Tarihin sonu sona erdi

Herkes İçin Komünizm

Herkes İçin Komünizm

BINI ADAMCZAK

Çeviri: Pınar Erol Pur Versus Kitap

Komünizm arzusunun üzerini bir toprakla örten neydi? Tarihin sonu mu, gündelik hayatlarımızda bunu her alanda örgütleyemememiz mi, yoksa geçmişin bize bıraktığı yük mü? Adamczak, komünizm arzusunun üzerini örtenin daha kötü bir şey olduğunu söylüyor ve bunu devrimin sonu olarak kuruyor...

TUĞÇE YILMAZ

“Tarih uzunca bir süre komünistlerin tarafında olmadı. Nesnel zafercilik dili gerilerde kaldı. Artık kimse tarihin yasalarını veya doğa kanunlarını bizim tarafımızda görmüyor. Bu artık ancak ajitasyona yönelik manifestolarda ya da devrimci şarkılarda moral vermek üzere kullanılan, bugüne ait olmayan, hatta utandırıcı bir dildir. Tarihin nesnel seyri bir yenilgi deneyimidir.”

Bini Adamczak, 1979 doğumlu Almanyalı yazar. En çok komünist ve queer politikalara yönelik çalışmalarıyla tanınıyor ve 2004’te çocuklar için bir komünizm kitabı yazmaya karar vermesiyle ortaya Herkes İçin Komünizm kitabı çıkıyor. Kitabın alt başlığı “her şeyin sonunda varacağı yerin kısa bir hikâyesi” olsa da biz ona “işlerin nasıl değiştiğinin kısa hikâyesi” de diyebiliriz.

İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü bir yetişkinden ziyade bir çocuk için yazılmış gibi görünse de komünizm fikrine uzak kimseler için de ilham verici. Kadim sorulara geçmeden, basit ve herkesin anlayabileceği bir dille komünizm, kapitalizm, iş, pazar ve kriz nedir, kapitalizm nasıl ortaya çıkmıştır sorularının yanıtını arıyor Adamczak. Bu yanıtları basit örneklerle pekiştirmeyi asla ihmal etmeden tabii. Ruh çağırma örneği “Kapitalizm nedir?” başlığında verdiği örneklerden biri. Ruh çağırırken herkes bardağın üzerine bir elini veya parmağını koyar ve herkes farkında olmadan biraz titrediği ve bardağa biraz da güç uyguladığı için bardak sanki görünmeyen bir el tarafından hareket ediyor gibi görünür. İnsanlar, bardağı hareket ettiren gücü kendilerinin uyguladıklarının farkında değillerdir. Bu işbirliği, insanlar bunun bir işbirliği olduğunun bilincine varmadan karanlık sayfalarda kendine yer edinir.

Fabrikaları gerine gerine yürüyen bir insan gibi gösteren kitap, işçileri de bazen sinema bileti için çalışan insanlar gibi kurar. Pazarda artık kendine yer bulamayan fabrika, bacasından koyu siyah gözyaşları döker. Hırsını almak için şişinerek pazara döner ve tabii ki çok kıskançtır. Bu aktarımlar, yetişkinlerin uzaklaştığı en temel kavramları nasıl yeniden içselleştireceğimizi gösteren hayli başarılı betimlemelerden oluşuyor. Gerçekten ayda iki kez sinemaya, iyi ihtimalle bir kez de konsere gidebilmek için mi günümüzün üçte birini çalışarak geçiriyoruz? Eminim kitabı okuyan çocuklar, bu örneklere geldiğinde “Neden” diye isyan edecek.

Kitabın seyri böyle ilerlemiyor ve “en iyi ihtimalle şahane bir çocuk kitabı okudum” diyerek kapatmıyorsunuz kapağını. Kitabın son sözü olarak etiketlenen başlık, “büyükler” için kurulmuş tehlikeli bir arazi ve burada sadece Bini Adamczak sahnede. Komünist arzuyu dürtmenin derdinde olan yazar, tarihin sonundan başlıyor anlatmaya. Siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın 1992’yi “tarihin sonu” kabul etmesinden yola çıkıyor yazar. Fukuyama bu iddiasıyla tarihin tekerinin sürekli ileriye ve iyiye doğru gitmeyeceğini ve artık bu tekerin patladığını öne sürüyordu. Liberal kapitalizmin bir alternatifi olmadığını ve tarihin tekerini tekrar harekete geçirmenin neredeyse imkânsız olduğunu söylüyordu. Yazar ise Fukuyama’nın vurgularına görece hak verse de, bu tezin üzerinden çok zaman geçmesine gerek kalmadan meydana gelen direnişlerden; 1994 Chiapas Zapatistalarından ve 1999 Seattle’ından, 2001 Cenova’sından bahsediyor. Kitabın da tarihin sonu esnasında yazıldığını belirtiyor ve tarihin sonunun şimdi bizzat tarih olduğunu açıyor. Bu tarihi ise 1991’de başlayan, 2011 Arap Baharı’na dek sürecek bir aralığa yerleştiriyor.

Peki, komünizm arzusunun üzerini bir toprakla örten neydi? Tarihin sonu mu, gündelik hayatlarımızda bunu her alanda örgütleyemememiz mi, yoksa geçmişin bize bıraktığı yük mü? Ölülerle hesaplaştık mı? Kendi çocuklarını yiyen devrimlerin yasını tuttuk mu? İnsanlara yaşattığımız kederi ve travmayı, zaferler kadar sahiplenebildik mi? Adamczak, komünizm arzusunun üzerini örtenin daha kötü bir şey olduğunu söylüyor ve bunu devrimin sonu olarak kuruyor. Hangi tarihi mi veriyor? 1991 değil, 1917.

Bu bölümde herkesi salt bir dürüstlüğe iten yazar şöyle sesleniyor: “Lekesiz bir şekilde Karl Marx’ın orijinal el yazmalarına erişmek isteyerek nesiller arasındaki bariyerlerin üzerinden o denli naifçe atlayabilir miyiz? Stalinizmin ve onun kurbanlarının mirasını görmezden gelerek sorumluluğunu almaktan kaçınanların bugün kendilerine hâlâ komünist demesine izin verilebilir mi?”

Kitap, büyük laflar eden ve büyük iddiaları olan eğitici kitaplardan değil. İkili cinsiyet sisteminin arkaik yapısına da dikkat çekiyor, evde çalışan ama emeği görmezden gelinen bir kadına da. İkinci bölümüyse devrim imgesine fırtınalı dönemlerinde kazandığı ivmeyi nasıl kazandırabileceğimize dair önerilerle ve pek çok hesaplaşmayla kapanıyor. Türkiyeli komünistlerin çok da tanıdık olmadığı bir durum değil mi? Belki de bu kitap iyi bir araç olur ve hakkaniyetli bir biçimde yeni insan ilişkilerini, yeni bilgi biçimlerini, yeni arzu ve yeni cinsel yaşam biçimlerini nasıl tesis edebileceğimiz üzerine bir kez daha düşünürüz. Çünkü yazarın da belirttiği gibi “Uzun zamandan bu yana ilk kez tarih bir kez daha yeni önerilere açılmış durumda.”