Gündem

Zarrab'ın önce sanık, sonra tanık olduğu Hakan Atilla davasının 8 soruda analizi

Jüri, Mehmet Hakan Atilla'yı 5 iddiadan suçlu buldu, şimdi ne olacak?

05 Ocak 2018 03:18

Türkiye'nin gündemini ve Washington-Ankara ilişkilerini en çok ilgilendiren gündemlerden biri olan 'Hakan Atilla davası' sona erdi. Türkiye ve İran vatandaşlığı bulunan iş adamı Reza Zarrab'ın önce sanık, savcılıkla vardığı anlaşma sonrasında 'tanık' sıfatıyla dahil olduğu dava sonucunda jüri, eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'yı kendisine yöneltilen 6 iddianın 5'inden suçlu buldu.

Atilla'ya ABD ve özellikle de "ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma", "Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma", "kara para aklama" ve "kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltildi. Jüri, kara para aklama haricinde tüm suçlamalardan Atilla'yı suçlu buldu.

Davada tutuklu bulunan diğer isim olan Türkiye, İran ve Makedonya vatandaşı iş adamı Reza Zarrab da yargılama süreci başlamadan önce savcılıkla anlaşarak suçunu kabul etti. Zarrab, davada iddia makamı adına tanıklık yaptı. Zarrab'ın savcılıkla yaptığı anlaşma kapsamında, ailesi ile birlikte Tanık Koruma Programı'na dahil edilme olasılığı da bulunuyor.

Atilla ve Zarrab'ın cezaları nisanda belli olacak

Atilla ve Zarrab'ın çarptırılacağı cezaya ise davanın hakimliğini yapan New York Bölge Mahkemesi Yargıcı Richard Berman karar verecek. Karar duruşmasının ise 11 Nisan'da yapılması planlanıyor. Bu süre içerisinde verilecek cezayla ilgili hem Atilla hem de hem de iddia makamı ile görüşmeler yapılacak.

Zarrab için ise savcılığın davaya konu iddialarını desteklemekte kendisine ne kadar katkıda bulunduğuna dair görüşünü yargıçla paylaşması bekleniyor. Savcılık, Zarrab'ın davasına "önemli katkı" yaptığı yönünde bir değerlendirme yapması halinde, ceza indirimi talep edebilir.

Davanın görülmesine New York'ta 27 Kasım'da jüri üyelerinin seçimiyle başlandı. Jüri seçiminin ve hem savunma hem de iddia makamının açılış konuşmalarının tamamlanmasının ardından tanıkların dinlenmesine geçildi. Zarrab, 29 Kasım günü tanık olarak ifade vermek amacıyla kürsüye çıktı ve sekiz günün ardından 7 Kasım'da ifadesini tamamladı.

Dava boyunca Atilla'nın yanı sıra ABD Hazine Bakanlığı'nın yetkilileri ve 17 Aralık 2013'teki yolsuzluk soruşturmasında görev alan eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz'ın da olduğu bir dizi isim tanık olarak ifade verdi ve mahkeme salonunda özellikle 17 ve 25 Aralık 2013'teki soruşturmalar kapsamında yapılan telefon dinlemeleri dinlendi.

Jürinin kararı yılbaşı sonrasına kaldı

Jürinin değerlendirmesine ise 20 Aralık Çarşamba günü başlandı. Jüri, üç günlük değerlendirmede oybirliğiyle bir karara varamaması üzerine Noel ve yeni yıl nedeniyle uzun bir ara verildi. Aranın ardından 3 Ocak'ta tekrar toplanan jüri üyeleri arasında, ilk günkü değerlendirmede oybirliği sağlandı.

Davada biri Zarrab, diğeri de Atilla olmak üzere iki tutuklu tanık yer aldı. Savcılığın son hazırladığı iddianamede ise Atilla'nın yanı sıra Zarrab ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da bulunduğu toplam dokuz kişiye yönelik suçlamalar yer alıyordu.

