Balinanın karnından denemenin sonsuz sularına

Balinanın Karnında

Balinanın Karnında

GEORGE ORWELL

Çeviren: Zafer Avşar Sel Yayıncılık

Balinanın Karnında, kanonlaştırılmış bir yazarın hayata ve edebiyata baktığı gözlükleri bizlere de sunan, yazarın zamanını olduğu kadar günceli de yeniden sorgulamamıza imkân veren, sorular kısırdöngüsünden çıkış kapıları gösteren, kavrama ve tartışma yetisi kuvvetlendirici bir okuma deneyimi.

NİLAY KAYA

İdeolojik temellerinin zıtlığına rağmen diktatörlüğün en somut halini alarak kesişim kümesine giren iktidar modelleri ne kadar ikircikli algılara yol açıyorsa, bu meseleyi konu edinen edebi yapıtlar da okuyucuların kendilerince sonuçlara ulaşmalarına neden olabiliyor. Örneğin, özel liselerin müfredatına diktatörlük eleştirisinin tartışmasız örneği kontenjanından giren George Orwell’in  Hayvan Çiftliği ve 1984 adlı romanları, Alev Alatlı gibi okuyucuların algı mekanizmasında diktatörlüğü “ayakta alkışlamak” için dayanak metinler olarak yer edinebiliyor. İlhami Algör’ün romanına selam göndererek Alatlı’nın “ikircikli biricik edebi yaklaşımı”nı edebiyat ve iktidar tartışmalarının Sisifos sarmalına yollayalım ve artık George Orwell gibi bir edebiyatçı ve düşünürün Türkçeye kazandırılan başka metinlerine bakalım. Keza Sel Yayınları, Orwell’in en az romanları kadar kıymetli makale ve denemelerini yayınlamaya devam ediyor. Kitaplar ve Sigaralar ve Neden Yazıyorum’dan sonra Balinanın Karnında adlı deneme derlemesini yayınlayan Sel Yayınları’nın yazarın kurmaca olmayan eserlerinden yapılan üç derlemeyi daha yayına hazırlıyor oluşunu ise sevinçle karşılıyoruz.

George Orwell, 20. yüzyılın başında yaşayıp iki dünya savaşını, İngiliz sömürgesi olan Burma’da bir dönem yaşadığı için emperyalizmin en katışıksız hallerini deneyimleyen, dolayısıyla güçlü anti-emperyalist ve anti-totaliter duruşunu hem kurmaca eserlerinde hem de deneme ve makalelerinde gözlemleyebileceğimiz bir yazar. Siyasi duruşunu Franco rejimine karşı savaşan gönüllülere katılarak eyleme nasıl dönüştürdüğünü Katalonya’ya Selam’da öğrenme şansı edinmiştik. Balinanın Karnında da yazarın İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerine dair denemeler içeriyor. Devrimci silahlı örgütlenmenin içinde, askeri deneyimi bulunduğu için birlik başına getirildiğinde acemi askerleri eğitme ve komuta etme konularındaki disiplinli tavrı nedeniyle “neyin devrimci sayılacağı” tartışmalarının ortasında kendini bulan Orwell, ilk zamanlarda kendisinin bir “faşist” olarak görüldüğünü anlatıyor. Romanlarının da diktatörlük karşıtı yapısına rağmen bizatihi diktatör yönetimlere referans olarak ele alındığı Türkiye’deki “ikircikli biricik” durum söz konusu olduğunda, Orwell’in bu kişisel deneyimi bizim için daha da ilginç bir hal alıyor.

Balinanın Karnında’da yer alan siyasi içerikli denemelerinde Orwell, liberal burjuvazinin ne olduğunu tartışıyor, anti-semitizm üzerinden “tedavi edilebilecek daha büyük bir hastalık” olarak nitelendirdiği milliyetçilik konusundaki görüşlerini dile getiriyor. “Mahalle Hamlet’lerinin çağı” olarak gördüğü 1920’lerin yazar ve entelektüellerinde mevcut olan “kötümser” bakışı, dönemin siyasi koşullarını göz önünde bulundurarak irdelerken, bir yandan da C.S. Lewis, Ezra Pound, Aldous Huxley gibi yazarların muhafazakâr eğilimleri olduğunu, hatta içlerinde potansiyel bir faşist barındırdıklarını iddia ediyor. “Kafasına silah dayanıp faşizm ile daha demokratik bir sosyalizm arasında seçim yapması istenseydi, muhtemelen faşizmi seçerdi,” dediği Huxley ve İtalyan çeşidi faşizmi desteklediğini düşündüğü Pound hakkındaki değerlendirmeleri ayrıca okunup irdelenmeyi gerektiriyor. Tıpkı bu denemeler gibi, Orwell’in İkinci Dünya Savaşı arefesinde liberalizm edebiyatının sonunun geldiğini, totaliter bir edebiyatın ise hiç oluşmadığını ve oluşacağını öngörmediğini söylediği denemeleri de tartışmaya, bugünden bakıldığında yeniden değerlendirilmeye müsait malzemeler içermesi bakımından oldukça bereketli.

