PINAR İLKİZ
Ayizi Kitap
Sevin Okyay, belli ki hayatını bizim onu koyduğumuz yere varmak için değil, kendisine ve içinden geçtiği zamana anlam vermek için yaşamış. Bu güzel hayata bu güzel söyleşiyle konuk olduğunuz için umutlanıyorsunuz kitap bittiğinde. Bir şey vadettiği için değil, güzel yaşamanın yolları ve gerekliliği hakkında düşündürdüğü için...
“Koca çınar” tanımını en çok hak eden insanlardan biri Sevin Okyay. Yazın dünyasına verdiği emeğin ve üretimin haddi hesabı yok. Birçok yerde ansızın insanın karşısına çıkar, şaşırır, sevinirsiniz. Tanısanız da tanımasanız da samimiyetinden payınıza düşeni alırsınız. Kısacık bir sohbetinden öğreneceğiniz pek çok şey olur. Ağzınız açık, lafını kesmeden dinlemek istersiniz. Pek çok kişinin Sevin Abla’sıdır.
Ayizi Yayınları’ndan çıkan Hakikaten/ Sevin Okyay Anlatıyor’da, Pınar İlkiz bir nehir söyleşiyle Sevin Okyay’ın okurlarıyla biraz daha içli dışı olmasını sağladı. 2006- 2007 yıllarında arşivini düzenlemek için Okyay’ın evinde çalışmaya başlayan İlkiz, sekiz ay içinde bütün arşivi toparladı. O süre zarfında başlayan ahbaplık, nihayet bu kitabın ortaya çıkmasını sağladı. Kitabın çıkması dört yılı buldu. Sevin Okyay bu dört yılda dört ameliyat geçirdi, seyahatlerini sürdürdü, işlerinin başından ayrılmadı.
İlkiz sohbetine aileyle başlıyor. Sevin Okyay ailesinden bahsederken nasıl bir anne olduğunu da anlatıyor uzun uzun. İnsanın kendisi hakkında bu kadar eleştirel konuşmasına ve bunu yaparken kendiyle bu kadar eğlenebiliyor olmasına şaşıyorsunuz. Çocukluğu, gençliği, evliliği, çocukları Elif ve Kutlukhan... 1942 doğumlu Sevin Okyay’ın çocukluğunu çocuk gibi anlatmasını okurken, insan ister istemez gülümsüyor. Arkadaşlarını ailesinden daha fazla sevdiği için annesinin söylenmesini, arkadaşlarını beğenmemesini ve haylazlıklarını anlatan Okyay’ın sonraları hayatına ve yaptığı işlere yerleşen muzip dilin ve tavrın izlerini sürüyorsunuz.
Hayatının bir döneminde profesyonel olarak sporla ilgileniyor Sevin Okyay. Sonra evlenip çalışma hayatına başlayınca bırakmak zorunda kalıyor. Girdiği her iş yerinde üstüne haddinden fazla iş alıyor, elini her işe atıyor. Boş duramıyor. Çalıştığı şirketlerden birinde “Sana böyle bir süpürge taksak da aynı zamanda yerleri süpürsen daha faydalı olmaz mı” diyorlar. Biz onu pek çok konuda yazan biri olarak tanıyoruz, sinemadan müziğe, spora, hatta Formula yarışlarına kadar her konuda yazıyor. Gündelik hayatla ilgili yazıları, edebiyat eleştirileri yol gösteriyor, zihin açıyor, sorular sorup bildik cevaplardan yüz çevirtiyor. Ve o, bütün bunların temelinin annesiyle birlikte yaşarken atıldığını söylüyor. Annesinin çocuklarını her şeye dâhil eden, anlatan değil, yaşatan bir kadın olmasının ona nasıl bir yaşam fikri, algısı ve tarzı kazandırdığını anlatıyor. Yalnızca okumuyor, seyretmiyor, dinlemiyor; yaşıyor ve bütün bunları hayatın içinde yerleştikleri adreslerin farkındalığıyla anlıyor ve aktarıyor.
