Kalbi korumak gerek

Kırgın Çocuklar Mevsimi

Kırgın Çocuklar Mevsimi

AYSEL SAĞIR

İthaki Yayınları

Aysel Sağır, Kırgın Çocuklar Mevsimi adlı kitabıyla 90’ların siyasetine, 90’ların sonunda bir kesim için çok sert bir şekilde ve hızla değişen hayatların hikâyesini anlatıyor... 

ADALET ÇAVDAR

Biz bugünlerde içinden bolca kötülük geçen haberleri şöyle bir okuyup, bir parmak hareketiyle görmezden gelmeyi becerebiliyoruz. Daha doğrusu, elimizden başka bir şey gelmediğine dair olan inancımız gitgide perçinleşti. Kanıksadık. Her ne kadar zorumuza gitse de kanıksadık. Nedeni, niçini, nasılı yok. Ama bazı anlar, bazı anılar, bazı hikâyeler ve bazı haberler var ki onlar bir köşede kazılı duruyorlar ve asla silinmiyorlar. Bunlardan biri, üzerinden 18 yıla yakın bir süre geçen, 19 Aralık 2000 tarihinde “Hayata Dönüş” adıyla cezaevlerindeki siyasî mahkûmların iradelerini kırmak için yapılan operasyon. Türkiye’nin kanlı tarihinden sadece bir örnek. 32 kişinin hayatını kaybettiği operasyon sonrasında yüzlerce mahkûm ağır bir şekilde yaralandı; geri dönülmez fizikî ve psikolojik sorunlarla hayatta kaldılar.

Daha önce Bizi Güneşe Çıkardılar isimli bir kitapla 1970’lerin siyasal hareketlerinde yer alan kadınları bir fotoğraf karesinden yola çıkarak anlatan Aysel Sağır, bu defa Kırgın Çocuklar Mevsimi adlı kitabıyla 90’ların siyasetine, 90’ların sonunda bir kesim için çok sert bir şekilde ve hızla değişen hayatların hikâyelerine yöneliyor.

Hayata Dönüş’ün geçmeyen izleri

Kendisi de uzun yıllardır gazetecilik yapan Aysel Sağır’ın romanın içerisinde Suna adında bir gazeteci yer alıyor. Suna çalıştığı derginin “Lifestyle” bölümü için “Başka Yaşamlar” sayfasının muhabirliği yapar. Kendini bir anda şehrin kuytusunda köşesinde kaybolmak üzere bulur. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Suat ona bir haber dosyası verir, Hayata Dönüş operasyonlarından sonra evlerine gönderilen insanların hikâyelerini toplamasını ister. Suna o evleri dolaşıp insanları dinlemeye çalışırken kendi çocukluğuna tekrar tekrar döner.

2000 yılının sonlarına doğru hapishanelerdeki koğuş sisteminin yerine F tipi cezaevi uygulaması getirilmesine karşı çıkan mahkûmlar çeşitli talepler sunarak süresiz açlık grevine başladılar. 20 Ekim 2000 tarihinde başlayan grev, 45. gününde ölüm orucuna döndü ve 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde eşzamanlı operasyon düzenlendi. Toplam üç gün süren operasyon 30 mahkûmun ölümüne, yüzlerce mahkûmun yaralanmasına ve iki askerin de jandarmaların silahlarından çıkan kurşunla ölmesine neden oldu. Kimyasal gazla insanların yakıldığı operasyon sonrasında hayatta kalanların pek çoğu geçirdikleri uzun açlık grevinin ve gördükleri şiddetin ardından eski hayatlarına asla geri dönemediler.

Aysel Sağır, gazeteci Suna’nın tanıklığı ile bütün bu olup bitenleri operasyon sonrasında hayatta kalan ama bedensel ve zihinsel pek çok ahrazları olan insanların arasına girerek anlatıyor. Ali’nin hikâyesiyle mevzu biraz daha derinleşiyor. Uzun süre açlık grevinde kalanların bir süre sonra yaşamsal fonksiyonlarının bir kısmını geçersiz hâle getiren Wernicke-Korsakoff Sendromu olan Ali, Suna için bir deftere aklına gelen her şeyi yazıyor. Ali’nin hafızası artık onun dilediği gibi çalışmadığı için defter hafızanın kendi arzusunda yazılıyor. Çocukluğunu anlatmak isteyen Ali, bir yanda polisleri, askerleri, jandarmaları, koğuş arkadaşlarını anlatırken buluyor kendini, sonra bir an Kuran kursunda kalıveriyor. Suna’nın karşısına sadece Ali gibiler çıkmıyor, kenar mahallerde bolca itham altında da kalıyor Suna. Onu yargılayan gözlerle bakan insanların bakışlarından kaçmaya çalışırken kendi içinde kayboluyor. Kaybolurken Gazi Mahallesi’ni, Okmeydanı’nı, Armutlu’yu anımsıyor. O büyürken olanlara başka anlamlar yüklemeye başlıyor.

Okuduklarınızdan rahatsız olacaksınız

Kırgın Çocuklar Mevsimi acının, yasın, kendine yabancılaşmanın romanı âdeta. Bunun yanı sıra da hafızanın romanı. Yakın zamanlarda yaşanmış olayların dahi toplum hafızasında ne kadar az yer tuttuğundan dem vuran bir kitap. Hatırlattıklarıyla insanı rahatsız eden bir bellek kitabı. Ortak hafıza toplum olmanın gerçek paydalarından biri. Tabii, bunu hatırlatmanın en iyi yollarından biri basın araçlarını kullanmak ama Türkiye’de hiçbir zaman mümkün olmayan bir şeyden bahsediyoruz. O yüzden Aysel Sağır gibi yazarların bu konuları ele almasının hayli önemli olduğunu düşünüyorum. Bir yerde unutulmayacak bazı metinlerin kalması gerekiyor. Üzerinden 18 seneye yakın bir süre geçen bir operasyonun içerisinden sağ çıkanların hayatta nasıl kaldıklarını bilmek önemli. Ve bütün bunların nedenlerini, niçinlerini düşünmek. Hayatta kalmanın en önemli koşullarından biri hafızanın sadece iyiyle değil, acıyla da ayakta durabilmesi. Zira, kötülük bazen insana nasıl iyi olunabileceğine dair küçük şifreler verir.

Bütün bunların dışında Suna’nın kendiyle verdiği savaş aslında birey olmakla alakalı. Hatırladıkça yenileniliyor Suna, acıya acıya katılaşmayı umsa dahi hayata dair başka bir direnç geliştiriyor. Her şeyi en baştan sorgulamaya başlıyor. Kimi zaman çok özlüyor. Eski yenilgileri hatırladıkça yeniden yenilmiş gibi hissediyor kendini ama gitgide daha da güçleniyor.

İkili bir hikâye anlatımının içerisinde bir yandan Suna’yı, bir yandan Ali’yi okuyor okur. Hikâyenin zikzaklarının arasında bir yerden sonra kayboluyor. 2000 yılında o haberler yayınlanırken kendisinin nerede olduğunu düşünüyor. Acı görmezden gelerek değil, onu kabul ve idrak ederek yaşanabilir, hepimiz zamanla anlıyoruz.

Bugünler mi o günleri, o günler mi bugünleri aratmıyor, bilmiyorum. Bildiğim yegâne şey var, çok da sevilmediğimiz. Hayatta kalmamız biraz şans, biraz güç bela ama yine de aklı ve gönlü korumak zorundayız. Ne de olsa, insan hatırladıkça ve hatırlandıkça hayatta kalır.