Dava sırasında da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın isimleri tanık ifadelerine geçti.

Türkiye, bu davayı "kendisine dönük açık bir kumpas" olarak nitelendiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk soruşturmalarını "tarihin en büyük tuzaklarından biri" olarak tanımladı ve aynısının şimdi ABD'de tekrarlandığını söyledi. Ayrıca, davanın savcıları hakkında da soruşturma başlatıldı.

Türkiye: Davanın siyasi olduğu çok net ortadadır

Kararın açıklanmasının ardından Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, "Bu davanın siyasi olduğu çok net ortadadır. Bu dava, FETÖ'yle (Fethullahçı Terör Örgütü) FBI, CIA ve ABD yargısının işbirliğinin somut bir ispatıdır" dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da çıkan sonucu "skandal bir davanın skandal bir kararı" olarak nitelendirdi.

Yargıç Berman ve New York Güney Bölgesi Savcı Vekili Joon Kim de dava öncesinde Türkiye'den gelen eleştirilere yanıt verdi. Yargıç Berman, üçüncü tarafların tercümanlar da dahil olmak üzere mahkeme süreciyle bağlantılı kişileri etkilemeye çalıştıklarını ve bunun tekrarlanması halinde ilgili makamlara haber vereceğini söyledi. Savcı Kim de Türkiye'den gelen suçlamaları "saçmalık" olarak nitelendirdi.

Hukuki boyutlarından çok siyasi yönleriyle ön plana çıkan ve kamuoyunda "Zarrab davası" olarak bilinen soruşturmaya dair bugüne kadar mahkemeye sunulmuş, üzerinde gizlilik olmayan belgelerin yanı sıra dava sürecinde yaşananları inceleyerek, önemli konu başlıklarını derledik:

Yargı sürecinde neler yaşandı ve bundan sonra ne olacak?

Davanın hakimliğini Yargıç Berman, savcılığını ise Savcı Vekili Kim yaptı. Duruşmalarda iddia makamını Kim'in yardımcıları temsil etti.

Atilla'nın savunma ekibinde de "beyaz yakalıların" ve finans sektörü çalışanlarının yargılandığı davaları üstlenmekle ün kazanan ve New York'un önde gelen avukatları arasında gösterilen Catherine Fleming ve Victor Rocco yer aldı. Atilla, Haziran 2017'deki ön hazırlık duruşmasında avukat masraflarının Halkbank tarafından karşılandığı söyledi.

Hazırlık duruşmalarının tamamlanmasının ardından davanın görülmesine 27 Kasım'da jüri seçimiyle başlandı. Dava, 27 Kasım Pazartesi'den kapanış konuşmalarının yapıldığı 19 Aralık Salı gününe kadar haftada beş gün ve bazı cuma günleri duruşmalara erken ara verilmesi haricinde ilki TSİ 17.15 ile TSİ 20.45; ikincisi de TSİ 22.15 ile TSİ 00.45 arasında olmak üzere iki oturum halinde görüldü.

Berman, duruşmanın ilk gününde olası jüri üyelerine hitabında bunun bir ceza davası olduğunu söyledi. Berman, dava süreciyle ilgili ayrıntıları aktararak, "Burada duyacağınız üzere, Sayın Atilla ile aynı ya da benzer suçlarla suçlanan diğer başka kişiler de var ancak bu kişiler bu davada sizin önünüzde yargılanmayacaklar" diye konuştu.

İlk günkü oturumda jüri seçimi sırasında olası bir çıkar çatışması ya da sonradan davanın düşmesine neden olacak bir hukuki bir sorunu önlemek adına potansiyel üyelere bazı sorular yöneltildi. Potansiyel jüri üyelerine yöneltilen sorular arasında Türkçe bilip bilmedikleri de yer aldı.

