Türkiye tarihine Habitus ile bakış: Modern Türkiye'de Ermeniler

Modern Türkiye'de Ermeniler

Modern Türkiye'de Ermeniler

TALİN SUCİYAN

Çeviri: Ayşe Günaysu Aras Yayıncılık

Aram Pehlivanyan’ın 1 Eylül 1946 tarihli Nor or’da yayımlanan yazısından: “Toplu taşıma araçlarında ve vapurlarda sık sık aşağılandılar; sadece anadillerinde konuşma ‘suçunu/günahını’ işledikleri için dövüldüler. […] Her gün sayısız saldırıya uğramamak için sessiz kalmayı ve en azından kamuya açık yerlerde konuşmamayı tercih ediyorlar.” Talin Suciyan, Modern Türkiye'de Ermeniler kitabında araştırmasının odağına bu sorunu yerleştirerek tartışmış ve bazı tanıklıklar ile belgelere başvurmuş. Kitabın altbaşlığı olan “Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih” bir sürecin takip edildiğini işaret ediyor. Suciyan’ın eseri, 1915’e dair yapılan tarih çalışmaları içerisinde bir süreci takip etmesi sebebiyle tarihi okurken bütünsel bir bakışın pratik edilmesi bakımından okurun görüş menzilini artırmakta.

YAĞIZ ALP TANGÜN

Modern dünyanın doğuşuyla birlikte kozmos ve kaos arasındaki mesafe modern bilimsel bilginin sınırlarıyla yeniden düzenlenmiştir. 19’uncu ve 20’nci yüzyılın siyasal hayatına etki eden özellikle biyoloji, fizik ve matematik gibi disiplinlerdeki gelişmelerin dönemin pozitivist düşünce ortamında, toplumsal olanın tasarlanması ve yeniden kurgulanması faaliyetinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. 

Yirminci yüzyıl itibarıyla siyaset ve bilim arasındaki bu yakınlaşma, yönetsel bakımdan yaşamın her alanında kendisini göstermiş, toplumsal yapı ve kültür mimarisi bahsedilen epistemik kaide üzerinde yükselmiştir. Böylesi bir mühendislik pratiğinin sosyal bilim araştırmalarında en tartışmalı ve merak uyandıran örneklerinden birisini de modern ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci oluşturmaktadır. Bu süreç, salt siyasal sistemin ve kurumların çağdaş bir restorasyonunun da ötesinde devlet ve toplum arasında varsayılan ayrımın belirsizleştiği bir ortak aklın içselleştirilmesini ve kimlik hâline getirilmesini de kapsamaktadır. Ancak söz konusu tarihin yazılması olduğunda, içselleştirilen bu verili hâlin tayin ettiği pozisyonu fark etmek olanaksız olmaktadır. Aras Yayıncılık’tan çıkan Modern Türkiye’de Ermeniler başlıklı Ayşe Günaysu tarafından Türkçeleştirilen eserde Talin Suciyan, araştırmasının odağına bu sorunu yerleştirerek tartışmış ve bazı tanıklıklar ile belgelere başvurmuş.

Kitabın altbaşlığı olan “Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih” bir sürecin takip edildiğini işaret ediyor. Suciyan’ın eseri, 1915’e dair yapılan tarih çalışmaları içerisinde bir süreci takip etmesi sebebiyle tarihi okurken bütünsel bir bakışın pratik edilmesi bakımından okurun görüş menzilini artırmakta. 1915 politikasının, 1923 sonrası yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonrasında hem benimsenen söylem stratejileri hem de uygulamalarıyla sürdürüldüğüne dair metodolojik bir bakış sunmakta.

Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırımsonrası inkâr habitusu

Talin Suciyan kitaba Jean-François Lyotard’dan bir epigrafla başlıyor: “‘Kusursuz suç’ kurbanın ya da tanıkların öldürülmesiyle değil, tanıkların suskunluğunun, yargıçların sağırlığının ve ifadelerin tutarsızlığının güvence altına alınmasıyla mümkündür.” Tarihin yazılması sadece kütüphaneler dolusu belgenin ya da yüzlerce tanığın anlattıklarının kayıtlı olmasıyla değil tüm bu bilgilerin aynı zamanda birer kaynak olarak kabul görmesiyle mümkün olabilir. Suciyan Paris, Boston ve New York’ta gitmiş olduğu kütüphanelerin zengin arşivlerindeki kaynakların kullanılmaması durumunu şöyle açıklıyor: “Bu kaynaklardan neden yararlanılmıyor? Bu soruların cevabı, kaynakların kullanımı ile inkâr arasındaki doğrudan bağlantıda yatıyor.”

