Küresel bağlamda queer hareket: Tarihsel ve kültürlerarası bir döküm

Cinsel Çeşitlilik

Cinsel Çeşitlilik

VANESSA BAIRD

Çeviri: Hayrullah Doğan Metis Kitap

Cinsel Çeşitlilik, Yönelimler, Politikalar, Haklar ve İhlaller altbaşlığıyla cinsel kimlik ve yönelimler konusuna kültürel, tarihsel, dinî ve bilimsel bağlamda önemli kapılar açan bir başlangıç kitabı.

İREM GERKUŞ

Vanessa Baird’in 2001 yılında kaleme aldığı Cinsel Çeşitlilik/ Yönelimler, Politikalar, Haklar ve İhlaller kitabı LGBTİ+ perspektifinden cinsel çeşitliliğin tarihsel ve kültürlerarası bir dökümünü sunuyor. Dünyanın en çok okunan dergileri arasında olan The New Internationalist’in editörlerinden Vanessa Baird, cinsiyet politikaları, feminizm ve eşcinsel hakları hakkında birçok makale ve kitap yayımlamış. Bunlardan en çok bilineni, 1997’de Anita Desai ile birlikte yazdığı “Hemfikir: Kültürlerarası Gelişime Katkıda Bulunan Kadınlar” kitabı.

Cinsel Çeşitlilik kitabının ilk basımı, Roni Margulies’in editörlüğünü sürdürdüğü, küreselleşmeden silah ticaretine birçok farklı konuda kitaba yer veren Metis Kitap’ın Antikapitalist Hareket İçin Kılavuzlar dizisinde yer alıyor. Neden bu dizide olması gerektiğini Margulies çarpıcı bir girişle açıklıyor: İkincil değil, temel bir talep. Sol hareket içinde bile uzun bir dönem “işçiler bu konuyla ilgilenmez” cümlesiyle göz ardı edilen bir hak talebinden söz ediyoruz. Bir sonraki işçi kuşağını en ucuz şekilde üretmeye, egemen ideolojinin hâkimiyetini zedelemeye, miras ve mülkiyet ilişkilerinin sürekliliğine ket vurmaya yol açan hareket aslında kapitalizmi tehdit eden yegâne unsurlardan biri.

Kitap dokuz bölümden oluşuyor: Küresel Durum, “Devrim Burada!”, Gizli Tarih, Homofobi, Cinselliği Kontrol Siyaseti, Din: Tanrılar ve Baş Belaları, Bilim: Cinsel Yönelimi Açıklamak, Transgender: “Gökteki Yıldızlar Gibi”, Sonuç: Gökkuşağını Savunmak. Vanessa Baird, ilk bölümde konuyu küresel bir ölçekte ele alarak görünürlüğü, farklı bölgelerde açığa çıkan ortak tepki ve sorunlarla bize bir statüko sunuyor. Gelenek üzerinden temellenen farklı bölgelere özgü farklı zorluklar olsa da ortak mesaj, heteroseksüellikten sapmanın yabancı bir olgu olduğu. Buna rağmen queer hareketin mottolarından olan “Her yerdeyiz” sloganına Baird gerçekten düşünüldüğü kadar “Her yerde miyiz” sorusuyla karşılık veriyor.. Eşcinsel kimlik fikri evrensel değildir ve bunun böyle olduğunu öne sürmek Batı etno-merkezciliğine kurban gitmektir. Bu düşüncesini “eşcinsel” tanımı olmaksızın eşcinselliği performe eden farklı toplum ve kültürlerden örneklerle açıklıyor. Kitabın en önemli noktalarından biri, arada kalmışlara, isimsizlere, duymadığımız kültürlere kapı açması. Günümüzde birçok cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim için tanımlara sahibiz fakat bu isimleri bilmeyen, kullanmayan fakat onları performe eden insanlardan, homoerotik kültürlere sahip topluluklardan ne kadar haberdarız? Bu durumun bir ayağı zengin dünya, fakir dünya ve queer dünya olma hâlinde. Eğer yoksulsanız açık bir biçimde lezbiyen, gey ya da transgender olmanız çok daha güç. Tabii Baird bu noktayı zengin dünya eşittir hoşgörü, görünür cinsel azınlıklar ve eşcinsel kimlik; fakir dünya eşittir bunun tam tersi gibi bir yanılgıya düşmeyi engelleyen bir şekilde ele alıyor. Unutmamak gerekiyor ki en baskıcı yasalar ilk olarak zengin dünyadan çıktı. Baird bu bölümde, bize hayal edemeyeceğimiz kadar büyük bir çeşitliliğin varlığını sunarak, bugüne kadar gelmiş ortak bir küresel cinsel azınlık hareketinin kapılarını açıyor.

