Kemal'in kaleminden çocuklar

Çocuklar İnsandır

Çocuklar İnsandır

YAŞAR KEMAL

Yapı Kredi Yayınları

ABD’de bir konferansta dinleyicilerden büyük bir yazar “Neden hep Çukurova’yı yazıyorsun?” dedi. “Ben sadece Çukurova’yı yazmıyorum ki” dedim. Durdum bekledim. “Neyi yazıyorsun başka?” dedi. “Hayır, Çukurova’yı yalnız ben yazmıyorum. Tolstoy yazıyor, Dostoyevski yazıyor.” Çukurovasını yazmayan hiçbir yazar büyük romancı olamaz. Hatta ben yazarım diyorsa da, yazar değildir. Ben Çukurova’yı herkes kadar yazdım. Stendhal da kendi Çukurovasını yazmıştır.

Yaşar Kemal birkaç yıl önce yayıncısı Yapı Kredi Yayınları’yla bir söyleşisinde anlatmıştı bu anekdotu. Çukurova’yı yalnız o yazmıyor, hayır. Ve hayır, sadece Çukurova’yı yazmıyor o. [“Yor” diyoruz, zira Tolstoy gibi, Dostoyevski gibi Yaşar Kemal de “di”li geçmişe sığmaz elbette.]

Sadece Çukurova’yı yazmaz Yaşar Kemal ama onun da bir bakıma teslim ettiği gibi tümden haksız değildir ABD’deki yazarın sorusu, çünkü evet, Yaşar Kemal hep Çukurova’yı yazar. Ya da şöyle diyebiliriz: Çok geniştir Yaşar Kemal’in Çukurovası; tek bir ovaya sığmayacak kadar, onun geniş yüreğine sığacak kadar geniş.

Çocuklar İnsandır ya da – bizim onu ilk okuduğumuz özgün adıyla – Allahın Askerleri, mesela, toprağı değil sokakları, ovayı değil şehri, köylüleri değil varoş çocuklarını anlatır, İstanbul’u anlatır. Ama Çukurova’yı anlatmadığı söylenebilir mi?

Yaşar Kemal, dünya çapında yazılmış örnekleri Türkçede belki o düzeydeki romanlardan bile daha az olan röportajın da ustasıdır. Allahın Askerleri onun bu ustalığını sergiler; Yaşar Kemal’i Batı’da daha ziyade “edebî gazetecilik” olarak bilinen, kurmaca olmayan ama kuru da olmayan bu çok özel anlatı sanatının en kudretli kalemleri arasına katar.

1975’te Cumhuriyet gazetesinde, Ara Güler’in fotoğrafları ve Turhan Selçuk’un çizgileriyle yayımlanan bir yazı dizisiydi “Allahın Askerleri”; daha doğrusu o dizideki röportajlardan birinin başlığı, röportajın anlattığı çocuklardan birinin kendisi gibi sokak çocuklarına taktığı addı. Ardından, 1978’de Milliyet Yayınları’ndan aynı adla kitap olarak çıktı. 38 yıl sonra ise, 2013’te Yapı Kredi Yayınları’nın 4000. Başlık kitabı olarak Çocuklar İnsandır adıyla yayımlandı.

Kitapta Yaşar Kemal’in İstanbul’u mahalle mahalle gezerek sokak çocuklarıyla yaptığı konuşmalardan aktardığı izlenimler var. Çoksesli, çocuksesli, cıvıl cıvıl, çığlık çığlık röportajlar var.

Zilo yaşıyor mu, mesela? Kaç yaşında bugün? Varsa çocukları, hatta torunları belki, ne haldeler acaba? Peki ya diğer çocuk Zilolar? Onları ne kadar tanıyoruz? Onlarla konuşan kaç yazarımız var?

 

Yaşar Kemal o çocukları yazalı tam kırk yıl oldu. O çocukların her biri, eğer tutunabildilerse hayata, koca birer adam, koca birer kadın şimdi. Ustanın anlattığı mahalleler de değişti kuşkusuz, 1975’te 2.5 milyondu İstanbul’un nüfusu, bugünkünün altıda biri. Başka bir şehir artık burası. Bir yandan da hep aynı şehir. 

