Kumandanı Öldürmek: Murakami'de istikametler, fraktaller, süreklilikler

Kumandanı Öldürmek

Kumandanı Öldürmek

HARUKİ MURAKAMİ

Çeviri: Ali Volkan Erdemir Doğan Kitap

Haruki Murakami sevilmesi kolay olmayan, bir kere elinden tutuldu mu da bırakılması imkânsız olan bir yazar. Kurmuş olduğu evrenlerden ve aslında pek de bir çözüme ulaşmayacağını son sayfalarda fark etmeye başladığımız olaylardan ileri geliyor galiba bu. Çözümsüzlüğün yarattığı sıkıntı ve açmaz hâli bir anda devamlılığa dönüşüyor ve nihayetinde bir döngünün sarmallarından biri hâline geliyor.

CAN SEMERCİOĞLU

Murakami’nin yeni romanı Kumandanı Öldürmek yazarın hikâyelerinin nihai devamı hissi uyandırıyor. Eğer yazarın romanlarında gidebileceği sayısız farklı yön varsa, Kumandanı Öldürmek o istikametlerin bir bileşkesi.

İstikametler

Adını bilmediğimiz ve kitap boyunca da öğrenemeyeceğimiz bir ressam, eşinden ayrılır, boşanma işlemleri başlatılır ve kendini yollara vurur. Yüzlerce, binlerce kilometre gittikten sonra ressam artık daha farklı biri hâline gelir. Tomohiko Amada isimli, önceden modern resim yapan ama daha sonra savaş travmasının ardından kendini geleneksel Japon resmine veren ve şimdilerde bunadığı için bakım gören ressamın ormanlığın içindeki boş evine yerleşir.

Ressam aslında portreleriyle meşhurdur ama ne işine ne de resim sanatının kendisine bağlıdır. Tomohiko Amada’nın evine taşınıp onun evindeki “Kumandanı Öldürmek” isimli tabloyu gördüğü zaman resimle olan ilişkisi değişir. Zaten çok az evin yer aldığı ormandaki komşusu Menşiki’yle tanışmasıyla birlikte Murakami evrenindeki olaylar gerçekleşmeye başlar. Adanmış Murakami okurları aşinadır: Bu noktada olayların istikameti üç aşağı beş yukarı bellidir.

Ressam görmese daha iyi olacak (görmemesi gereken değil) bir tabloyu görür, tanışmamasa daha iyi olacak insanlarla tanışır, duymazdan gelse daha iyi olacak bir zil sesini duyar, yapmasa daha iyi olacak bir resmi yapar, girmese daha iyi olacak bir kuyuya girer ve tüm hayatı değişir. Tüm bu olayların birlikteliği ona doğaüstü bir dünyanın kapılarını açar, âdeta gözündeki perde kalkar.

Daha önceki romanlarında olduğu gibi Kumandanı Öldürmek’te de bunların tamamı olumsaldır, tesadüfi değil. Şans eseri girmez o olayların içine, girmek zorunda da değildir ama olayların gelişimi, ressamı o yöne doğru sevk eder.

Tercihlerde, seçimlerde bulunur ama siyah-beyaz kadar keskin bir ayrıma dayanmaz. Ressam bir kere yola koyulduğunda istikameti onu başka diyarlara götürür ama romanın sonu geldiğinde de ya her şer tüm dağınıklığıyla ortada kalır ya da hayat hiçbir şey olmamış gibi “normal” düzenine girer.[1] Kumandanı Öldürmek ise Murakami’nin gidebileceği muhtemel tüm istikametlerden geçer; fiilen geçmese de “geçiyormuş” hissi yaratır.

Fraktaller

Murakami’nin önceki çoğu romanında olduğu gibi Kumandanı Öldürmek’te de baş karakter kısa sürede pek çok referansın içine düşer ve dokunduğu her referans onda, algısında değişime sebep olur. "Kumandanı Öldürmek" tablosu, Don Giovanni operası, Mozart, Beethoven, Schubert operaları, Naziler, İkinci Dünya Savaşı, geleneksel Japon resmi… Referanslar ve ilgi alanlarının gizemli yanları Murakami’nin kahramanını şekillendirir. Referanslar, ressamı sanki belirler.

