Kurguyla hayatı alt ederken

Kaçkınlar Kahvehanesi

Kaçkınlar Kahvehanesi

BARLAS ÖZARIKÇA

Encore Yayınları

“Kurguydu her şey, evet, birileri ve bir şeyler tarafından. Seni içine alan, sana kendini unutturan, dayanılmaz, nöronlarını iten, yönlendiren, çeken bir hükümranlığın üstümüze attığı, kablolarından yüksek voltajlı elektriğin geçtiği ağ gibi...” 

ECE KARAAĞAÇ

Seksenli yıllarda yayınladığı tek romanı Ters Adam’la birdenbire parlayıp sonra birden uzayın boşluğunda gözden yitirdiğimiz bir yıldızdı Barlas Özarıkçı. Ne talihtir ki geçtiğimiz aylarda Encore Yayınları Ters Adam’ı tarihin tozlu yaprakları arasından çıkardı ve yeniden basarak biz okurların yüzünü güldürdü. Ve şimdi bu gizemli yıldız geri döndü: Barlas Özarıkçı’nın ikinci romanı Kaçkınlar Kahvehanesi yine Encore etiketiyle raflardaki yerini aldı.

Kaçkınlar Kahvehanesi bana her haliyle 1998 tarihli Truman Show filmini hatırlattı. Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse Truman Burbank çoğumuzun hayallerini süsleyecek bir adada kendince mutlu bir hayat sürmektedir. İyi bir işi, güzel bir eşi, sevdiği dostları vardır. Tek sorun Truman’ın bütün hayatının bir şovdan ibaret olması ve gerçek zamanlı olarak milyonlarca kişi tarafından izlenmesidir. Hatta hayatındaki herkes, annesi ve karısı da dahil, birer oyuncudur. Bu hikâye Truman’ın denize açılması ve birdenbire fon perdesine bindirmesiyle başka bir boyuta geçer.Kaçkınlar Kahvehanesi de Truman Show’a benzer biçimde bir izleme-izlenme hissiyatı yaratıyor. Bizler kitabın okuyucuları olarak doğal birer izleyiciyiz. Fakat büyük şehirdeki hayatını, karısını ve kızını terk ederek yanında yalnızca kedisiyle Atlantik Otel’e yerleşen hikâyemizin baş kişisi Babür Tayga’yı tek izleyen biz değiliz. Üstüne üstlük Babür Tayga da bir kurgunun içine düştüğünün farkında ve durumunu şu cümlelerle özetliyor aslına bakarsanız.

“Kurguydu her şey, evet, birileri ve bir şeyler tarafından. Seni içine alan, sana kendini unutturan, dayanılmaz, nöronlarını iten, yönlendiren, çeken bir hükümranlığın üstümüze attığı, kablolarından yüksek voltajlı elektriğin geçtiği ağ gibi...”

Öte yandan Truman Show’un aksine burada kurguyu yaratanın kim olduğu tam olarak belli değil, burada bir yapımcıdan bahsetmiyoruz. Babür Tayga’nın içine düştüğü kurgu daha gizemli ve karanlık, hatta bir yanıyla ürkütücü. Öyle ki bütün olan biteni bir tül perdenin ardından izlediğiniz hissinden kurtulamıyorsunuz roman boyu. Babür Tayga’nın Truman’dan ayrıldığı temel nokta da bu: Truman’ın aksine Babür Tayga bir kurgunun içinde yaşadığının farkında. Bu kurgu yazarın yarattığı evren mi? Kim bilir... Fakat bir karakterin üstün bir bilinçle yazarının farkına varması ve kendi kurgusuyla meydan okuması fikri kesinlikle dehşet verici.  Babür Tayga bu bilinci şu kelimelerle ifade ediyor: “Bu kurgudan kurtulamasam bile, kendimin yaratacağı kurguyla onu alt edebilirim. Dalga geçmeliyim. Bütün mesele, kendimi, içindeyken dışında hissetmemde dedim.”

Babür Tayga’nın bu bilincini bir yazar içgüdüsü olarak okumak da elbette mümkün. Kurgunun içinde olmak, aynı anda kurguya dışarıdan bakmak bir manada yazar olmak demek. Ve tabii bu türden bir zihnin vazgeçilmek sorusudur hayatın mı kurguyu, yoksa kurgunun mu hayatı doğurduğu.

Sözün özü üslubu itibariyle okuması biraz çaba gerektirse de Barlas Özarıkçı’nın yıllar sonra gelen bu ikinci romanını es geçmemekte fayda var. Eğer henüz Ters Adam’ı okumadıysanız bu iki kitabı, her ne kadar birbirleriyle bağlantılı hikâyeler olmasa da, yazarın yaşadığı evrimi görmek adına kronolojik sırayla okuyabilirsiniz.

Ters Adam’la ilgili kritik yazısı için tıklayın