“Bazen bir hayalin başladığı yerde diğeri bitiyor”

Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var

Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var

BERİVAN BİNGÖL

İletişim Yayınları

“Annelik mi daha zor, gerilla olmak mı,” diye sorulduğunda çoğu  –belki de şaşırtıcı bir biçimde- anneliğin daha zor olduğunu söylüyor. 

EVREM TÜRKÖZ

İletişim Yayınları’ndan çıkan, Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var - Dağdan Anneliğe Kadınlar isimli kitap, Berivan Bingöl’ün, gerilla ve annelik deneyimlerini aktaran, eski PKK’li 20 kadınla yaptığı görüşmelerden oluşuyor. Kitapta anlatılan her kadının hikâyesi ve deneyimi elbette farklı, ancak anlatılanlardaki büyük benzerlikler okuru ciddi anlamda etkiliyor…

Öncelikle, kadınların neredeyse hepsi çok küçük yaşta dağa çıkmışlar; en küçükleri 13 yaşında evden ayrılmış. Çoğu giderken, annesinin ne hissedeceğini çok düşünmemiş ya da tahmin edememiş olsa da, kendileri anne olduklarında anlayabilmişler annelerinin duyduğu endişeyi, özlemi… Hatta aralarından biri, çocuğunun değil dağa çıkmasına, kendisinden uzakta oturmasına bile izin vermeyeceğini dile getiriyor. Çoğunun eşi kendisi gibi gerilla kökenli, zaten aksinin pek mümkün olmayacağını söylüyorlar. Bunu birden çok sebebe bağlıyorlar; en başta birbirini anlama, aynı zorluklardan geçme var. Ama kadınlar için daha da önemli olan, eski gerilla erkeklerin, toplumdaki çoğunluğa nazaran daha az ataerkil olmaları, toplumsal cinsiyet kalıplarından çoktan sıyrılmış olmaları. Tabii her ne kadar eşit olsalar da, durumun dağdakinden farklı olduğunu söyleyenler de var: “Biz yıllarca aynı yerde savaştık; aynı kıyafeti giydik; aynı yollarda yürüdük; aynı yükü taşıdık; birlikte aç susuz kaldık; birlikte yedik içtik. Şimdi onlar dışarıda çalışıp eve para getiren kişiler oldular; bizlerse evde çocuk büyüten, yemek-temizlik yapan konumuna düştük. Eskiden aynıydık; şimdi roller değişti, ama biz eskisi gibi eşitçe davranılmasını bekliyoruz. Erkek bunu anlamayınca zorumuza gidiyor. Çatışmalar, sürtüşmeler oluyor…”

Çocuklarına “daha önceki” hayatlarında neler yaptıklarını anlatmaları ya da anlatmamaları da ayrı bir sorun. Kimi yaşının biraz daha büyümesini bekliyor, kimi eğer çocuğu bunu çevresindekilere anlatırsa tepkilerden, çocuklarını dışlamalarından korkuyor, kimi ise açıkça onların da dağa çıkmasını istemediğinden anlatmamayı tercih ediyor. Dağa çıkmış iki ebeveynin çocuklarına “çıkma” demeleri o kadar kolay olmayabilir… Çocuklarına verdikleri isimler de geçmişlerinden bir parçayı temsil ediyor çoğu zaman. Genellikle dağda kaybettikleri arkadaşlarının isimlerini vermişler onlara, ama bazıları da çocuklarının böyle bir yükü taşımasını istememiş: “İsimlerle çocuklarıma sorumluluk yüklemek istemiyordum; her şeyden bağımsız, onlara ait bir şey olsun istedim isimleri.”

Anlatıların ilginç kısımlarından biri kadınların rüyaları. Rüyalarında eski anılarını tekrar yaşıyorlar, tekrar dağdalar ve bu sefer yanlarında çocukları var; bu yüzden çok korkuyorlar “Çocuğu böyle bir ortama nasıl getirdim,” diyerek kendilerini suçluyorlar. Bu duygu zaten anlatılarında da açıkça hissediliyor. “Annelik mi daha zor, gerilla olmak mı,” diye sorulduğunda çoğu  –belki de şaşırtıcı bir biçimde- anneliğin daha zor olduğunu söylüyor. Bunun sebebi ise aslında insanın sadece kendinden mesul olmasının, küçük bir çocuğun sorumluluğundan çok daha kolay olması. Genel olarak anne olmaktan korkan ya da anne olmayı istemeyen kadınların da temel endişelerinin ya da isteksizliklerinin nedeninden çok da farklı değil aslında sebepleri. Ama gerillalık gibi, her an ölümle burun buruna, zor koşullarda geçen bir dönemle kıyaslanınca dahi anneliğin daha zor olduğunu dile getirmeleri oldukça ilgi çekici. Bunun yanı sıra, gerillalıkla anneliği, adanmışlık ve sürekli tetikte olma, nefsini terbiye etme halleri açısından birbirine benzetiyorlar. Her ikisini de çok değerli buluyor, aslında birbirlerine birçok noktada benzediğini dile getiriyorlar: “Aslında o da [annelik] gerillalık kadar değerli bir şey, çünkü çocuğu iyi yetiştirerek, ona biçim vererek, onun şahsında devrimi yaratmaya çalışıyorsun. İkisi de zor.” Bir de kendisini suçlu hissedenler var. Hayatta çok daha büyük şeyler başarmayı planlayan, savaşan kadınlarken evlenen, çocuk bakan “sıradan” kadınlara döndükleri için arkadaşlarına ihanet ettiklerini düşünüyorlar: “İlginçtir, rüyamda kızımın da benimle olduğunu ve arkadaşlarımla kızım arasında tercih yapmak zorunda kaldığımı görüyorum.” “Biz de çocuk yapmışız, onu büyüteceğiz, ama içimizden bir ses hep ‘Hayır, ben daha farklı şeyler de yapmalıyım; kendim için yapmalıyım; bu dünya için yapmalıyım,’ diyor.”

