Dünyanın bütün sabahları geri dönülmezdir

Dünyanın Bütün Sabahları

Dünyanın Bütün Sabahları

PASCAL QUIGNARD

Çeviri: Orçun Türkay Sel Yayıncılık

"Yirmi yedi kısa bölümden oluşan Dünyanın Bütün Sabahları, kısa metinler okumaktan hoşlanan okuru çabucak kendine çekiyor."

KEREM GÖRKEM

Fransa’nın yaşayan en büyük yazarlarından Pascal Quignard’ın belki de en meşhur romanı olan Dünyanın Bütün Sabahları, yıllar sonra artık yeniden Türkçede okunabiliyor. 2008 yılında Can Yayınları’nın yaptığı ve tükenen basımın ardından, Sel Yayıncılık ay başında kitabı yeni bir çeviriyle okura sundu. Quignard’ın bugüne dek Türkçede yedi kitabı yayımlandı; 1991 yılında kaleme alınan Dünyanın Bütün Sabahları, şimdi o kitapların en günceli olarak görülüyor. Yazarın kitaplarını kronolojik olarak sıraladığımızda karşımıza çıkan kabarık listeye bakacak olursak, Dünyanın Bütün Sabahları’nı Quignard’ın “yenileri” arasına koyabiliriz. Öyle ki Quignard salt Fransız edebiyatçılar özelinde değil, yaşayan tüm yazarlar arasında da üretken bir yerde duruyor.

Enis Batur’un Cumhuriyet Kitap’ın 1325. sayısında, kendi köşesinde “Canon gıcırtıları” başlığı altında tartıştığı üzere, roman olarak sunulan bir metnin hacminden ötürü farklı adlandırmalara maruz kalabileceği (ve bunun olağanlığı), yayıncısından okuruna, edebiyatla içli dışlı hemen herkesin kafasını meşgul eden bir düşünce. Şimdi konumuz olan kitap, Dünyanın Bütün Sabahları da bu düşünceyi aklımıza sokuyor. Yirmi yedi kısa bölümden oluşan “roman”, kısa metinler okumaktan hoşlanan okuru çabucak kendine çekiyor.

Dünyanın Bütün Sabahları, bir gerçek hikâyeyi konu ediniyor: Mösyö de Sainte Colombe ile Marin Marais’in  hikâyesini. On yedinci yüzyılın ortalarında yaşamış ve bugünden bakıldığında Barok müziğin büyük isimleri olarak anılan bu iki müzisyenin kesişen hayatları, birbirine taban tabana zıt karakterleri ve müzik anlayışlarına rağmen bir hikâyeye konu olmaya yetiyor. Tam da burada, bir yazar için hayli zor bir iş olan fakat Quignard’ın büyük bir ustalıkla kotardığı bir nokta var: Üç asır önceyi yazmak. Quignard’ın 1991’de yayımlanan eseri, on yedinci yüzyıl ortaları Fransa’sında geçiyor. Geçmişi yazmanın zorluğundan bahsetmem sakıncalı olur mu bilmiyorum, hele hele bugünü ve geleceği anlatan metinlerin sıklıkla yazıldığı ve çoksatar olduğu yıllar içindeyken. Fakat her şeyden geçilse, geçmişi anlatan bir yazarın üslubunu farklılaştırması gerektiği gerçeği kabullenilmeli. Bunun yanında yüzyıllar öncesini yazabilmek, roman yazarının imgelemiyle de yakından ilişkili. İşte bu iki noktada, yani üslup ve imgelem konularında Quignard’ın hayli başarılı olduğunu düşünüyorum. Bana masalsı bir anlatımı çağrıştıran bir dil kullanılmış Dünyanın Bütün Sabahları’nda. (Romanı okurken aklım sık sık Alessandro Baricco’nun İpek’ine gitti.) Yazarın edebiyat adına çok farklı türlerde eserler verdiğini biliyoruz, masal da bunlardan birisi. Dünyanın Bütün Sabahları’nda, Quignard, masal yazınındaki tecrübesini kullanmış ve böylelikle -kendi adıma- bir “geçmiş zaman algısı” yaratmayı da başarmış, diyebilirim.

