Lizbon dolaylarında

Lizbon Kuşatmasının Tarihi

Lizbon Kuşatmasının Tarihi

JOSÉ SARAMAGO

Çeviri: Emrah İmre Kırmızı Kedi Yayınevi

Târihsel anlatıyı şekillendiren bakış açısı ile yaşanan olayların katı gerçekliği arasındaki mesâfeyi edebiyat cetveliyle ölçmeyi amaçlayan yazar hınzırca dokunuyor şehrine.

ÖMER ALTAN

Portekizli yazar José Saramago Nobel Edebiyat Ödülünü 1998 yılında kabul etti. Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan külliyatının son halkası olan romanı ise 1989 yılında yayımladı. Çevirmeni Emrah İmrenin tercümesindeki zorluğa değindiği kitapta olaylar Portekizin başkenti Lizbonda geçmenin ötesinde resmî târihin anlattığı Lizbon imgesinin etrafında dolaşıyor. Târihsel anlatıyı şekillendiren bakış açısı ile yaşanan olayların katı gerçekliği arasındaki mesâfeyi edebiyat cetveliyle ölçmeyi amaçlayan yazar hınzırca dokunuyor şehrine. Sevgiyle benimsediği sokakların arkasındaki kan gölünü görmezden gelemeyeceği bilinciyle, paradoksal bir gerilimi taşıyor sayfalara. Paragrafların uzayarak kaybolduğu, noktalama işâretlerinin eksildiği Saramago tarzı kesintisiz metin akışı içinde, okuyucuya târihe ve târih yazıcılığına çapraz bir bakış atma şansı tanınıyor.

2010 yılında vefat eden José Saramago Amerikalı eleştirmen Harold Bloomun yaşayan en büyük iki romancıdan birisi addettiği, Nobel akademisinin Hayal gücü, şefkat ve ironiyle ayakta duran meseller ürettiğini söyleyerek ödüllendirdiği bir büyük yazardı. Tüm kitaplarını birleştiren temel meseleleri, anlatıların kurgusal dokularında yırtıklar açarak işleyen Saramago romanı roman yapan mihenk taşlarını yerinden oynatarak kendine özgülüğüyle büyülüyordu. Nobel konuşmasında anlattığı üzere tanıdığı en bilge kişi okuma yazmasız bir çiftçi olan dedesiydi. Saramagonun anlatı kuvveti ulu çınar Yaşar Kemal misali kırsalın sözlü hikâyeciliğinde tava gelmişti. Yazı öncesi gerçeklikte doğal yaşamın gündelik döngüsü, çiftçinin ekmek mücâdelesiyle doğup-yeşerip-ölen yaşamsal hareketin içindeki dünyevî yücelik arasında şekillenmekteydi. Burada hassas çocukların gözleri hayatta kalmanın şiirini görüyordu. Bu insanlar bizim okullarımızda yaratamayacağımız ilksel koşullar içinde doğa güçleriyle temas etmişler ve yetişkinliğe adım atarken çocukluklarının tarlalarına batırdıkları kalemlerinden asla tüketilemeyecek bir ışık saçıvermişlerdi dünyaya. Farklılaşan kavrayışlarına rağmen muhakkak ki aynı toprak ananın usâresinde yıkanmışlardı.

Dünya yaşantısındaki yalancılık ve acımasızlık bataklığından iğrenen Saramago kitaplarında bu durumu olasılıklarla çarpıtma yaklaşımına sığınmıştı. Lizbon kuşatmasına getirdiği minik değişiklik üzerine düşünmeye sevketmesi gibi, tüm eserlerinde sunduğu alternatif gerçekliklerle varolan düzenin absürtlüğünü hissettiren deneyler sunuyordu okura. Olay örgüsüyle metinlendirme biçeminde yeni yollar keşfederek târihi, uygarlık tanımını, insan ilişkilerini ve mevcut politik gerçekliği tepetaklak etmekteydi. İçinde yaşadığımıza başka türlü olsaydı diyerek savaş açmıştı. Bu romanda da bu savaşın târihi kesen kırmızı çizgilerinde gösterinin arkasındakileri aralamak için itekliyor hepimizi, bunu yaparken aşkı yâverimiz kılmayı da unutmuyor asla. Dünyaya benimsediğimiz yanılgılardan beslenmeyen geçitler iliştiriyor. Eğer bunu kabullenmeseydik yine de doğru gelir miydi. Böylesi zor bir soru etrafında örülen eserleri bugün tek tek titizlikle bize ulaştırılırken romana yeni bir derinlik katan yazara yaklaşmanın zamanıdır.

Saramagonun roman formatına katkısı çok düzlemli mîmârîsinde ortaya çıkar. Hikâye akışını sürükleyici biçimde kuran yazı adamı, bunu anlatının kurgusal sınırlarıyla çakıştırır. Böylece Latin Amerikadan çıkan büyülü gerçekçilikten ayrılan yan bir yol imler. Burada fantastik olanın büyüsü yoktur, doğal olanın kurgusalda ortaya çıkan aklî gölgesi büyülü gözükmektedir. Bu yazarın hayat algısını yansıtmaktadır. Saramago için varoluş fantastik unsurlardan arınmış olmasına rağmen sâde gizemini muhâfaza etmektedir. Bu, yazarın kavgalı olduğu kurumların anlattığı yüzeysel ve akla hakaret eden fantazilerden çok daha derindeki bir canlılığa delâlet eder. Saramago romanı oluştururken yalanların hizmet ettiği aslî neşeyi ihmal etmez. Kandırmacayla örülmüş politik çerçevenin ancak dille mümkün olduğu bir ortamda, dil öncesine yolculuk ederek doğal olana dokunmayı hedefler. Kırlığın kalbine dokunur ve canlılıkla yıkanırız. Dili unutarak, ondan özgürleşerek, dogmaların zehrinden de arınırız. Saramago bunu arzulayan yeni bir dil üslûbuyla yazar, bu arayışı yaşatacak biçimde, sınırlılıklarıyla alay eden romanlar kurgular. Daha önceki deneyciler gibi nefret etmez romanın ve dilin kurmacalığından, bu yapay oluşumu farkındalık içinde eritebileceğine inanır. Böylesi yenilmez bir kendine güvenle beslemiştir onu doğduğu yaban. Dili dille yenebileceğinden emindir ve bu yazınını esrimeyle doldurur.

Böylesi çığır açmış bir yazarı okumadan olur mu. Edebiyat alıştığımız formatı kıranlara şans vermekle ilgilidir en çok da. Hangi kitabı olursa olsun, okunmalıdır Saramago. Fikirleriyle de ilgili değildir bu üstelik, edebiyatı seven ve ona hakettiğini vermeyi aramış bir zihne dokunmak içindir. Saramago okunmalıdır, Lizbon kuşatmasının tarihinden daha elzemdir bu. Zorlayıcı da gelse okunmalıdır. İmkânsız olanın olasılığı, düşler ve yanılsamalar benim romanlarımın konularını oluşturur diyen yazarın masalsılıkla sunduğu korkunç gerçeği bünyemiz reddetmek istese de okunmalıdır Saramago. Bunu kabullenmeseydik yine de doğru gelir miydi diye sormak için. Büyük bir hikâyecinin zenginliğini paylaşmak için.