Şark'ın derinliklerinde "içimizden bir abi"

Demir Dövme Öyküleri

Demir Dövme Öyküleri

MURAT BAŞEKİM

İletişim Yayınları

Murat Başekim, afili kahramanı Demir’in öykülerine kaldığı yerden devam ediyor ve Şark’ın derinliklerinde korkunun izini süren, deyim yerindeyse “içimizden bir abi”nin hayatla olan ilişkisini sorguluyor…

BERKAY ÜZÜM

Tekinsiz kahramanı Deli Gücük’ün öykülerini anlattığı ilk kitabı DG ile kitaplıklarda kendine yer açan Murat Başekim, Hayal Et Hikâyeleri adlı kitabında gün yüzüne çıkardığı Alamancı cadı avcısı Demir’in esrarlı öykülerinin izini sürmeye devam ediyor. Bu sefer, tam da kitabın adına yaraşır biçimde; daha sert ve daha dokunaklı öykülerle.

Demir Dövme Öyküleri, Anadolu’nun taşrasında, harabe kentlerde ve puslu sokaklarda geçen 7 öyküden oluşuyor. Ana karakter Çankırılı Demir’in “uzun bir yolculuğu” şeklinde adlandırılabilecek öyküler, buna bağlı olarak birbirinin devamı şeklinde kurgulanmış. Öykülerde, Anadolu halk efsanelerinin yanı sıra Batı kültürüne ait “meşhur” karakterlere de yer verilmiş. Sadece karakterler üzerinden okunduğunda bile bir karnaval havası estiren kitap, bir nevi Araf’ta kalan ve ne yöne gideceğini kestiremeyen bir karakterin komik ama iç burkan serüvenine ışık tutuyor.

“O Gün” adını taşıyan ilk öykü, Demir’in Almanya’daki günlerine ve öykünün üzerinde git-geller yaşadığı “hadım”lığın kökenine dair bilgiyi sağlamakla birlikte, Demir’in; içten, ağzı bozuk, çayını ve sigarasını elinden bırakmayan “sıradan” karakterine dair en kuvvetli delili şu cümleyle ortaya döküyor: “Allah’ım ne olur dilimi koparmış olmasınlar; küfür etmeden yaşayamam ben.” Ardından gelen “Demirci ile Karısı”, kelime oyunlarının ve kitabın merkezinde yer alan hadımlığın hat safhada hissettirildiği bir öykü olarak karşımıza çıkıyor. Anadolu kültürünün en önemli figürlerinden Kybele’yi konu alan bu öyküde, Kybele üzerinden erkeklik iktidarı irdelenirken, bu bağlamda Doğu ve Batı arasındaki kadın-erkek konusuna da değinilmiş. Maceralı ve aksiyonu bol bu öyküde, Demir’in aşk ve sevgi uçurumundaki yalnızlığına dair durumu da açık bir şekilde ortaya konuyor.

Birbirinin devamı olan öyküler şeklinde kurgulanan kitap, “Akıntı” ve “Kan Davası” öyküleriyle tam anlamıyla düzlüğe çıkıp iki katmanlı bir serüvene dönüşüyor. Burada, kitabın diğer “hınzır” karakteri Dayı ile tanışıyoruz. Muska yapan, efsunlarla haşır neşir olan, kurnaz, eski âlimlerin adını dilinden eksik etmeyen Feridun Dün, kitabın çıtasını daha da yukarılara taşırken, bir başkahraman edasıyla öyküyü sürüklüyor. Zira bu iki öyküde Demir, Garp aleminin ünlü karakterleriyle dövüşüyor, yaralanıyor, bu yolda hem mağlup, hem de galip oluyor. Mağlupluğu eksilmesinden, galipliği başkalarının eksilmesine engel olmaktan geliyor. Bu bölümlerde kitabın fantastik / epik karakterinin yoğunluğu, tekinsizliğin hakkını verecek bir niteliğe bürünüyor.

Savaş, bir şeyi başlatır ya da bitirir, genelde bitirir, güzel şeyleri bitirir. Yılanların arasındaki ıssız bir kentte, sanki bir sinema filmi izliyormuşçasına resmedilen bir dünyalar savaşı, Hüsn-ü Aşk ile ne kadar bağlantılı olabilir? Bu sorunun cevabı, zebanilerin ve dev kadim varlıkların olduğu bir yarışta birinci gelmeye çalışan Demir’in öykülerinde yatıyor.