Ancak davanın başında en çok dikkat çeken nokta ise jüri üyelerine verilen talimatların ekinde yer alan liste oldu. 10 sayfalık bu listede, davanın sanığı, iddianamede adı geçen diğer isimler, muhtemel tanıklar veya duruşmalar sırasında isimleri gündeme getirilebilecek kişiler, yerler ve şirketler sıralandı.

Listede, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak ve oğlu Bilal Erdoğan, eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, eski Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış, gazeteci Can Dündar ve şarkıcı Ebru Gündeş de yer aldı.

İlk gün 12 jüri üyesi ile 6 yedek üyenin seçimi tamamlandı. Böylece davanın esastan görüşülmesine geçildi. İlk haftanın sonlarına doğru, duruşmalarda sürekli uyuyakaldığı görülen bir jüri üyesi Yargıç Berman tarafından görevden alınarak, yerine yedeklerden biri atandı. Karar için değerlendirme aşamasına geçilirken de biri rahatsızlığı, diğeri de Ocak ayı içinde seyahat planı bulunması nedeniyle iki kişi daha jüri üyeliğinden alındı.

Davanın görülmesine ise 28 Kasım'da jüri seçiminin tamamlanması ve hem iddia hem de savunma ekibinin açılış konuşmalarını yapmasıyla resmen başlandı. 29 Kasım'da ise Zarrab, iddia makamı adına tanıklık yapmak üzere kürsüye çıktı. Zarrab'ın tanıklığı sekiz gün sürdü.

Zarrab'ın ardından iddia makamı, yapılan işlemlerin neden suç teşkil ettiğini anlatmak amacıyla teknik konularda bilgi veren ABD Hazine Bakanlığı'ndan eski ve halen görevde olan yetkililerini tanık kürsüsüne çıkardı.

Savcılık, kanıt olarak sunulan telefon görüşmeleri, fotoğraf ve diğer belgelerin nasıl elde edildiği konusunda ise 17 Aralık 2013 tarihinde rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili yürütülen operasyonu yöneten polis memurlarından eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz'ın tanıklığına başvurdu.

Savunma makamı da sanık Atilla'yı tanık kürsüsüne çıkardı. Ayrıca bir Türk Hava Yolları'nda çalışan bir kişi, söz konusu bir konuşma sırasında Atilla'nın uçakta olduğunu ispat etmek amacıyla tanıklık yaptı.

İddia makamı ve savunma ekibi, 19 Aralık Salı günü kapanış konuşmalarını tamamladı.

Savcılık, iddianamede ve açılış konuşmasında, Atilla'nın "ekonomik cihat" yürüttüğünü ve bu nedenle de İran yaptırımlarının delinmesi sürecinde rol oynadığını öne sürüyordu. Ancak savcılık kapanış konuşmasında bu iddiayı gündeme getirmezken, Atilla'nın "milyarlarca dolarlık yaptırımları delme planının üstünü örtmek için yalan söylediğini" iddia etti.

Atilla'nın avukatları da müvekkillerinin masum olduğunu yineledi. Avukat Rocco, "Hakan Atilla, bu oyunda suçu olmayan bir piyon ve ABD'de mahkeme salonuna değil, Alacakaranlık Kuşağı'na ait olan bir hikayenin ikincil zayiatı" diye konuştu.

Konuşmaların ardından 20 Aralık itibariyle jüri karar için değerlendirmelerine başladı.

Jüri, değerlendirmesinin ikinci gününde eski polis memuru Korkmaz'ın ifadesinin bir bölümünü gözden geçirmeyi talep etti. Ayrıca Yargıç Berman'a Attila'ya yöneltilen kara para aklama suçlamasıyla ilgili jüri üyelerinin tamamının "değerlendirme yaparken aynı kriterlere göre hareket etmesinin zorunlu" olup olmadığı sorusunu yöneltti. Berman da bu soruya 'evet' yanıtını verdi.