Bu şekillenme hâli, yani şekillenmenin kendisi Murakami’nin pek çok romanında mevcuttur. Bazılarında farklıdır. Gerçi ona da farklı demek doğru değildir, şekillenme oranı azdır. Kumandanı Öldürmek’te ise bu benzerlik oranı en yüksek seviyeye ulaşıyor. Yani Kumandanı Öldürmek, kendine benzeyen bir roman.

Fraktal sözcüğünü ilk olarak Prof. Dr. Önder Pekcan’ın “Kardiyolojiden Edebiyata Gündelik Hayatta Fraktaller” başlıklı konuşmasında duymuştum. Kabaca tanımlayacak olursak, fraktal, kendine benzeyen (self-similar) nesnelerin matematiksel örüntüsüne verilen bir isim. Örneğin, yapraklardaki damarlarla vücudumuzdaki damarlar, bulaşık teli ve bazı Jackson Pollock tabloları fraktal bir nitelik taşır. Bir nevi, tasarıma dayalı bir ad aktarması.

Kumandanı Öldürmek’teki karaktere baktığımız zaman bunu çok net biçimde görebiliriz. Ressam, Murakami’nin aslında aşina olduğumuz bir karakteri. Onu her romanında gördük. Bir şekilde hayattan izole olmuş, bir başına kalmış, kendini tuhaf bir ortamın içinde bulmuş, daima bir arayışın içinde olan, orta yaşlı, sosyal olsa istediklerini elde edebilecek ama izole yaşadığı için azla kanaat eden; kültürel zevkleri bulunan, klasik müzik tutkunu, evinde yemek ve temizlik yapmayı seven, kendi başına vakit geçirmekten keyif alan ama her nasılsa kendini hayaller, rüyalar ve tuhaf olaylar evreninde bulmayı başaran bir erkek.

Bu karakterin çok benzerlerini, kendine benzerlerini, fraktallerini en bariz olan dört kitabında görürüz Murakami’nin: Zemberekkuşu’nun Güncesi, Sahilde Kafka, 1Q84 ve Tuhaf Kütüphane.[2]

Yine Kumandanı Öldürmek’te, -özellikle İmkânsızın Şarkısı’nda bunun daha naif ve belki de çapraşık bir biçimini görürüz- kendine benzerlik hâlinin görülebileceği, hikâyenin belkemiğini oluşturan bir diğer nokta ise ressamın küçük yaşta hayatını kaybeden kız kardeşi ile komşusu Menşiki’nin kendi kızı olduğunu sandığı, ressamın öğrencisi arasında mevcuttur. Bu benzerlik, kaybedilenin telafisi olarak görülebileceği gibi yanılsama diye de addedilebilir.

Murakami’nin romanlarında da kadın karakterlerin edilgenliği, yokluktan biraz fazla olan mevcudiyeti ve yer yer kötücüllüğü de bu kendine benzerliğin bir örneği. Kumandanı Öldürmek’te de ressamın eşiyle bir boşanma sahnesiyle tanışırız ve o dakikadan itibaren kadın yokluğuyla var olur. Mevcudiyetiyle var olduğu anda da ressamın içine girdiği o hayalvari dünya kapanır ve gündelik gerçeklik başlar.

Süreklilikler

Murakami’nin gerçekliğini/hayalliğini sürdürülebilir kılan şey, onun önceki romanlarından miras aldığı, oradaki hikâyelerde geçen ve o hikâyelere benzeyen (ama fraktal olmayan) belli başlı noktalar.