Kendi kuşağının, dil bilen pek çok kadını gibi, yazın hayatına çeviriyle başlıyor. Ardından, 1975- 76 gibi Politika Gazetesi’nde çalışıyor. Okyay’ın gazetecilik maceralarını okurken, uzaktan bildiğimiz pek çok insanın hovardalık zamanlarına, gençliklerine, hayatlarını kurguladıkları anlara konuk oluyoruz. Dönemin gazeteleri, gazeteciliği hakkında bilgi sahibi oluyor ve ister istemez bugünle karşılaştırmalar yapıyoruz bu sayfaları okurken. Çok ama eğlenerek, güvenerek, severek çalışmanın ne demek olduğunu hatırlatıyor Okyay. O koridorlarda kurulan dostlukların bugüne nasıl geldiğini önemsiyor. Milliyet Gazetesi’nde çalışırken Enis Batur sayesinde sinema üzerine yazmaya başlıyor. Hakkında yazdığı ilk film Ve Gemi Batıyor. Ardından ise Mario Ricci’nin Ölümü’nü yazıyor. Kültür ve sanat dünyasına dâhil olduktan sonra anlattıklarının arasında kayboluyorsunuz. Çünkü adını bile hatırlamadığınız ya da belki hiç duymadığınız insanlarla macera ve ahbaplıklarından bahsediyor. Bütün bunları, Okyay’ın penceresinin önüne yerleştirilmiş iki berjerde karşılıklı kahvenizi yudumlarken sohbet eder gibi okuyorsunuz. Zaman ve mekânlar hafızasının derinliklerinde belirsizleşse bile anıları asla unutmadığını fark ediyorsunuz. Demek ki akılda kalan ve hayata kıymet veren şey o anıların bıraktığı hisler.
Yıllardır kültür ve sanat gazeteciliği yapmaya devam ediyor Okyay. Hâlen radyo programları devam ediyor. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan çalışmasına ve azmine hayran kalmamak elde değil. Radikal Gazetesi’nde çalışırken kızı Elif Kutlu ve oğlu Kutlukhan Kutlu ile iş arkadaşlıkları da yapıyorlar. Kutlukhan Kutlu ile Harry Potter serisini hâlen beraber çeviriyorlar. Çeviri anıları arasında insanı en ürküten ise bir yangını anlatan bölümü çevirirken bilgisayarının aniden yanması. Kimsenin başına gelecek bir macera değil elbette. Ama Sevin Okyay’ın başına geliyor. Çünkü onun dille ve anlatıyla kurduğu ilişki bir nesneyle, başkasının anlattığı ve onun da konuk olduğu biriyle kurulan bir ilişkiye benzemiyor. Bir parçası oluyor okuduklarının ve yazdıklarının, onları birer yaşantıya dönüştürüyor. Okyay’ın kültür ve sanat yazınına yaptığı katkının, bu alanda yarattığı farkın, yol göstericiliğinin kaynağını anlıyorsunuz, onun kendini anlatmak için kullandığı ifadelerden.
Gazeteciliği, anneliği, arkadaşlığı, yazarlığı, çevirmenliğiyle herkesin bir şekilde kendinden bir şeyler bulabileceğini, bulmak isteyeceğini düşündüğüm biri Sevin Okyay. Öyle güzel anlatıyor ki hayatını, öyle komik, ağırlaştırmaksızın ama ne yaşadığının da farkında olarak… Kıymet vererek ama o kıymete hapsetmeyerek. Bütün bu hikaye içinde Okyay’ın aldığı ödüllere kendisinin de inanmaması ve heyecanı öyle doğal ve anlaşılır bir hâlde çıkıyor ki karşınıza. Belli ki hayatını bizim onu koyduğumuz yere varmak için değil, kendisine ve içinden geçtiği zamana anlam vermek için yaşamış. Bu güzel hayata bu güzel söyleşiyle konuk olduğunuz için umutlanıyorsunuz kitap bittiğinde. Bir şey vadettiği için değil, güzel yaşamanın yolları ve gerekliliği hakkında düşündürdüğü için.
Kitaba eşlik eden fotoğraflarda gözünün içindeki yaşam enerjisini görmeniz mümkün. Hâlen yazmaya ve çevirmeye hayatının büyük bir kısmını ayıran Okyay daha çok yazsın, daha çok okuyalım…