Hem entelektüel hem aktüel: Kodes

Kodes

Kodes

ALAIN GUYARD

Çeviri: Nazlı Ceyhan Sümer Kolektif Kitap

Birinci tekil şahsın ağzından samimi bir dil kullanılarak anlatılan ve içinde hem entelektüel hem de aktüel bilgiler olan tanıdık bir roman olmuş diyebiliriz Kodes. Kahramanı alıp Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne koysak sırıtmaz, olayı Ağır Roman’daki Kolera Mahallesi’nde geçirsek kimse rahatsız olmaz.

CİHAT DUMAN

Düşünceye, edebiyata, sanata, hatta psikanalize ilişkin kurmacalar okura ilk etapta üstkurmaca gibi gelir. Kavramsal sanatın da hududunu ihlal eden bu konular/ temaları işlerken, inandırıcı olmak daha güçtür. Hele çeviri bir metinde çevirmenin tutumu da bu tarz metnin değerini belirler. Fransız felsefeci Alain Guyard’ın Kodes romanını teknik olarak yukarıda bahsettiğim veçhelerden analiz edeceğim.

Romanda Lazare Vilain seyahat etmeyi seven bir felsefeci iken bir gün birahanede karşılaştığı müdavimden bir teklif alır. Kahramanımız Nîmes hapishanesinde felsefe atölyesi kuracak ve mahkûmları rehabilite edecektir. İlk bakışta hikâyenin işte bu hapishane içinde tanışılan karakterler üzerinden gideceğini düşünsek de olaylar dışarı taşar, hatta Fransız istihbarat servisinin desteği ile Çad’da 1990’da yapılan darbe ve sonrasında iktidara gelen diktatör İdris Deby’le mücadele için kurulan Demokrasi ve Kalkınma Güçleri Birliği (RFC) militanlarının olaya dâhil olması ile evrensel bir mesele hâline gelir. Başta kurulan suç romanı (bahis, uyuşturucu) önce aşk romanına, sonlara doğru ise okura ters köşe yaparak postkolonyal bir esere dönüşür, bize Fransız sömürgeciliğini sorgulatır.

“Merleau-Ponty’ye ve Fransız fenomenoloji akımına saygısızlık etmek istemem ama görünüşlere aldanmamak lazım…” diye bitiriyor ikinci bölümü yazar. Aynı hassasiyeti göstererek görünüşte suç/ polisiye romanı, aslında siyasî bir roman yazmış diyebiliriz Kodes için. Hapishanede tanıştığı esmer, küçük memeli güzel kadın Leyla’nın, kahramanımızın nezdindeki değişimleri ve bu değişimlerin bağlandığı menteşelerin bireysel olandan toplumsal olana evrilmesi dikkatimizi çekiyor: “Oysa şimdi aşırı sol, beni sarsan ve kavramları allak bullak eden bir kadın formunda tam karşımda duruyordu… Bir düşüncenin bu kadar yuvarlak bir kalçaya sahip olabileceği aklıma gelmezdi.” (s.243) Romanın başında kendine aşkın tarifini soran Leyla’ya karşı susup içinden Schopenhauer’ın kösnül yorumlarıyla cevap veren kahramanımız için yukarıdaki alıntı büyük bir gelişme. Romanın sonunda gerçekler anlaşıldığında kahramanımız dil dağarcığını biraz daha geliştirip değiştiriyor. 

Alain Guyard Türkçede bilinmeyen bir yazar. Daha önce çevrilmiş bir kitabı bulunuyor. Yazar, Fransa’nın çeşitli hapishanelerinde felsefe dersleri veriyor ve kurmaca metinlerin yazarın hayatından bağımsız olmaması gerektiğini savunuyor. Bu görüşü doğrultusunda, Kodes’in kısmen otobiyografik bir metin olduğunu iddia edebiliyoruz. Özellikle hapishanelere ve suça ilişkin özel bilgileri paylaşması bu savımızı destekliyor: “Tanrım nasıl da leş kokar hapishane! Kusturacak kadar pis bir kokudur bu; duvarlara, yerlere sinmiştir. Bayat ter kokusu, kan, çöp ve eski sidik kokularıyla karışıp kıyafetlere yapışır, cilde nüfuz eder.” (s.25) Hapishanelere sık uğrayan biri olarak yazarın bu mübalağasına katılmakla birlikte, bir hapishanenin ne kadar pis koktuğunu görüş kabinine gelen mahkûmun size yaklaşmamasından anlarsınız. Mahkûm, kokuyu öyle net, öyle aralıksız, öyle yoğun hisseder ki görüşmecisi rahatsız olacak diye vücudunu odanın dışında tutmaya çalışır.

