Yaşamın kenarından öyküler

Korku Yokuş Aşağıydı

Korku Yokuş Aşağıydı

ANIL MERT ÖZSOY

Doğan Kitap

Anıl Mert Özsoy’un Korku Yokuş Aşağıydı kitabı okuru patikalara, çamurlu yollara sokuyor, ayağınıza çamur bulaştırıyor çünkü anlatılanlar yaşamın mutlu yanları değil. 

EMEK EREZ

Kentlerin kendi içerisinde bir hiyerarşisi vardır. Genel olarak merkez olarak konumlanan yerler göz önündedir ve ilgiler bu yöne doğrudur. Kentlerin merkeze göre konumu esas alınarak kıyı, kenar ya da arka diye adlandırabileceğimiz mekânları ise hem yer olarak hem de yaşayanları bakımından hiyerarşinin en altında yer alır. Her anlamda varlık çabasını barındıran bu yerlerde, bir şekilde “damgalanmış”, genel tarafından kabul edilmemiş veya ekonomik gücü burada yaşamaya yetecek ailelerin hayat çabasına tanık oluruz.

Arabesk ruhlar

Anıl Mert Özsoy’un Korku Yokuş Aşağıydı adlı, Doğan Kitap tarafından basılan öyküleri de dikkatleri bu arka mahallelere, oralarda yaşananlara, hayatta kalma çabasına çekiyor. Aşkıyla, kavgasıyla, beklentileri ve umutlarıyla yaşam mücadelesi veren insanların kaygıları, sevinçleri, kederleri, tutunma çabaları öykülerin genel olarak temasını oluşturuyor diyebiliriz.

Kitabın karakterleri tekinsiz sokaklarda, şiddetin bir yaşam biçimi hâline geldiği evlerde, yolunu bulmaya çalışan kadınlar, erkekler, çocuklar. Öykülerde genel olarak arabesk bir ruh hâlinden söz edebiliriz. Arabeskin genel çağrışımı olumsuz olduğu için bunu biraz açmak gerek. Bana kalırsa arabesk olma hâli bir oluş biçimi. Daha çok kentlerde kıyı ile merkez arasına sıkışmış bireyin o arada kalmışlığını çağrıştırıyor sanki. Dünyayla olduramamış ama dünyayı da “yakamamış” bir şekilde varlığına razı olmuşların hissiyatı. O olduramama, dünyaya tutunamama durumu, şimdisi ve geçmişi arasında sıkışmış, çok şeye tanık olup elinden bir şey gelmemiş, yaşam derdine düşmüş insanların hikâyeleri yani anlatılmaya çalışılan.

Ev duygusu

Kitabın dikkat çeken bir yanı da ev duygusunun olmaması. Genel olarak sinema ve edebiyatta karşımıza çıkan kenar mahallelerdeki küçük pencereli, huzurlu ev algısını hissedemiyoruz anlatıda. Özsoy, anlatısını tam tersi yönde oluşturmuş. Onun karakterlerinin yaşadığı evlerde annesi babasından şiddet gören çocuklar, yaşamındaki şiddeti normalleştirmiş kadınlar yani her gün yaşamlarına haber bültenlerinden, gazetelerden tanık olduğumuz, çaresiz kaldığımız hayatlar var. Ayrıca sokaklar, hastaneler, meydanlar, taksi durakları, pavyonlar yani yaşamın akıp gittiği, insanların bir şekilde yolunun düştüğü ama kalıcı olmadığı, yerleşik bir huzura erilemeyen yerlerde geçiyor öyküler. Bu da sizi güvensiz hissettiren, aidiyetsiz bir duygu durumuna da götürüyor.

Anıl Mert Özsoy. Fotoğraf: Deniz Mete

Kültürel erkeklik

Anıl Mert Özsoy’un erkek karakterleri, kültürel erkekliği içselleştirmiş karakterler. Zaten yazar temiz, her şeyin günlük güneşlik olduğu mekânlardan, ona göre biçim almış karakterlerden söz etmiyor. Bahsettiği yerler nasıl karanlık, belanın eksik olmadığı sokaklar, kıyılarsa karakterler de öyle. Erkekliğin önemli olduğu, kültürel anlamda verili tüm rollerin kabul edildiği bir dünya anlatıya taşınmış. Edebiyat açısından düşünüldüğünde verili rollerin metinde yer etmesi ve tekrarı bu rolleri yeniden üretmeye, pekiştirmeye sebep olabilir mi sorusunu hep aklımızda bulundurmalıyız belki de. Ancak içinde bulunduğumuz kültürün bunları barındırdığını da unutmamak gerekiyor. Bu nedenle de öykülerde genellikle karşımıza çıkan “kötü baba” imgesiyle karşılaşıyoruz. Bu anlamda erkek karakterlerin oldukça gerçekçi ve yüzleştirmeye açık olduğu söylenebilir. Öykülerin kadın karakterleri de bir anlamda verili tüm bu erkeklik rollerini alıp kabul etmiş bireyliklerin onlara yaşattıklarıyla buluşturuyor okuru. Böylece yaşananların altında yatan toplumsal rolleri de görüp, sorgulayabiliyoruz. Bu anlamda durum aslında bildiğimizin dile gelişi, gördüğümüzün üzerinde durmadığımız yanı.

İnsan: Ne iyi ne kötü

Korku Yokuş Aşağıydı kitabının devam öyküleri de var. Olayın içerisinde yer eden karakterler ayrı ayrı ele alınmış. Böylece tek bir karaktere odaklı olmanın dışına çıkılarak olaylara her karakterin yaşamının, beklentilerinin, kırgınlıklarının gözünden bakılmaya çalışılmış. Bu da karakterleri kesin olarak kötü ya da iyi olarak kategorize etmenin önüne geçmiş. Sonuçta bahsedilen insan ise onu kesin bir kategoriye hapsetmek her zaman iyi ya da her zaman kötü olarak tanımlamak imkânsız. Bu tarz anlatılardansa, kahramanlar yaratmaktansa, karakterleri kurgu içerisine yerleştirirken onların kültürel geçmişine, duygu durumuna bakarak insanın çoğul bir varlık oluşuna dikkat çekmeyi önemli buluyorum kendi adıma.

Anıl Mert Özsoy’un Korku Yokuş Aşağıydı kitabı okuru patikalara, çamurlu yollara sokuyor, ayağınıza çamur bulaştırıyor çünkü anlatılanlar yaşamın mutlu anları değil. Görüp geçtiğimiz, duyup kulağımızı kabartmadığımız, ilgilenip temeline eğilmediğimiz yaşamın kenarından insan öyküleri. Özetle: sıkıntı, buhran, bunalım, acı, karanlık, yersizlik, aidiyetsizlik ve tüm bunlara rağmen devam eden hayat.

 

Fotoğraf: Deniz Mete