Çocuklar İnsandır’ı bugün okumak Yaşar Kemal’e saygı duruşu olduğu kadar, onun anlattığı şehrin yoksulluğuna kırk yıl sonra tanıklık ederek, bugün çok daha fazla sayıda çocuğun, kuşkusuz çok farklı bir dünyada ama hâlâ büyük bir yoksunluk ve çaresizlik içinde yaşadığını hatırlamak, gözlerimizi açıp şehrimize, şehirlerimize bakmak, görmek, kendi Çukurovamızın farkına varmak için de bir vesile. Okuyunca sorular bırakmayacak peşinizi, eminiz.

Zilo yaşıyor mu, mesela? Kaç yaşında bugün? Varsa çocukları, hatta torunları belki, ne haldeler acaba? 

Peki ya diğer çocuk Zilolar? Onları ne kadar tanıyoruz? Onlarla konuşan kaç yazarımız var?

Ne yapsın Zilo çekecek. Ne yapsın Zilo bu yaşamı çekecek. Ne gelir elden ki, değil mi abi?

Dolapderedeki evi de anlattı bana Zilo. Bana bu evi biraz attı gibi geldi. İki odası varmış evin. Bir çamurlu bahçesi. Zilo çamurdan çok yılmış öyle anlaşılıyor. Bahçede hiç çiçek yokmuş, safi çamurmuş ortalık. Evin odasının birisinde, babası, analığı yatıyorlarmış, birisinde de çocuklar. Çocuklar üstüste yatıyorlarmış. Çocukların yattığı oda çok pis kokuyormuş. Hiç hava almıyormuş. Kardeşlerinin yüzleri sapsarı kehrübar gibiymiş. Bir de mutfakları varmış ama, mutfak derim sana, o mutfaklara hiç benzemiyormuş, öyle mutfaklardan birisini bir kere görmüş, görmüş ki ne mutfak, bal dök de yala. Safi aynaymış, cammış her bir yanı. Neler neler yokmuş içinde. Bir hafta ye iç yat mutfakta, o kadar kocamanmış, iki tane de buzdolabı varmış, içindeki yiyecek gene bitmezmiş. Onların mutfaklarının her bir yanından rüzgar esiyormuş. Bir de kocaman kocaman fareler varmış. Çocuklar, yani hırsız arkadaşları onun adını fare koymuşlar ya, o farelerden korkuyormuş, bir fare görünce ödü patlıyormuş. Bir fare görmesin deli oluyormuş. Halbuki Zilo çok yürekli bir kızmış. Bütün mahalle ona, Zilo kadar yüreklisi yokmuş diyormuş. Ziloda marifet mi ararsın on parmağında on hüner. En çok da trenlerin altında uyuyormuş. En sevdiği şey trenlerin altında uyumakmış. Tren üstünden kalkıp gidiyormuş da onun haberi bile olmuyormuş, kocaman bir katar üstünden sağılıp geçiyormuş da... Bir de apartımanların merdivenlerinde uyumağa çalışıyormuş Zilo. Yalnız oralarda çok geceler sabahlara kadar uyuyamıyor donuyormuş. Ne yapsın Zilo çekecek. Ne yapsın Zilo bu yaşamı çekecek. Ne gelir elden ki, değil mi abi?

Her yazarın Çukurovası orasıdır belki, insanoğlunun gerçeğine en yakın olduğu yerdir. Yaşar Kemal’in Çukurovası anlattığı her yerdir. 

Yine soralım: Bu yaşamı çeken, ne yapsın çekecek olan Ziloları ne kadar tanıyoruz bugün, onların mutfaklarıyla kendi mutfaklarımız arasındaki fark üzerine kaç öğün düşünüyoruz bir ömürde, Ziloların nasıl yaşadığını nerede, kimlerin kaleminden okuyabiliyoruz?

Yaşar Kemal 1975’te “Allahın Askerleri” röportaj dizisini hazırlarken Cumhuriyet ’te Kemal Özer’e şöyle demiş: 

Öylesine sevinçliyim ki bu yazdıklarımdan, örneğin çok iyi bir roman yazsaydım bu kadar sevinmezdim. Çünkü burda verdiklerim, insanoğlunun gerçeğine bütün yaptıklarımdan daha yakın. Öyle geliyor bana.

Her yazarın Çukurovası orasıdır belki, insanoğlunun gerçeğine en yakın olduğu yerdir. Yaşar Kemal’in Çukurovası anlattığı her yerdir. (K24)