Değerlendirmelerin üçüncü günü olan 22 Aralık Cuma Noel ve yılbaşı nedeniyle jürinin görüşmelerine 3 Ocak tarihine kadar ara verildi.

Reuters haber ajansı, jürinin yönelttiği soru ve taleplerinin üyeler arasında görüş ayrılığı yaşandığının bir işareti olduğu yorumunu yaparken, davayı yakından izleyen gazetecilerinden New York Times'ın adliye muhabiri Benjamin Weiser de jüri değerlendirmeleri sırasında bu kadar uzun bir ara verilmesini ise "sıra dışı" olarak nitelendirdi.

Jüri, 3 Ocak Çarşamba günü değerlendirmelerine yeniden başladı. Jüri, Yargıç Berman'a bazı suçlamalarla ilgili kararda oybirliği sağlanması ancak bazılarında ise sağlanamaması halinde ne yapabileceklerini sordu. Berman da sanığın bazı suçlamalardan suçlu, bazılarından ise suçsuz bulunabileceğini belirterek, oybirliği sağlanana kadar devam etmelerini söyledi.

Bu sorudan birkaç saat sonra ise jüri karar için oybirliğini sağladı. Buna göre, Atilla kara para aklama hariç kendisine yöneltilen altı suçlamanın beşinden suçlu bulundu.

Atilla'nın suçlu bulunduğu suçlamalar ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma ve kara para aklamak için kumpas kurma olarak sıralanıyor.

Atilla, yargılama boyunca kendisine yöneltilen suçlamaların tamamını reddetti. Mahkeme salonunda bulunan gazeteciler, Atilla'nın kararı sükûnetle karşıladığını ancak eşinin ağladığını bildirdi.

Savcılık da yaptığı açıklamada, yargılama sürecinin "eksiksiz, adil ve şeffaf" olduğunu söyledi.

Açıklamada, "İran'a yaptırım uygulanması rejiminin kalbinde milyar dolarlık bir gedik açan bu büyük ve küstah kumpasın merkezinde yer alan daha önce suçunu itiraf eden Reza Zarrab ile (Atilla), artık ciddi federal suçlardan hüküm giyen iki isim olmuştur. Yabancı banka ve bankacıların önünde tek bir seçim var: Ya İran ve yaptırım uygulanan diğer ülkelerin ABD yasalarından kaçmasına bilinçli olarak yardım edersiniz ya da ABD doları kullanarak işlem yapan uluslararası bankacılık sisteminin bir parçası olursunuz. Ancak ikisini birden yapamazsınız" dedi.

Bundan sonraki aşamada, Yargıç Berman jüri tarafından suçlu bulunan Atilla ve dava öncesi suçunu kabul ederek, savcılıkla anlaşma yoluna giden Zarrab'ın hangi cezaya çarptırılacağına karar verecek.

Karar duruşması 11 Nisan Çarşamba günü yapılacak.

Karar duruşmasına kadar geçecek süre içerisinde, mahkemenin ilgili birimi, avukatları nezdinde Atilla ile görüşmeler ve konuyla ilgili diğer gerekli incelemeleri yapacak.

Yapılan değerlendirmelerin sonunda hazırlanacak olan gizli rapor Berman'a sunulacak. Ayrıca, hem iddia makamı hem de savunma ekibi kendilerince uygun olduğun düşündükleri cezayla ilgili değerlendirmelerini Berman'a yollayacak.

Atilla'dan farklı olarak, Zarrab'ın çarptırılacağı ceza ile ilgili en önemli etken ise yapılan anlaşma çerçevesinde savcılık tarafından Yargıç Berman'a sunulacak olan değerlendirme olacak.

Savcılığın Zarrab'ın tanıklığının dava sürecinde ne kadar işine yaradığına dair bir dilekçeyi hakime sunması ve Yargıç Berman'ın da bu dilekçedeki değerlendirmeye göre, Zarrab'ın cezasında indirime gidip gitmemeye karar vermesi öngörülüyor.