Bahsedilen ve araştırma kapsamında incelenen kaynakların büyük çoğunluğu Ermenice belgelerden (gazete, dergi, kitap, yıllık, hatırat ve sözlü tarih anlatıları) oluşuyor. Ancak bu kaynaklar içerisinde İstanbul’da 1930-1950 aralığında yayımlanan günlük ve haftalık gazetelerin (Nor luys, Ngar, Panper, Nor lur, Nor or, Marmara, Aysor, Tebi luys, Paros, Jamanak) sistematik bir taraması kitabın ana kaynağını oluşturuyor. Ele alınan Tek Parti dönemi ve II. Dünya Savaşı sonrası 1944-1950 dönemindeki Patrik seçim krizine kadar, 1915-1923 periyodunda uygulanan Ermeni politikasının Cumhuriyet tarihinin ilk 10 yılında da devam ettirildiği öne sürülüyor, Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki süreklilik hattını işaret ediyor. Suciyan’ın soykırımsonrası inkâr habitusu olarak kavramsallaştırdığı bu olgunun pratikleri Ermeni karşıtı kampanyalar -“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası gibi-, gündelik hayattaki dışlayıcı tutum ve ırkçılık pratikleriyle örneklendiriliyor. Bu alıntılardan birisi de Aram Pehlivanyan’ın 1 Eylül 1946 tarihli Nor or’da yayımlanan yazısından: “Toplu taşıma araçlarında ve vapurlarda sık sık aşağılandılar; sadece anadillerinde konuşma ‘suçunu/günahını’ işledikleri için dövüldüler. […] Her gün sayısız saldırıya uğramamak için sessiz kalmayı ve en azından kamuya açık yerlerde konuşmamayı tercih ediyorlar.”

Pierre Bourdieu’nün kullandığı bağlamda habitus kavramını, devlet ve toplum arasındaki etkileşimin cereyan ettiği alanları ve bunlara aracılık eden yapıları açıklamak için benimsediğini belirten yazar, holokost çalışmalarında da yer verilen aile tarihlerini, biyografik ve otobiyografik anlatıları deneyime dayalı olan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi kapsamında değerlendirdiğini belirtiyor. Böylelikle olgudan hareketle Ermeniler tarafından içselleştirilen ve yaşam biçimine dönüşen bilginin tespit edilmesi bağlamında, inkâr deneyiminin toplumsala gömülü biçimde mevcudiyetini yeniden ürettiği vurgusu yapılıyor.

1923 itibarıyla 1950’lere kadar devamlılık gösteren soykırımsonrası inkâr habitusu odağında Türkiye’de yaşayan Ermenilerin, siyasal temsiliyetten cemaat yönetimine kadar kurumsal temsil mekanizmalarının yarattığı sorunlarla mücadelesinde hukukun işlevini yitirdiği üzerinde durulmuş. Bu süreklilik hâli Bourdieu sosyolojisinde alan kavramıyla birlikte düşünüldüğünde gerek hukuk alanında İskân Kanunu, Vakıflar Kanunu, Lozan Antlaşması ile güvence altına alınan hakların Anadolu’da Ermeni okullarının açılmasının yasaklanması yoluyla fiilen tanınmaması, vakıf mallarına el konulması gibi yargı kararları ve “Türklüğü aşağılama” suçlamasıyla açılan davalarda, gerek akademik alanda seçilen konu başlıklarına, kullanılan argüman ya da yöntemlere verilen özel desteğe, gerekse toplumsal alanda uygulanan ve gündelik hâle gelmiş tüm ayrımcılık pratikleri yazarın da belirttiği gibi “devlet politikalarını ve toplumsallaştırılmış öznellikleri kapsar, işleyişini onlar aracılığıyla sürdürür ve onları yapılandırır.”

“Sıradanlığı kabul edilmiş günlük pratikler” nasıl sıradanlaşır?

Yazar, kitabın sonunda Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin yaşlılar evi ve kütüphanesinde yaptığı sözlü tarih çalışmanın, sıradanlığı kabul edilmiş günlük pratiklerin nasıl sıradanlaştırıldığını kavramada yazılı kaynakların sağlayamadığı derinliği kattığını ifade ediyor. Sözlü tarih çalışmasının sunduğu derinlik, resmî söylem ve tarihin benimsediği konumun çizdiği sınırların anlaşılması bakımından değer taşıyor. Toplumsalın kurgusunda Ermenilerin de oynamaları beklenen bir role yerleştirildiğinin fark edilmesi bakımından üzerinde durulması gerekiyor. Tam da bu sebepten ötürü yazar, Türkiye’de yaşayan Ermenilere uygulanan iskân politikaları, dinî ve kültürel eserlerin yok edilmesi ve çeşitli müdahalelerin diasporalaşmaya neden olduğu argümanını öne sürüyor. Malatya, İstanbul ya da Diyarbakır’da yaşayan bir Ermeni ile San Francisco’da yaşayan bir Ermeni’nin “memleket bildikleri yerde yaşamama” nedenleri bakımından aynı konumda değerlendirilmeleri gerektiği belirtiliyor.

Suciyan’ın çalışması, Türkiye’de gündelik yaşamın sıradanlığı içerisinde azınlık ya da çoğunluk denkleminin çizdiği sınırlarda anlaşılması çetrefilli olan fakat toplumun bütün kesimlerinde işleyen ve fark edilmesi zor olan kabullenme hâlini suyun üstüne çıkartarak okura nefes aldırıyor.