Dağdayken hiçbirinin aklında evlenmek, anne olmak gibi şeyler yokmuş. Anne olmak isteyenler bile evlenme düşüncesine karşı oldukları için, bundan vazgeçmeyi ya da bir erkekle evlenmeden çocuk sahibi olmanın yollarını düşünmüşler: “Bir erkekle birlikte yaşamaktan ziyade, anne olma arzusu ön plandaydı.” Hemen hemen hepsi bir kız çocuğunun olmasını istemiş, kimileri ise kız çocukları olunca üzülmüşler, hayat kadınlar için daha zor diye… Hayat elbette her zaman kadınlar için daha zor, ama bazı kadınlar için çok daha zor. Berivan Bingöl’ün söyleştiği kadınların çoğu, dağdayken kadınlıklarını unuttuklarını söylüyorlar, hatta bazıları anne olmayı bu yüzden daha fazla istediğini söylüyor. “Hamileliğim, hayatımın en güzel dönemlerinden biriydi; annelik boyutundan ziyade kadınlık boyutunda kendini şımarık hissetme, kapris yapma nimetlerinden de yararlandım.” “Kötülemek için söylemiyorum, ama dağda kadınlığımızı unutmuştuk. Kendime gelebilmek için anne olmaya ihtiyacım vardı, çok şeyimi kaybetmiştim.”

Etkileyici bir başka nokta ise, dağa çıkanların, çıktıkları yaşta kaldıklarını söylemeleri. Elbette orada olgunlaşıyorlar, fiziksel olarak da büyüyorlar ama “hayat”la bağları kopuk, neler olup bittiğini bilseler bile hayata dahil olamıyorlar. Bu da onları gittikleri yıla hapsediyor. Bunun bambaşka bir sonucu da var elbette dönenler açısından: İşsizlik, meslek sahibi olamama. Çoğunun küçük yaşta gittiği düşünülürse, eğitimlerini tamamlayamadan ya da hiç eğitim almadan dağa çıktıklarını ve döndüklerinde bunun problem yaratacağını anlamak çok da zor değil. Aslında kaç yaşında gidiyorlarsa o yaşlarında dönüyorlar, hiçbir konuda gelişme sağlayamıyorlar. Annelik, kadınların bunu biraz aşmasını sağlamış, ama erkekler için durumun daha da kötü olduğunu düşünüyorlar. “Bizler bir meslek sahibi olamadan evlerimizden ayrıldık, geldik buralara; elimizde avucumuzda bir şey yok. Geçmiş öykümüzün bize kazandırdıkları da her yerde işe yaramıyor. Toplumda yaşamımızı idame ettirebileceğimiz bir eğitimimiz ya da mesleğimiz yok. Çok şey biliyoruz, ama akademik olarak bir karşılığı yok. Gerilla olmak bir meslek olarak kabul görmüyor yani, değil mi?”

Büyük heyecanlarla, büyük ideallerle gittikleri dağdan çoğu kırgın dönmüş. Amaçlarını gerçekleştirememiş olmalarının yanı sıra, bir yarım kalmışlık duygusu da hâkim hissettiklerine. Anne olduktan sonra ise her şeye çok daha farklı bir gözden baktıklarını dile getiriyorlar. Şimdiki gibi hissetseler ya da düşünseler, belki tercihlerinin farklı olacağını söylüyorlar. Dağa giderken geride bıraktıklarına, ama en çok da annelerine üzülüyorlar şimdi, anlıyorlar onu: “Biz mücadele içindeyken insanları anlamadan, hoyratça yaklaşabiliyorduk; onların bir annesi olduğunu unutuyorduk. Kendi hayallerimizin peşinden giderken annelerin hayallerini yok edebildik. Bazen bir hayalin başladığı yerde diğeri bitiyor maalesef. Biz, geride kalanları ‘öldürerek’ dağa gittik.”