Zayıf bir kitap

Abdullah Gül ile 12 Yıl

Abdullah Gül ile 12 Yıl

AHMET SEVER

Doğan Kitap

Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabının tarihsel bir kronolojisi yok. İç çatışması zayıf. Kolay okunmasını sağlayan yegâne unsur, kendince cesur, ilerici, sağduyulu, şiddetten kaçan, her tür düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan ana karakterin, halefi tarafından sürekli zulme uğratılması…

MERAL SAKLIYAN

Abdullah Gül’e on iki yıl boyunca danışmanlık yapan Ahmet Sever’in yazdığı, Abdullah Gül ile 12 Yıl adlı kitabın yankıları sürüyor. Sever, Türkiye’nin yakın siyasi tarihine damgasını vurduğu on iki yılın hikayesini seçimden önce yayımlatmak istemiş, Abdullah Gül ise, “Önce yayımlarsan seninle tüm hukukumuz biter” diyerek rest çekmişti. Dolayısıyla kitap henüz piyasaya sürülmeden çok merak edildi, çok konuşuldu.

Yaşadım, gördüm, yazdım, diyerek tarafsız bir gözle olayları aktaracağını söyleyen Sever, başkahraman olarak kitabın tam merkezine bağdaş kurmuş durumda. Öyle ki, “Ben olmazsam Abdullah Gül hiç bir karara tek başına imza atamaz,” imajı bırakıyor okurda. Kitabın ilk sayfalarında, henüz danışman değilken bile, AB ile ilgili müzakerelerin en kritik noktasına, “Müzakerelere derhal başlanacaktır” (s.16) gibi bağlayıcı bir ifade koydurtmuş ve bundan sonraki kritik kararlarda, neredeyse, ya başrolde ya da kararı etkileyecek olayların merkezinde olduğu izlenimi ediniliyor. Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda dahi, tam vaktinde, “Basın toplantısı düzenleyin ve adaylığınızı açıklayın” (s.32) diyerek cumhurbaşkanı olmasına yine kendisi neden olmuş gibi hissettiriyor. Türkiye’nin AB reformlarına odaklandığı 2004 yılındaki ‘zina krizinin’ çözümünde (s.63), Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür Sanat Ödülünün müzik dalında sanatçı Ahmet Kaya’ya verilmesinde (s.105) etkin olan kişi  kitaba göre yine Ahmet Sever.

Bazı bölümlerinde ise Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmeye çalışıyor Sever. Gezi Direnişi’nden itibaren başlayan süreçte internet yasası, yolsuzlukla mücadele, paralel yapı v.s. gibi olaylarda, Gül'ün kamuoyunda oluşan ‘AKP Noteri’ algısını değiştirmeye, ‘Gül aslında gidişattan rahatsızdı’ mesajı vermeye çalışıyor. Zaman zaman subliminal mesaj olarak, O iyi bir lider, etrafındakiler  kötü, izlenimi oluşturup Türkiye’ye yakışan siyaset adamı tam da budur, profilini belirgin olarak çiziyor.

Her ne kadar Gül, “Bu kitabın hazırlığında herhangi bir yönlendirmem veya müdahalem söz konusu olmadığı gibi kitabın yazılmasına sıcak bakmadığımı Ahmet Sever'e aktarmıştım. Kamuoyunun çok iyi bildiği gibi benim inançlarımda sansüre, baskıya yer yoktur. Kişilerin düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı en büyük hassasiyetlerimden birisidir. Bunun bir gereği olarak danışmanım dahi olsa kitap yazması ya da yazmaması şeklinde bir telkinim olmaz” dese de, Ahmet Sever’in bu kitabı yayımlatmadan önce Abdullah Gülün onayını almamış olması imkansız gibi duruyor.

Kitapta belirgin olarak öne çıkan kısımlardan bazıları ise;

-Partizanca değil, liyakat ve beceriye önem verdiği için, ekonomik anlamda  çok başarılı olan Ali Babacan’ın Türkiye’ye kazandırılması(s.54)
-Dışişleri Bakanlığı yaptığı yıllarda Reform İzleme Grubu kurup bürokraside oluşan direnci kırması ve bunun sonucunda yasadışı örgüt üyeliğinden on beş yıl hapis cezası alan Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak hakkındaki davanın düşmesi(s.62)
-Türkiye’nin önünde üç büyük engel olarak görülen Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarının çözümünde can alıcı adımları atanın Erdoğan değil, Gül olduğunun ifade edilmesi(s.73)
-Şair, yazar, hikayeci Sabahattin Ali’nin hapisten çıktıktan sonra, 1948 yılında 41 yaşındayken MİT’e çalıştığını itiraf eden biri tarafından öldürüldüğünü söylemesi (s.88)
-Gezi Direnişi’nde, Başbakanın, ‘Ne pahasına olursa olsun Taksim’e girişi engelleyin, demesine rağmen bariyerlerin kaldırılması için A. Gül’ün araya girmesi (s.136)
-Tutuklu gazeteciler, Ahmet Şık ve Nedim Şener için hakim ve savcıları uyarması, savcı Zekeriya Öz’ün  açıklamaları sonunda görevinden kaydırılması (s.100-102)
-Gazteci Ruşen Çakır’ın cemaatçi polisler tarafından tutuklanmaması için araya girmesi (s.99)
-Oslo Süreci sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifade vermesine engel olması (s.120)
-Hükümetin özellikle Suriye ve Mısır dış politikalarını doğru bulmadığı için ‘Sen Suriye’nin Dışişleri Bakanı mısın’ ifadesinin kullanılması (s.170) 

Kitabın tümünde var olan, ben elimden geleni yaptım, uyardım, çırpındım ama yetmedi, izlenimi, eleştirel bakış açısını gölgede bırakmaya çalışsa da, yedi yıl devletin bir  numaralı koltuğunda oturan  Cumhurbaşkanının, Türkiye’nin geleceğini karartan gelişmelere karşı daha etkin olabilirdi, daha çok risk alabilirdi, gerçeğini değiştirmiyor.

Kitabın tarihsel bir kronolojisi yok. İç çatışması zayıf. Kolay okunmasını sağlayan yegane unsur, kendince cesur, ilerici, sağduyulu, şiddetten kaçan, her tür düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan ana karakterin, halefi tarafından sürekli zulme uğratılması. Karakterler arasındaki diyalogsuzluk, olayı tek taraflı anlatıya çeviriyor. Buna rağmen okuyucu, mazlumun yanında durup onu korumak istediği için kitabın sonuna kadar gitmek istiyor.