Dünya bu kadar, herkesin yaşadığı kadar...

Dünya Bu Kadar

Dünya Bu Kadar

MAHİR ÜNSAL ERİŞ

İletişim Yayınları

Mahir Ünsal Eriş’in romanı eksikli bir puzzle gibi, eksikleri okur kendine göre dolduruyor ve bu dahiliyet ne romanda, ne dilde ne de okurda bir rahatsızlığa sebep oluyor

AYLA DURU KARADAĞ

“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi. Önce, yarası halen taze olan gönül meselesinden şüphelendiler. Sonra sarsaklığına, serseriliğine verdiler,” diyerek başlayan bir roman Dünya Bu Kadar . Ve her bölümünde Güneş’in “gönül meselesine”, “sarsaklığına”, “serseriliğine”  dair bir şeyler öğrenmek için başladığımız metinde Güneş’ten çok uzak gibi görünen hikayelere dalıyoruz. Herhangi birinden yola çıkarak başlayan roman, karakterlerin hayat hikayelerinden bir ülkenin yakın tarihini de, yaşananların gündelik hayat ilişkilerine nasıl etki ettiğini de sindire sindire anlatıyor. İhtilalleri, büyük şehre göçü, taşrayı, ’99 Depremi’ni, evlerdeki dantellere işlenen gündelik hayatın trajedilerini, kadınlık hallerini, erkeklik rollerini, Kore Savaşı’nı ve daha nice hayata dokunan meseleyi, anı  irmek irmek işleyen, her karakteriyle bambaşka bir tarihe götüren anlatı, laf lafı açmış da hiç bitmesi istenmeyen bir sohbete dönüşmüş gibi ilerliyor.

Mahir Ünsal Eriş, Türkçe’de Can, Çukur ve Çevengur gibi romanlarıyla tanınan Platonov-vari bir dil kuruyor Dünya Bu Kadar’da. Rus edebiyatının güçlü ismi gibi, okuyucunun karşısına bir karakter çıkarıyor; “işte ana karakteri buldum” diyenler karakterin en derinlerine indikten sonra farkında olmaksızın bir başka “ana karakter”le tanışıyorlar. Tarladaki her bir başağın güneş altında parıldaması gibi parıldıyor bütün karakterler; alabildiğine biricik ve tam anlamıyla bir bütün olarak. Tam da herkesin kendi küçük trajedisinde başrol oynadığı, kendi hayatının kahramanı olduğu gibi ana karaktersiz ya da yan karaktersiz, hepsi ana karakter ya da yan karakter olarak belki de, tıpkı hayat gibi ilerliyor roman. İşte tam da orada dünya bu kadar denilecek an geliyor: Dünya bu kadar, herkesin yaşadığı kadar; kimsenin kimseden daha biricik olmadığı, acıysa herkeste var diyecek kadar…

Yolları kesişen, ayrılan ya da hiç kesişmeyen insanların trajik ve birbiriyle habersizce gerçekleşen girift ilişkileri, yani bizim; alışveriş yaptığımız market kasiyerinin ya da aynı otobüse binip, bir koltukta işe geç kalma telaşındaki insanla yan yana oturan arkadaşlarıyla kahvaltıya giderken müzik dinleyen insanın acıdaşlığı, hayattaşlığı.. ortak oldukları tarihte “Kendini doğar doğmaz özür dilemek zorunda kaldığı bir hayatın içinde bulmuş gibi…” yaşayan; doğduğu dünya bunu bekleyen bütün insanları tevafuklarla birleştirip bambaşka bir roman yazmış ödüllü hikâyeci Mahir Ünsal Eriş.

Daha önce öyküleriyle tanıdığımız yazarın ilk romanı  Dünya Bu Kadar. Mahir Ünsal Eriş’in okuyucuları üslubunu tanıyor. İçeriden bir sesmişçesine, müziği kısıp daha iyi duymak için kulak kabartılan bir sohbet gibi süren anlatılar ister hikâye olsun ister roman samimiyetle akıp gidiyor.  Dünya Bu Kadar’la birlikte üç kitabı olan yazarın kendine ait bir dili var ve gün be gün bu dili geliştirerek edebiyat dünyasında adını sağlamlaştırıyor.  Sait Faik Hikâye Ödülü gibi prestijli bir ödüle layık görülmesi de bu yolda ne kadar sağlam adımlarla ilerlediğini gösteriyor. Mahir Ünsal Eriş’i ilk kez uzun uzun okuyoruz. Bilinen kurgu öğelerinin aksıne ince bağlarla karakterler birbirlerinin hayatına bağlanıyorlar. O denli ince ki kimi zaman karakterlerin de bunu fark edemediklerini hatta fark etmemelerinin son derece doğal olduğunu görüyoruz. Okur sayfalar önce tanıdığı karakteri bir başka hikâyenin içinde kenarda dururken fark ediyor, hatırlıyor. Yeniden onu bıraktığı yeri hatırlayıp “neler neler geçmiş…” diyerek hayıflanıyor. Kafasında boşlukları dolduruyor. Mahir Ünsal Eriş’in romanı eksikli bir puzzle gibi, eksikleri okur kendine göre dolduruyor ve bu dahiliyet ne romanda, ne dilde ne de okurda bir rahatsızlığa sebep oluyor.

Yazar edebiyat hayatına türler arası geçişlerle mi devam edecek yoksa hikâyeleri romanlarının hazırlığı mıydı bilinmez, lakin yine Rus edebiyatının mihenk taşlarından, yüzyıllardır konuşulan İvan Gonçarov’un başyapıtı Oblomov kitabına ismini veren karakterin ağzından kurgu yapıtlarına yönelttiği  “Bir hırsızı, kötü yola düşmüş bir kadını, aldatılmış bir budalayı anlat ama insanı unutma. İnsanlık nerede burada?” sorusuna seneler sonra cevap veren bir roman artık var.  Dünya Bu Kadar’a dair son sözü yine Oblomov’un ağzından okuyalım “Tüccarlar, memurlar, subaylar, mahalle bekçileri çok canlı… Satırların arasında yaşıyorlar sanki…”

Kitaptan tadımlık okumak için tıklayın.