“Devrim Burada!” bölümünde ise eşcinsel kelimesinin ortaya çıkışından ve Stonewall isyanından başlayarak feminizm ve ırkçılık karşıtı hareketle beslenerek kapsayıcı bir queer harekete doğru giden bir sürece yer veriliyor. Tarihsel süreci öğrenmek isteyenler için güzel bir başlangıç yapan Baird, devamındaki “Gizli Tarih” bölümüyle bence kitabın en can alıcı noktasına giriş yapıyor. Adeta queer hareket tarihinde küresel çapta bir gezinti sunuyor. Yunanlılar ile Romalıların eşcinselliği ahlakî bir sorun olarak değil, bir tercih meselesi olarak görmelerinden bahsediyor. Oradan İslamî tutkulara, Sufilere ve homoerotik aşkı konu alan tasavvuf etkisi altındaki metinlere geçiş yapıyor. Rönesans dönemi ressam, matbaacı ve gondolcularının hem yaygın bir eşcinselliğin hem de eşcinselliğe karşı aşırı sert cezalarla süregiden paradoksal bir dönemdeki varoluşlarından söz ediyor. Afrika ülkelerindeki birçok liderin tarihlerinde eşcinselliği barındırmadıklarına dair demeçler verdiği şu yıllarda Afrika geleneğindeki homoerotik kültürü gözler önüne seriyor. Amerika’nın yerli toplumlarındaki şaman ve şifacıların eşcinsel ve transgender geleneklerinden başlayarak dünyanın diğer bir ucundaki Çin’deki vejetaryen rahibe topluluklarının hikâyesine uzanan bir perspektifte alternatif bir tarihyazım işine girişiyor.

“Homofobi” bölümünde ise bambaşka zamanlarda, bambaşka yerlerde süregelmiş homofobinin, tarihi boyunca hep “bir başkasının” hastalığı, günahı, suçu, âdeti ya da sorunu olarak tanımlanma hâline eğiliyor. Çok çeşitli kültür ve toplumlarda bu şekilde karşıt bir kitlesel seferberliğe girişilmesini Baird, cinselliği kontrol etme siyasetine bağlıyor. Bu noktayı aile, tüketim ilişkileri üzerinde okuyarak sağın da solun da belirli zamanlarda homofobik yasalar çıkardığını unutturmuyor.

“Gizli Tarih” bölümüyle paralellik gösteren bilimin ve dinlerin queer harekete istikrarlı çelme takışlarını konu edindiği “Din: Tanrılar ve Baş Belaları,” “Bilim: Cinsel Yönelimi Açıklamak” bölümleri kitabın çarpıcı kısımlarından biri. Birçok homofobik söylemin söz ürettiği iki önemli noktayı ayrıntılı bir şekilde açıklayarak, argümanlarını tek tek çürütüyor. Din kısmını Budizm, Hinduizm, İslamiyet, Hıristiyanlık, Yahudilik olarak beşe ayırıyor ve bu dinler özelinde Sodom hikâyesinden içlerindeki hoşgörü ve homofobiye kadar ele alıyor. Bilim konusunda ise doktorlar, psikologlar, biyologlar, eşcinsel beyin ve eşcinsel geni başlıklarıyla bugüne kadar ortaya konan argümanları değerlendiriyor. Son bölümde, transgenderları ele alarak arada kalmışlara, androjenlere, kaygan cinsiyete sahip olanların âdeta sesi oluyor.

Kitapta kendine ek olarak yer bulan “Cinsel Azınlık ve Hukuk: Dünyadaki Durum” bölümüyle kitabı sonlandıran Baird; dayanışma, zorluk ve çatışmaları ele alan anlatımıyla küresel anlamda her ülkede queer hareketin hukukî olarak ne noktada olduğunu okura detaylarıyla sunuyor.

Birçok kavramın ise Türkçeye ne kadar kazandırılabildiği, çeviri bariyerinin varlığını ne kadar sürdürdüğü konusuyla ilgiliyse bazı karmaşalar hâlâ mevcut olsa da çevirideki özen dikkat çekici. Bunun yanı sıra oldukça akıcı ve göz batmayan anlatımıyla, hem kültürel ve tarihsel hem de dinî ve bilimsel bağlamda birçok noktaya küçük kapılar açan, asla yetinilmemesi gereken iyi bir başlangıç kitabı.