Filozof kahramanımıza silah kullanmayı öğreten bahisçi Riccioli, Sig Sauer marka tabancayı anlatırken şu ifadeleri kullanır: “[…] ilk atış genelde sıkıntılıdır ve geç tetiklenir. […] polisin kazayla ateş etmesini önlemek için ilk atışı özellikle geciktirmek istediler muhtemelen.” (s.120) Cümlelerin bir kriminologdan çıktığı anlaşılıyor. Cezaevindeki felsefe atölyelerine katılan gangsterlere Sokrates’i ayrıntılı anlatması, gangsterlerin verdiği yanıtların sahiciliği yine romanın otobiyografik yansımalarından biri: “Eee, Vilain, hâlâ Kant çevirileri eşliğinde çavuşu tokatlıyor musun?” (s.174)

Birinci tekil anlatıcı her ne kadar -yazar gibi- filozof olsa da, aynı zamanda suç dünyasından olduğu için suçluların kendilerine has özel dili olan argoyu da kullanıyor. Belki kahramanın diğer karakterlerle konuşmalarında yadırgamayacağımız bu üslup, biz okurlara karşı kullanıldığında, inandırıcılığını kaybediyor diyebiliriz. Fakat Fransızca asıllarını bilmemekle birlikte, aşağıda örneklediğim çeviriler romanı tercüme eden Nazlı Ceyhan Sümer’in argo bilgisini ortaya koyuyor, çevirmenin dil dağarcığı sokaktan da beslendiğini gösteriyor. Altı çizili yerler benim.  

“Kimseyle enseye tokat göte parmak olmamıştım.” (s.199)

“Her kalça darbesinde Robert’den ‘Vey!’, ‘Vış!’ ve ‘Vay anam!’ gibi nidalar yükseliyordu. O da bunları ‘Oh!’ ve ‘Ah!’larla değiştirmeye çalışıyordu.” (s.228)

“Leyla çok pis atarlanmıştı ama haklıydı…” (s.148)

Çevirmen argo konusunda gösterdiği cömertliği, dinî kavramlar işin içine girince gösteremiyor maalesef. Yirmi dördüncü sayfada “Kuran hadisleri” diye çeviriyor Kuran ayetlerini.

Girişte anlatıcının entelektüel olduğu romanların okura üstkurmaca gibi geldiğini söylemiş idim. Metnin üstkurmaca olduğunu anlatıcının filozof olmasından değil, yazarın iki yerde kara delik açmasından anlıyoruz. İlki 184 numaralı sayfada “izin verirsen, okuyucu, biraz kafa patlatalım, buradaki anlatımı bırakıp zamanda biraz ileri gidelim. Aslında böylelerin elinden kalemi kâğıdı almak lazım ama… bizlerce özür diliyorum, Kamel’i pek severim, onun durumunu biraz daha derinleştirmek istiyorum” diye direkt okuyucuya hitap edilen kısım. Diğeri, 233 numaralı sayfada: “Robert’tan biraz daha bahsetmem lazım, tıpkı dostum Kamel gibi. Eğlenceli olacağını düşündüğüm birkaç satırda birkaç hafta sonrasına atlayalım (anlatının canı cehenneme).” Yazarın metinde metnin bir kurmaca olduğunu hissettirmesine edebiyat teorisinde üstkurmaca, felsefede ise romantik ironi denmektedir. Bu teknikler aynı zamanda postmodern tekniklerdir. Bu üslup her ne kadar Batı’da 60’larda, bizde ise 90’larda yoğun kullanılmış ise de günümüzde kullanılmasının şimdi ve buradalık’a aykırı olduğunu düşünüyorum.

Neticede, birinci tekil şahsın ağzından samimi bir dil kullanılarak anlatılan ve içinde hem entelektüel hem de aktüel bilgiler olan tanıdık bir roman olmuş diyebiliriz Kodes. Kahramanı alıp Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne koysak sırıtmaz, olayı Ağır Roman’daki Kolera Mahallesi’nde geçirsek kimse rahatsız olmaz. Hikmet Benol’ün bir repliğini kahramana söyletsek kimse farkında olmaz. Bu sebeple Türkçe okurunun ilgisini çekebilecek bir roman. Bu tür eserlerin daha erken keşfedilip çevrilmesi gerekiyor.