Politik ve psikolojik biz’in romanı!

Albayım

Albayım

HASİP AKGÜL

Ayrıntı Yayınları

Kafası karışıktır Kemal’in; ta ki Hayalhane Sokak’taki o ilginç yapıyı ve tabelasını görene kadar: Karakterleri Yaşatma Cemiyeti! Unutulmuş, satılmamış, ünlenmemiş romanların değerli karakterlerinin müdavimi olduğu, fantastik bir lokal…

BARIŞ ÖZDEMİR

Bastırılmış solcu’yu imlediği başkarakteri Kemal’in içinde bulunduğu ruhsal çöküntüyle bir ülkenin siyasi sarsıntılarını özenle harmanlamış; psikolojik yanı siyasi yanına denk düşebilecek denli çok yönlü bir travmanın romanı da denilebilir Albayım için.

Hasip Akgül, edebiyatımızda örneğine az rastlanır türden politik-psikolojik bir romanla çıkıyor okurunun karşısına. “Kurmaca” dediğimiz o büyülü sözcüğün bir sanat yapıtı için ne anlam ifade ettiği, bu roman üzerinden bile incelenebilir. Anlatıcı, farklı bakış açılarıyla insan ve ülke meselesinin izini sürüyor eserinde; çok, hem de çok önemli ülke gerçekliklerinden yola çıkıp, bir kişinin, sonra diğer kişilerin duyargalarında enginlere açılıyor.

Kemal: Travmanın sembolü

“Ağaçlara dizilen kuşları bateri notaları gibi okuyup çalmaya çalıştığım anları doktorlara hiç anlatmadım,” sözüyle içinde bulunduğu ruhsal çöküntüyü açık etmekten çekinmeyen Kemal’in gözünden bir ülkeyle bir ailenin yakın tarihi, eş zamanlı, ama daha da önemlisi birbiriyle ilintili anlatılır romanda. Kemal, kendi sorunlu durumuyla barışık bir şekilde düşlerinin, isteklerinin peşinden giden takıntılı, bir ailenin, bir ülkenin “harcadığı” yaralı biridir. Ağzında devamlı surette konuşan Albayım meselesi ise, romanın önemli bir metaforu. “Bir sus!” der Kemal, Albayım’a; katlanamaz buna. Ama Albayım, Kemal’in her yerindedir; içinde, dışında, bakışlarında, daha da önemlisi ağzında: Konuşurken Albayım’ın cümleleri dökülür ağzından Kemal’in. Bu metafor, Kemalizm’in ülke-insan ruhuna, hücrelerine işlemişliği açısından eserin önemli bir katmanı: Zira Albayım, meselelere Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı olmak üzerinden yaklaşan 1930-1940’lardan günümüze uzanan çok tanıdık bir yüz!

Albayım’ın oğlu Kemal, sokakları gezer öyle başıboş; hurdalıklarda yatar. Roman, Kemal’in mutat yürüyüşleriyle başlar, ama hiç de mutat olmayan bir gerçeklikle birleşerek okuru tam da o anda içine çekiverir. Kafası karışıktır Kemal’in; ta ki Hayalhane Sokak’taki o ilginç yapıyı ve tabelasını görene kadar: Karakterleri Yaşatma Cemiyeti! Unutulmuş, satılmamış, ünlenmemiş romanların değerli karakterlerinin müdavimi olduğu, fantastik bir lokal… Az önce değindiğim “kurmaca” meselesi, ilginç ve özgün anlatımlarla yoğunlaşırken, Kemal’in kafasındakiler de şekillenecektir:

“Benimkine hiç benzemeyen bu müşfik Albayım’dan ve ilim ile marifetten anlayan ediplerin elinden çıkmış bu güzel mahlukatın tümünden şimdilik ayrılmak ve deli gibi yazmak istiyordum.” Ve ekler Kemal: “Ağzımda, kendime özgü yeni sözlerin başladığını duyuyordum. Roman başlıyordu.”

Ve işte Kemal, kalemi anlatıcının elinden alır –ya da anlatıcı, kalemi Kemal’e verir mi demeli- okur da romana Albayım’ı tanıyarak devam eder. Ülkenin de, Kemal’in de sorunlarının düğümlendiği nokta Albayım’dır çünkü. Romandaki bu kişi-mekan-bağlam evrilmesiyle birlikte okurun da zihni açılacak, dikkatini çeken birkaç işaretten sonra belki gözü de dört açılarak kurmaca bir metin içinde gerçeklik arayışına girecek!

“Hisli-politik bir roman!”

Ruhsal çöküntü içinde, depresyonda biri Kemal. Onun bu sorunları, babası Albay Yurdanur Yılmaztürk’ün özverili(!) çabalarının bir sonucu gibi görünüyor; ama kendi gerçekleriyle ülkesinin-toplumunun gerçeklik algısı arasındaki uyuşmazlık da bu bahiste ayrıca düşünülmeli. Değil mi ki romanın alt başlığı da, yazarı tarafından “Hisli Politik Roman” şeklinde belirlenmiş. Romandaki şu satırlar, eserdeki kurmacanın mayalandığı iklimi açıklar niteliktedir:

“ …‘Mesele’ denen şeyin insanı hasta edebildiği gibi yaratıcı da kılabileceğini öğrendim. (…) Karakter Yaşatma Lokali’ndeki çok kısa bir süre önce gerçekleşen ve ‘meselesi olan biri’ olduğumu anladığım bu karşılaşma anını, bu yüzden ayrıntılı bir biçimde yazmaya çalıştım…”

Akıl tutulması, travma, meseleler…

Romandaki karakterlerin adları ise, bir başka düğüm! Albayım’ın adı Yurdanur. Oğulları Kemal, Mustafa. Eşleri Latife, Fikriye. Bu tercihler, esasında düz anlamıyla değil de, ironisiyle karşılığını buluyor romanda. Fantastik öğelerle gerçekçiliğin, gerilimle doğal akışın iç içe geçtiği eser, aslında hep aynı eksen etrafında döndüğünün işaretini verir gibidir: Akıl tutulması, travma, meseleler... Ülkemizin yakın tarihine odaklanmış cesur anlatımıyla kurmacanın birleştiği yerde açan bir çiçektir Kemal de. İş bitirici, anasının gözü “liberal” Mustafa ise bir diğer ironi. Tüm bunlar, yoğun bir politik malzemenin roman sanatıyla-kurmacayla birleşmesi sonucu akıcı, düşündürücü, etkileyici satırlara dönüşüyor Albayım’da.  

Karakterleri Yaşatma Cemiyeti’nde mayalanan romanın örgüsü, hastaneler, polis baskınları, tren yolculukları, bir kasabanın geleneksel festivali gibi umulmadık yerlerde umulmadık yolculuklara uzanırken, Kemal de hep bir arayışın içindedir tüm bu yolculuklarda ve yazdığı romanıyla. Babasıyla yüzleşebilmek:

“Bu adama düşman olmayacaktım. Çünkü bu adam, düşmanı olduğunda daha güçlü oluyordu.”                 

Kemal’in Hayalhane Sokak’taki Karakterleri Yaşatma Cemiyeti’ni keşfiyle daha ilk sayfalarda “Gel bakalım okur, biraz da beni dinle!” dercesine tekniği ve anlatımıyla okurun ilgisini çekiyor anlatıcı. Bu yönüyle, romanın başından sonuna kadar ne yazdığını bilen, örgüyü ve yörüngeyi biçimlendirmede kararlı, ilk romanı olmasına karşın diğer eserlerinin müjdesini de bu romanıyla veren başarılı bir anlatıcı ile karşı karşıyayız Albayım’da.