Kitabın siyasi içerikli denemelerinin yanı sıra Orwell’in edebiyat üstüne kaleme aldığı çeşitli denemeler, döneminin edebiyat dünyasının sınırlarını aşıp zaman aşırı ve evrensel edebi tartışmaları tetikleyen; gerektiğinde “kanon”laşmış yapıtlara, tek taraflı edebiyat eleştirisine kafa tutan metinler. Kitaba adını veren “Balinanın Karnında” adlı denemede Orwell, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi üzerine uzun bir meditasyon yaparken, “kendi dünyasını yaratan kitaplarda” kendince bulduğu özellikleri sıralıyor. Miller’ı halkçı bir ruhtan yoksun da bulsa, saydamlığı ve dostane bir Amerikalı ses yaratma konusundaki hüneri bağlamında özgün bir çizgiye yerleştiriyor. Eski Ahit’ten devraldığı balinanın karnındaki Yusuf Peygamber metaforuyla kendi özgün edebi yaklaşımını da gözlemlemiş oluyoruz. Orwell, Henry Miller üzerinden belli bir yazar figürünü balinanın karnına yerleştirerek, onu korunaklı ama dışarıyı olduğu gibi görmesine imkân veren saydam bir tabaka ardında tahayyül ediyor. Orwell’in giderek eriyen bir buzdağının tepesinde oturduğunu söylediği bu yazar tipi, gerçekten de gerek içinde bulunduğu toplumun gerekse dünyanın siyasi ve toplumsal gelişmelerine doğrudan katkıda bulunmuyor gibi gözüküyor. Ne var ki dış dünyayı saydam bir tabakanın ardından algılayışı belki de ona sıcak savaş alanının içinde gözden kaçabilecek hayati detayları görebilme, değişen toplum yapılarının karşısında değişmeyen insan gerçekliğini sunabilme imkânı veriyor. Orwell, bu duruma örnek olarak Ulysses’i ve James Joyce’u da gösteriyor. Joyce’un roman türüne getirdiği teknik yeniliklerin hakkını peşinen teslim edip bu konuya değinmeden, Joyce’u “o anki acil sorunlara ilgi duymayan bir yazar” olarak nitelendiriyor ve hayata kendi gözlükleriyle, özellikle de inancını kaybetmiş bir Katolik’in gözünden bakma konusundaki hüneri açısından ayrıcalıklı bir yere koyuyor. Orwell’in kendisi siyaseten aktif olduğu için, bir yazar olarak kendini “balinanın karnında” ya da “buzdağının tepesinde” görüp görmediğini de düşündüren saptamalar bunlar.

Balinanın Karnında’nın en dikkat çekici edebi denemelerinden birinde Orwell, Tolstoy’un Shakespeare’i “şişirilmiş bir balon” olarak gördüğünü söylediği risalesini değerlendiriyor. Tolstoy’un özellikle Kral Lear’ı örnekleyerek Shakespeare’i kötülediği yazısını, edebiyat eleştirisinin nasıl yapılmaması gerektiğine dair bir örnek olarak sunması çok önemli, zira edebiyat eleştirmenlerinin her daim sorunlu ve tehlikeli ilişkiler yaşadığı nesnellik meselesine dikkat çekiyor: “Çoğunluğun fikrinin göstergesi olmaktan başka anlam taşımayan kalıcılık dışında edebi liyakati sınamanın bir yolu yoktur. Tolstoy’unkine benzer sanat teorileri beş para etmez çünkü keyfi varsayımlarla işe başlamakla kalmaz, aynı zamanda canının çektiği gibi yorumlayabileceği muğlak terimlere dayandırılırlar (“samimi,” “önemli” vb.)” Orwell bu sözleriyle, edebiyat eleştirmeninin mutlak bir edebi liyakate dayanamamakla birlikte, fikirlerini keyfilikten uzakta bir yaklaşımla, incelediği metne dayandırması ama mutlaka dayandırmasının gerektiği temel sorumluluğu hatırlatıyor. Tolstoy’un Shakespeare’i sorunlu bir şekilde değerlendirdiği örnekte asıl dikkat edilmesi gereken noktanın, bir yazarın başka bir yazara neden bu saldırıyı yönelttiğini sorgulamak olduğunu söylüyor. Bu soruya vermeye çalıştığımız cevaplarla Tolstoy’un kendisiyle ilgili yeni değerlendirmelere ulaşabiliyoruz. Orwell’in kendince bulduğu cevap için söz konusu denemeyi zaten okuyalım ama bir yandan da edebiyat eleştirmeninin edebiyat metnini keyfi değerlendirmelere tabi tutarken hangi güdülerle hareket ettiğini de unutmayalım, konuşalım: kişisel hırsları, ilişkileri, duygulanımları, yayıncılık camiasında işleyen gündelik deyişle “al gülüm ver gülüm” çarklarının bozukluğunu...

Orwell’in, edebiyat eleştirisinin keyfiliğinin sakıncalarını sıralarken, başka bir denemesinde iki cümle arasında Sherlock Holmes’u “kötü,” Uğultulu Tepeler’i “sapkın” ve “marazi” olarak yaftalayıverip başka konulara geçişi elbette Tolstoy’da sorunlu bulduğu yaklaşımın kendisi tarafından icra edilişine çelişkili bir örnek niteliğinde. Yazarın bu iki klasik metni neden bu şekilde yaftaladığını hararetle merak ediyor, kendi idealize ettiği edebi yaklaşımla bu metinleri değerlendirdiği denemeler hayal ediyoruz. En nihayetinde Balinanın Karnında, kanonlaştırılmış bir yazarın hayata ve edebiyata baktığı gözlükleri bizlere de sunan, yazarın zamanını olduğu kadar günceli de yeniden sorgulamamıza imkân veren, sorular kısırdöngüsünden çıkış kapıları gösteren, kavrama ve tartışma yetisi kuvvetlendirici bir okuma deneyimi.