Kitabın Mösyö de Sainte Colombe ve Marin Marais dışında öne çıkan üç karakteri daha var: Sainte Colombe’un ölü eşi Madam de Sainte Colombe ve kızları Madeleine ile Toinette. Anlatılan hikâye esasen müziğe odaklanmış olsa da, Mösyö de Sainte Colombe’un karısına duyduğu özlem ve Marin Marais ile Mösyö de Sainte Colombe’un kızları Madeleine ve Toinette arasında yaşananlar, “aşk” temasını hikâyenin içerisine yerleştiriyor ve bu tema geçici değil, aksine, romanın başından sonuna devam eden bir gerilimle okura sunuluyor. Sainte Colombe eşinin vefatından sonra inzivaya çekilirken; Marais’in, Sainte Colombe’un büyük kızı Madeleine ile yaşadığı ilişkinin ardından onu bir anda terk edişi, genç kadını ölüme sürüklüyor. Quignard böylelikle, az evvel değindiğim gerilimi, farklı biçimlerde diri tutmayı başarıyor.

Yazının bu noktasına kadar bahsetmemiş olsam bile, Dünyanın Bütün Sabahları ya da orjinal adıyla Tous les Matins du Monde denildiğinde akla Pascal Quignard değil Alain Corneau; bir kitap değil de bir sinema filmi gelebilir. Kitabın yayımlandığı yıl olan 1991’de, aynı adlı bir sinema filmi, kitabın uyarlaması olarak vizyona girmiş. Fransız sinemasının usta ismi Jean-Pierre Marielle’in Mösyö de Saint Colombe’u canlandırdığı film, belirli noktalarıyla kitabın önüne çıkıyor. Ama oraya gelmeden önce, kitap ile filmin ayrıldığı noktaları konuşacak olursak, en temel ve görünür farklılık “anlatıcı” kısmında karşımıza çıkıyor. Quignard romanı kaleme alırken hikâyeyi üçüncü tekil şahsın ağzından anlatırken, Corneau filmde Marin Marais’i anlatıcı olarak kullanıyor. İlkin kitabı okumuş, sonradan filmi seyretmiş biri olarak Corneau’nun seçimini daha yerinde buluyorum; çünkü Marais’in anlatıcı olduğu durum, seyirciyi okura göre hikâyenin içine daha rahat sokuyor. Elbette, filmin senaryosunda da payı olan Quignard’ın bu seçimden haberdar olduğunu ve belki de “keşke” dediğini düşünebiliriz. Bununla birlikte, sinema sanatının edebiyata kurduğu doğal bir üstünlük olan “ses” öğesinin, viyola özelinde müziği konu edinen bir hikâyeden bahsettiğimize göre sinema filminde romana kıyasla hayli önemli bir yer tuttuğunu ve yine okuru hikâyeye dahil etmek konusunda romandan daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu noktada Quignard’ın yapabileceği fazla bir şey yok, müziği yazmanın sınırları bu kadarını mümkün kılıyor.

Kitabın son bölümünde ve filmde Mösyö de Sainte Colombe’un kulübesinde yaşanan son sahnede geçen “müziğin ne için olduğu” bahsi, zannediyorum müzikten öte (edebiyat da dahil) bütün sanatlar için anlam taşıyor.

“— Zor Mösyö. Müziğin varoluş nedeni sözün söyleyemediği şeyi söylemek. Bu yüzden tam anlamıyla insana özgü değildir. Peki onun kral için olmadığını anladınız mı?

— Onun Tanrı için olduğunu anladım.

— Yanılmışsınız öyleyse, çünkü Tanrı konuşur.

— Kulak için mi?

— Söyleyemediğim şey kulak için değil Mösyö.

— Dilin sırt çevirdikleri için küçük bir çeşme. Çocukların gölgesi için. Ayakkabıcıların çekiç darbeleri için. Çocukluktan önceki halleri için. O soluksuz olduğumuz zamanlar. O ışıksız olduğumuz zamanlar.”

Söylediklerime ek olarak, Dünyanın Bütün Sabahları’nı okurken Quignard’ın felsefe eğitimini de göz ardı etmemek gerek. Bunu salt yukarıda alıntıladığım müziğin varoluşu üzerine yazılanlar için söylemiyorum. Bu kısa metin, aynı zamanda, müzik teması üzerinden okura insanlık adına da önemli şeyler söylüyor.

Uzatmayalım, “Pascal Quignard Edebiyatında Felsefe”, ancak başka bir yazının konusu olabilir.