyor zira. Her şeyden habersiz, kitabın ilk cümlesini okuduğumuzda klasik bir roman kurgusuyla karşılaşacağımızı düşünüyoruz. Fakat devam eden cümleden bölümün sonuna geldiğimizde, giriş cümlesinden arta kalanın kafamızı bulandırdığını, okuduklarımızın normallik üzeri bir edebi zihnin geliştirdiği fikirler olduğunu görüyoruz. Bunu söylerken niyetim Espir Ali Siyenç Kılınç’ın “acayip” bir adam olduğunu söylemek değil. Bu yargıya yalnızca birkaç cümleyle ya da okunan bir kitapla, yazarın kendisini tanımadan, en azından birkaç röportajına göz atmadan varamayız elbette. Kaldı ki kitap hakkında kapsamlı bir eleştiri yazısı, bir röportaj yayımlanmış değil henüz. Yine de kitabın, okuru yaşadığı dünyadan bir süreliğine de olsa yabancılaştırma yetisi, az önce bahsettiğim “normallik üzeri bir edebi zihin” tespitini güçlendiriyor, diye düşünüyorum.
Kitap boyunca adı geçen beş karakter var: Tanju, Feyyaz, Lale, Şebnem ve Adnan. İlkin Tanju’nun gecikmeli Milano uçağını beklediğini, sonra uçağın Milano’ya inişini ve Tanju’nun saatlerdir yağmaktan olan yağmur yüzünden ıslandığını okuyoruz. Devam eden bölümlerde Tanju iki kadınla birlikte otel odasına geliyor; bir restorana ve Umberto’nun evine gidiyor sonra. Bir anda Feyyaz ve Lale çıkıyor ortaya ve sevgili olduklarını anlıyoruz. Ardından Şebnem ile Adnan’ı ve bu iki karakterin Tanju’yla ilişkisini okuyoruz. Bu kadar! Kitabın karakterler, zaman ve mekânla ilişkisi bütün bunlardan ibaret. Ve bütün bunlar, kitabı oluşturan bölümlerin ilk cümlelerinde anlatılıyor bize. Bölümlerin geri kalanı yazının devamında alıntılayacağım tipte aforizmik cümlelerden oluşuyor. Bu haliyle Narkoleptik Tekvin’in klasik anlamda bir roman olduğunu söylemek güç.
Metnin yayınlanmış haline eklenen yayıncı notunda, Narkoleptik Tekvin’in el yazısı ile kırk dört bölüm halinde yazılmış bir “roman” olarak anlatıldığını görüyoruz. Bu bile heyecanlandırıyor okuru: El yazısıyla yazılmış ve roman olmadığını düşündüğümüz halde roman olarak tanımlanan bir kitap! Her bir bölüm, Yakup Kadri’den Kierkegaard’a çeşitli düşünürlerin muhtelif eserlerinden yazara kalan izlerle kaleme alınmış. “Bilim, felsefe ve edebiyat dünyasının önemli isimlerinden oluşan, oldukça geniş ve bir o kadar da ‘tuhaf’ bir skalada sunulan isimleri bir arada görmenin şaşkınlığı, kitabın ilk sayfasını okuduğumuz andan itibaren artarak çoğaldı.” Yayıncı notundan alıntıladığım bu cümledeki “tuhaf” ve “şaşkınlık” kelimeleri önemli. Yazının başında kullandığım “acayip” yakıştırması da bunlara eklenebilir. Narkoleptik Tekvin’i okuyan ya da okuyacak olan kim varsa, eminim bu üç kelimeden biri aklının bir köşesine yazılacaktır. Her ne kadar deneysel anlamda güdük kalmış bir edebiyatımız olsa da, Murat Yalçın’ın hazırladığı Türkiye’de Deneysel Edebiyat Antolojisi (2003, Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabı referans alarak kontrol edebileceğimiz var olan deneysel metinlerin birçoğu, bırakın bu kelimeleri akla getirmeyi, onlardan korkar hale getiriyor insanı.
Bu noktada Yeraltı Edebiyatı olarak tanımlanan edebi akım hakkında da bir şeyler söylemek gerekiyor. Amerikan Beat Kuşağı’nın ardından, bu eserlerden öykünerek hazırlanan metinleri Neo-beat olarak sınıflandıracak olursak, Türkçe edebiyat için genellikle irili ufaklı fanzinlerde yayımlanma fırsatı bulan Neo-beatler, temelde “seks-uyuşturucu-marjinalite” üçgeninde fikirsel bir boyuta ulaşan cümlelerin birbiri ardına sıralandığı şiirler ya da bu fikirlerin belirli karakterlerin ağzına yakıştırıldığı kurgusal metinler olarak yayımlanıyor. Son yıllarda, başta Hakan Günday olmak üzere bir elin parmaklarını geçmeyecek görece çok-satar roman yazarlarının da temsil ettiği düşünülen yeraltı edebiyatı, böylesi bir tanımlama üzerinden, çoğu defa “özgün biçem” değerlendirmesinde sınıfta kalıyor. Bu söylediklerim elbette başlı başına bir yazının konusu olabilecek düzeyde tartışmaya açık tezler içeriyor. Fakat söz konusu eleştiri olduğunda (hele hele edebiyat eleştirisi), golü hep aynı köşeden yiyen bir kaleciye pozisyonu anlatmanın da birtakım faydaları olabilir.
Gelgelelim Narkoleptik Tekvin, kendini bu eleştirilerden birçok noktada arınıyor. Kitapta, bölümlerin “ilk cümle sonrası” olarak tanımladığım kısımlarında ardı ardına sıralanan aforizmalar, az önce değindiğim üzere Türkçede Yeraltı Edebiyatı olarak sunulan metinlerdekinden farklı ve özgün bir altyapıya sahip. Kendini “seks-uyuşturucu-marjinalite” üçgeninden kurtarıyor. Edebi, siyasi, psikolojik, felsefi, bilimsel ve sosyolojik okumalara müsait bu aforizmalar, kitabın “derinliğini” artırıyor.
“Müreffeh sürüngen zampara, ulus konstrüksiyon kartalını simülator faşizm takasında uçurur,” diyor Kılınç. Varın ötesini siz düşünün.
En su götürmez haliyle, alt-kültüre yakın bir metinden bahsettiğimizi söyleyebilirim. Elitist değil anarşist, yapıcı değil yıkıcı bir dil kullanılmış kitapta. Oldukça da ağdalı. Yazarın yaklaşık yüz yirmi sayfalık bu metnin üzerinde epeyce durduğu belli oluyor. Birkaç cümle evvel bahsettiğim ve aşağıda bir alıntı daha vereceğim aforizmalar, okuyanın aklına “Ben bunu yazamazdım!” düşüncesini getiriyor. Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabında değindiği üzere, metnin okuyana temasının ve bir biçimde kurduğu yakınlığın okunurluğu artırdığı tespiti, Narkoleptik Tekvin için geçerli değil. Umalım bu durumun sonucu kitabın ziyanı olmasın, okunmaktan ziyadesini hak eden bir kitap çünkü.
Narkoleptik Tekvin, klasik kurgusal metinlerden sıkılan, deneysel edebiyata meraklı okur için zihin açıcı bir yazınsal deneme.
Espir Ali Siyenç Kılınç, iyi bir kaleci.