Yetişkinlere yeni nesil masallar

Eriyen Ülkenin Sırları

Eriyen Ülkenin Sırları

PELİN TURGUT

Ganj Yayınları

Pelin Turgut, ilk kitabı Eriyen Ülkenin Sırları’nda kentin, insanın, doğanın, dönüşümünü incelikle hikâyeleştiriyor. Köşelerinden erimeye başlayan ülkeye dair hikâyeler bir gece, yuvarlak bir masa etrafında ortaya dökülüyor ve ülkenin masalsı hikâyeleri umuda sarılmaya yetiyor.

NİHAN BORA SAPMAZ

Tek odalı evlerde toplanan kalabalığa hikâye anlatan bir insanı düşünüyorum. Onu, genciyle yaşlısıyla pür dikkat dinleyen bir topluluk. Gülümseyen, düşünen, anlamaya çalışan ve hayallere dalan bir topluluk... Dinledikçe büyüyor, dinledikçe umutlanıyor, dinledikçe inanıyorlar hayata. Her bir kelimenin, bir öncekinden daha az kıymetli olmadığı o hikâyeler, hiç bitmiyor. Orada biterse başka yerde devam ediyor, burada azalırsa, bir başkası sözü alıp anlatmayı sürdürüyor. Hikâyeler, anlatılanları dinlemekten başka yapacak bir şeyi olmayan insanların ışığıydı bir zamanlar. Çok şey değişti. Hikâyeler bitmedi ama hikâyelerin anlatıldığı mecralar değişince hikâyelerin etkisi azaldı. Dünya defalarca döndü ama her ne olursa olsun dilden dile aktarılan o hikâyeler dönüp dolaşıp bizi yine buldu.

Hikâye anlatıcısı olan Pelin Turgut, hikâyelerin gücünü yeniden hatırlatan ilk kitabı Eriyen Ülkenin Sırları ile karşımızda. Turgut, okuru hayal gücüyle etkisi altına almasına rağmen gerçeğin sınırlarında da gezdirmeyi başarıyor. Ganj Yayınları’ndan çıkan ve Bülent Gültek’in resimleriyle katkıda bulunduğu 94 sayfalık bu kitabın içinde dokuz alametle birlikte toplam 11 hikâye bulunuyor.

Eriyen Ülkenin Sırları, her birimizin hikâyesinin kıymetli ve biricik olduğunu anlatan bir hikâye ile başlıyor. Turgut, “İlk Baştanın Hikâyesi”nde şöyle diyor: “İlk başta ve her başta yeni doğan bir bebek var sadece. Her bebek kendisine ait yeni bir hikâyeyle gelir çünkü bu dünyaya. Büyüyüp de dara düştüğünde, turşun çıkmış gibi sıkılmaktan nefesin daraldığında, büyükler de eğer hazır olduğuna kanaat getirirlerse, onlardan hikâyeni anlatmanı isteyebilirmişsin. Ruhun istediği ilaç değil, nereden geldiğini duymaktır çünkü.”

Her insanın ve hatta nefes alan –almaya çalışan– bir şehrin de bir hikâyesi var. Uçlarından erimeye başlayan ülkenin sorumluları bu felaketi vatandaşlardan saklarken; insanlar, çocuklar, doğa hikâyesini koruyarak hayatta kalmaya çalışıyor. Böyle bakınca hayalle gerçeğin iç içe geçtiği hikâyelerle karşılaşıyoruz. “Parmak Kız veya Birinci Alamet”, “Ramazan Davulcusu veya İkinci Alamet”, “Dalgıç ve Köprüden Atlayanlar veya Üçüncü Alamet”, “Profesör Doktor ve Uzaylı veya Dördüncü Alamet”, “Alışveriş Merkezinin Hayaleti veya Beşinci Alamet”, “Uyuyan Dev veya Altıncı Alamet”, “Billboard’a Hapsolan Kadın veya Yedinci Alamet” ve “Gayanotlar veya Sekizinci Alamet” isimli hikâyeler sayesinde içinde yaşadığınız dünyaya dair kafanızdaki bulanıklıklar berraklaşacak. Yanından geçip gittiğiniz bir heykelin acıklı hikâyesini duyduğunuzda hüzünlenecek ya da bir AVM’nin botanik bahçesine dönüşebildiğini okuduğunuzda iyi hissedeceksiniz.

Hikâyeler, karlı bir gecede bir otelin toplantı odasında buluşmuş, farklı yaşamlardan gelen Hakikatleri Araştırma Komisyonu üyelerinin dilinden dökülüyor. Bu hikâyeleri ise, ülkenin ve kendi sıkıntılarından biraz olsun kurtulmak, belki de kendi hikayesini keşfetmek için orada şans eseri bulunan bir kadın aktarıyor bize. Herkesin sırasıyla çarpıcı hikâyelerini paylaştığı bir gecede, çaresiz bir ülkenin bile sahip olduğu hikâyelerin ne denli sarsıcı ama bir o kadar umutlu olduğunu görüyorsunuz. Pelin Turgut, tüm hikâyelerinde bizi hikâyelerin varlığına bir adım daha yaklaştırıyor. Kitabı bitirdiğinizde her şeye rağmen, yani bir ülke eriyorsa ya da batıyorsa bile hikâyelerdeki umuda sarılıp onları aktarmanın gücüne bir kez daha inanıyorsunuz.