"Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri” ve anımsattıkları

Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri

Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri

NOAM CHOMSKY

Çeviri: Şebnem Duran Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu Yayınları

Siyasal, kültürel ve sosyal soykırımlar, darbeler, işkenceler, ölümler üzerinden ABD’nin halklara vadettiği şey tam olarak bir vahşet niteliği taşıyor. Bu bağlamda da Chomsky’nin eserinin, okuyucuda yarattığı ruh hâlinin bilimsel karşılığı olarak “vahşi gerçeklik” tanımlaması uygun düşüyor.

GÜNEY ÖZTÜRK

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri isimli kitap, Noam Chomsky imzalı bir dizi dersten oluşuyor.

Çevirisini Şebnem Duran ve Taylan Doğan’ın yaptığı kitap, her ne kadar klasik anlamda “entelektüel” olduğunu kabul etmese de kapsamlı bir entelektüel bilgi ve yorum düzeyine sahip olan Chomsky tarafından II. Dünya Savaşı’dan sonra ABD’nin kurduğu dünya düzeni üzerine tespitler ve tahlillerden ibaret bir çalışma niteliği taşıyor.

ABD’nin Soğuk Savaş döneminde şekillenmeye ve sertleşmeye başlayan yeni dış politikasının ışığında dünyayı kavrama ve yorumlama niteliği de kazanan kitap, aydınların varoluşuna, jeopolitik coğrafyanın toplumların varoluşu ve biçimlenişi üzerindeki etkisine, ulusal bağımsızlık meselesine, emek- sermaye mücadelesine, kapitalizm tanımlamasına ve neo-liberalizmin günümüzdeki etkisine, askerî ve siyasî darbelere, “düşman” mefhumunun siyasal ve ekonomik “gerekliliğine”, emperyalizmin belirsizlik karşısındaki şaşkınlığa, ABD’nin “arka bahçemiz” dediği Orta/ Latin Amerika’da ve dünyanın başka meskûn mahallerinde gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerine, nükleer savaş hamasetinin periyodik aralıklarla yeniden üretilmesine, ABD’nin kendi içinde ne kadar demokratik olup dışarıya ne kadar hoyrat ve zalim olduğuna dair bilgiler taşıyor. Bu yanıyla eserin pesimist bir metin üzerine kurulduğunu söylemek mümkün, fakat metnin bu özelliğinin gerçeklikle ne kadar bağlantılı ve paralel olduğunu da açıklamak gerekli… Özellikle de ele alınan gerçekliğin dünyayı anlamak, algılamak ve değiştirmek için kuru bir karamsarlık yerine radikal bir değişimi tek çıkar yol olarak önümüze koyduğunu ve son kertede “somut durumun somut tahlili”ne giriştiğini belirtmek ehemmiyet arz ediyor.

Filozoflar yaklaşık olarak 2.500 yıldır gerçeklik mefhumu üzerine kafa yoruyor ve kavramı tanımlamaya, çağlara uygun olarak yeniden üretmeye çalışıyor. Protagoras’tan Platon’a, Aristoteles’ten Hegel’e birçok filozof gerçeğe dair tanımlamalarda bulundu ve yaşadıkları çağın içine tanımladıkları gerçekliği yedirmeye ve ortaya çıkan yeni gerçeklikle hakikate ulaşmaya çalıştı. Sanatçılar ise bu bağlamda dönem dönem filozoflarla kol kola yürüdü/ yürüyor. Teknolojinin ilerlemesi, fotoğraf ve sinemanın teknik gelişmeler oranında üretim hızının artması ve alıcı sayısının giderek çoğalmasıyla bağlantılı olarak Deleuze ve Žižek gibi filozoflar ve Baudrillard gibi sosyologlar gerçeklik ve sanat üzerine düşünüp yazmaya başladılar. İmgelerin giderek çoğaldığı ve sahtelerinin yeniden üretildiği çağımızda, internet ve televizyon kullanımının da artmasıyla hiper- gerçeklik, ultra-gerçeklik ve simülasyon gibi kavramlar sıkça kullanılmaya başlandı. Böylesi bir dönemde sanatın gerçeklik üzerinden yeniden tanımlanması, sahne üzerinde değişme ve dönüşme hali, gerçeğin yanılsaması olarak kodlandı.

Chomsky’nin Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri isimli kitabında alıcıya/okuyucuya vadedilen kavram ise “vahşi gerçeklik”. Chomsky’nın adı geçen kitabında, ABD’nin dünyadaki varoluşu ve bu varoluşun dünya halkları üzerine etkisini başka türlü açıklamak pek mümkün gözükmüyor. Siyasal, kültürel ve sosyal soykırımlar, darbeler, işkenceler, ölümler üzerinden ABD’nin halklara vadettiği şey tam olarak bir vahşet niteliği taşıyor. Bu bağlamda da Chomsky’nin eserinin, okuyucuda yarattığı ruh hâlinin bilimsel karşılığı olarak “vahşi gerçeklik” tanımlaması uygun düşüyor.

Yukarıda bahsi geçen tanımlamanın sanatla ya da daha da daraltırsak sinema ile olan bağlantısı da bu noktada devreye giriyor. Sinema, henüz 122 yıllık bir sanat olmasına rağmen pek çok konu ve kavram üzerine eser sahipliği yaptı/ yapıyor. Gerçeklik, sinema var olduğundan beri ele alınan kavramlardan en önemlisi… Özellikle de ilk kez bir film gösterimi yapan Lumière’lerin bir trenin gara girişini çekerek aynı zamanda belgesel sinema da yaptığını düşünürsek… Chomsky ise adı geçen eseriyle işte tam bu noktada devreye giriyor. Zira insan haklarının çiğnendiği, katliamların, savaşların yaşandığı dünyamızda Chomsky, okuyucuya sunduğu gerçeklikte “vahşet”in tanımlamasını yapıyor. Bu yanıyla da kitap, “vahşi gerçeklik” bağlamında, Dardenne Kardeşler’in Oğul, Ken Loach’ın Carla’nın Şarkısı, Yılmaz Güney’in Duvar, Elio Petri’nin İşçi Sınıfı Cennete Gider gibi filmlerinin etkisini hissettiriyor.

Yukarıda bahsi geçen filmler üretildikleri dönemde alanlarında çığır açtı ve dünya halkları tarafından ilgi gördüler… Bugün hâlâ pek çok kişi tarafından önemseniyor olmaları, bulundukların dönemin ötesinde bir vizyona sahip olmalarından kaynaklanıyor. Hepsinin ortak yanı ezilenlerin sinemadaki temsilini, faşizmi ve/ veya emperyalizmi “vahşi gerçeklik” üzerinden görünür kılmalarıdır. Chomsky, Güç ve İdeoloji Üzerine: Managua Dersleri isimli kitabıyla sanatçıların sinemada yüklendiği bu sorumluluğu bilimsel analizlerle başka bir alana taşıyor aslında.