"Halkbank'la ilgili yaptırım kararı da
ABD Hazine Bakanlığı'na ait"

New York'ta tamamlanan davada bireysel yargılama yapıldı. Dolayısıyla Türkiye devleti ya da Halkbank sanık olarak yer almadı.

Ancak bir Halkbank yöneticisinin suçlu bulunması, kurumsal bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı sorusunu da beraberinde getiriyor.

Mahkemenin vereceği kararda Halkbank, Türkiye devleti ya da bankacılık sektörüyle ilgili bir ceza verilmeyecek. Çıkacak olan ceza yalnızca sanıklar Zarrab ve Atilla hakkında olacak.

Bununla birlikte, ABD Hazine Bakanlığı'nın daha önce İran yaptırımlarına uymadığı gerekçesiyle dünyada çok sayıda bankaya verdiği maddi cezaların örnekleri bulunuyor. Dolayısıyla Halkbank ile ilgili bir yaptırıma gitme ya da gitmeme olası kararı da ABD Hazine Bakanlığı'na ait.

Davanın 17-25 Aralık soruşturmalarıyla bağlantısı var mı?

Davanın 11 Aralık Pazartesi günkü duruşmasında, 17 Aralık 2013 tarihinde rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili yürütülen operasyonu yöneten polis memurlarından eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz tanık olarak dinlendi.

Korkmaz, ifadesi sırasında 17 Aralık 2013 tarihindeki soruşturmaya ait polis fezlekesi ve aramalar ile dinlemelerde elde edilenleri ABD'ye kendisinin getirerek, New York Güney Bölgesi Savcılığı'na teslim ettiğini aktardı.

Türkiye'de 17-25 Aralık operasyonlarını yürüten polislere yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan ve 17 ay tutuklu kalan Korkmaz, daha sonra ülkeden karayoluyla ayrıldığını ve ardından üç farklı ülkeye gittiğini anlattı. Duruşmada, kaçak yollardan ülkeden ayrılarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini de kabul etti.

Korkmaz, ulaştığı son ülkedeki yasal bir boşluktan yararlanarak kendisine başka bir isim altında yeni bir resmi belge almayı başardığını ve böylece ABD'ye gelerek, elindeki belgeleri güvenlik güçlerine teslim ettiğini belirtti.

Korkmaz, New York savcılığına teslim ettiği belgeleri "suç unsuru sesler, soruşma dosyasının adliyede taranmış hali, operasyonda yapılan aramalarda el konulan delillerin fotoğrafları, bazı bilirkişi raporlarının dijital ve taranmış halleri, ifadeler gibi delillerin dijital halleri" olarak sıraladı.

Korkmaz, duruşmada Fethullah Gülen Cemaati ile ilişkisi olduğu iddialarını reddetti ve kendisinin "Atatürkçü" olduğunu öne sürdü. Korkmaz, iddia makamının da çıkardığı son tanık oldu.

Korkmaz, ABD'ye getirdiği belgelerin bir kısmını Türkiye'deki "bir savcı ve bazı polis memurlarından aldığını" ve soruşturmaya ait el yazısıyla aldığı kendi notlarını imha ettiğini söyledi.

Korkmaz, CD'lerde yer alan dinleme kayıtları, belge ve fotoğrafları harici disklere aktardığını ve bunlara şifre koyarak ABD'ye taşıdığını belirtti.

New York'ta görülen davada Türkiye'deki soruşturmalarda elde edilen belge ve dinlemelerin de kanıt olarak yer aldığı bilgisi esasen yeni değil.

Savcılığın hazırladığı son iddianamede yer alan telefon görüşmeleri, 17 Aralık 2013 tarihindeki soruşturma için hazırlanan polis fezlekesinde yer alan tapelerle önemli ölçüde örtüşüyor.