Bunlardan Kumandanı Öldürmek’te en aşikâr olanı kuyu. Zemberekkuşu’nun Güncesi’nde kuyunun neredeyse merkezî bir yere sahip olduğunu görmüştük. Kahraman kuyuya girerek güya kafasını dinliyordu ama o anlar aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan acımasız, vahşi ve kanlı sahnelerin hatırlandığı bir yerdi. Sanki bir zaman makinesiydi. Kuyu, Kumandanı Öldürmek’te de sadece rüyalarda var olabilen, doğaüstü demenin dahi hafif kaldığı (çünkü ressamın yaşadığı dünya 80 santimetre uzunluğundaki yaratıklarla epey doğaüstü) evrene açılan bir portal işlevi görüyor.

Murakami’nin kendi gerçekliğini sürdürdüğü bir başka nokta ise müzik. Diğer kitaplarında genelde caz ve klasik müzik göndermeleri çokça var. Kumandanı Öldürmek’te de bu sürekliliği görmek mümkün. Mozart’ın Don Giovanni operasından Schubert’in yaylılarına uzanan bir istikamet söz konusu. Nasıl İmkânsızın Şarkısı’nda The Beatles’ın kitaba da adını veren Norwegian Wood şarkısı iki karakter arasındaki aşk, bütünleşme ve ayrılığın kilit noktasını oluşturuyorsa, Mozart’ın Don Giovanni operası da Kumandanı Öldürmek’te hikâyenin kurucu öğesi.

Bu sürekliliği bir döngü kabilinden ele alacak olursak, Murakami’nin karakterlerinin sıradanlığı, gündelikliği, gündelik gerçekliği veya bilinci kaybedip yeniden bulması bu sürekliliğe temel teşkil edebilecek unsurlardan. Bunu, İmkansızın Şarkısı’nda başından eksiltilmiş bir aşkta, Zemberekkuşu’nun Güncesi’nde bilincin geçmişe dönük olarak yitirilmesinde görürken, Kumandanı Öldürmek'te doğrudan gündelik gerçekliğin yitirilmesinde görürüz. Aslında romandaki hikâyeyi tek cümlede özetlemek de mümkün: Eşinden ayrılan bir adam doğaüstü ve gerçek dışı bir evrenin içine çekilir, bu gerçek dışılığın en son noktasına kadar gittikten sonra her şey normalleşir. Gerçeklikten kopup, onun esas sırrını keşfetmek için çıkılan yolculuk bu anlamda Murakami’nin romanının karakterini oluşturur. Çünkü Murakami, okurlarına hayatın en sert ve acımasız çekirdeğini verir. Karakterleri gerçeklikten tamamen kopma noktasına gelir, sarsılır ancak nihayetinde yeniden doğarlar.

Murakami’nin en “ortalama” romanı

İstikamet, fraktaller ve süreklilik Murakami’nin romanları için bir döngü oluşturuyor. Üç farklı öğe her zaman homojen olarak dağılmıyor tabii. İkisinin baskın olduğu yerde genellikle biri hafif kalıyor. Fazla iddialı olmaya gerek yok ama “İstikamet + Fraktaller + Süreklilikler = Murakami romanları” (İ+F+S=MR) gibi bir formülün üzerine kafa yormaya değebilir.

Bu üç katmanın her birine verilebilecek onlarca örnek bulmak mümkün. Her birinden genişçe bir harita çıkabilir.

Kumandanı Öldürmek, Murakami’nin romanlarına en çok benzeyen romanı. Alıştığımız, belirli bir istikamette giden olaylar, kendine benzeyen karakterlerin başından geçerek diğer romanlardan alınan mirasla bir süreklilik oluşturuyor. Bu, Kumandanı Öldürmek’i Murakami’nin diğer romanlarından daha yukarıya taşıyan ya da dibe çeken bir unsur değil. Aksine Kumandanı Öldürmek, en ortalama Murakami demek.

 

[1] Kumandanı Öldürmek’in net bir sonu var elbette ama alıştığımız üzere o bitmişlik hissini pek tattırır cinsten değil. Murakami’nin pek çok kitabındaki sonluluktaki eksikliğin bir yansıması olarak değerlendirmek mümkün bunu.
[2] Murakami’nin öykülerindeki örüntüyü ortaya çıkarmak için temel aldığım kitaplar bunlar. İmkansızın Şarkısı da başka bir düzeyde dahil edilebilir.