Dahası, savcılık, halihazırda dava öncesinde mahkemeye elindeki kanıtlarla ilgili sunduğu belgede, Türkiye'de yürütülen soruşturmalarda elde edilen dinleme, tape, belge ve fotoğrafları davada kanıt olarak sunacağı bilgisini vermişti.

İddia makamı ayrıca, bu kanıtların nasıl elde edildiğini anlatmak ve gerçekliğini doğrulamak için konu hakkında bilgi sahibi bir ya da birden fazla tanık da kürsüye çıkaracağını belirtmişti. Dava sürecinde, Türkiye'de toplanan kanıtlarla ilgili olarak yalnızca Korkmaz tanıklık yaptı.

Tanık olarak dinlenen Korkmaz'ın adı Yargıç Berman'ın davanın ilk gününde jüri üyelerine sunduğu belgede olası tanık ya da davada adı geçebilecek isimler arasında yer alıyordu.

Berman'ın davada tanık ya da adı geçebilecek kişilere dair sunduğu bu listede, Korkmaz'ın yanı sıra Türkiye'de 2013 yılında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili yürütülen soruşturmanın 17 Aralık bacağında yer alan ancak daha sonra görevden alınarak haklarında Fethullah Gülen Cemaati'ne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılan başka isimler de bulunuyor.

Bu isimler arasında soruşturmanın savcılığını yürüten Celal Kara ve Zekeriya Öz ile yine mali şubede görev yapmış üst düzey polis memurları Yakup Saygılı, Mehmet Akif Üner ve Yasin Topçu da yer alıyor. Ancak bu kişiler davada tanık olarak çağrılmadı.

Hükümet de New York'taki davanın 17-25 Aralık soruşturmalarının devamı olduğunu savunuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kasım ayında yaptığı konuşmada, "17-25 Aralık'ta ülkemize tarihin en büyük tuzaklarından biri kuruldu. Bu tuzak başarısız olunca aynı tezgahı götürdüler Amerika'da kurdular. Birileri hala FETÖ'nün ağzı ile itham etmeyi sürdürüyorsa sebebi onlara verilen rolü oynamaktır. Aynı çevreler hepimizin gözü önünde yaşanan 15 Temmuz ihanetine hala tiyatro, kontrollü darbe diyebiliyorsa bu sözü onlara kimlerin söylettiğine bakmak gerekir" demişti.

Reza Zarrab savcılıkla ne zaman anlaştı, anlaşmanın detaylarında neler var?

Reza Zarrab'ın durumu, davadan önceki haftalarda bir dizi spekülasyona neden olmuştu. Davanın başlamasıyla birlikte Zarrab'ın iddia makamı adına tanıklık etmeyi kabul ederek, savcılıkla bir anlaşmaya vardığı da kesinleşti.

Davanın en kilit isimlerinden olan Zarrab, Mart 2016'da ailesiyle birlikte Disney World'e yaptığı seyahat sırasında Miami'de tutuklandı ve New York'a getirildi. ABD Cezaevleri Bürosu'nun internetteki kayıtlarında Zarrab'ın 8 Kasım'da serbest bırakıldığı bilgisi yer alıyor.

Zarrab, davanın ikinci haftasında, Ağustos 2016'da ilk kez olası bir anlaşma için ABD'li yetkililerle masaya oturduğunu ancak bu girişimin sonuçsuz kaldığını söyledi. Bir yıl sonra tekrar olası bir "işbirliğini" değerlendirmek üzere 17 Ağustos 2017'de taraflar arasında görüşmeler yeniden başladı.

Savcılık ve Zarrab arasında yapılan bir dizi toplantının ardından 20 Ekim 2017 tarihinde savcılık anlaşma metnini sundu. Zarrab ve avukatları anlaşmayı 26 Ekim'de imzaladı.

Anlaşma üzerindeki gizlilik kararı 5 Aralık'taki duruşmanın ardından kaldırıldı ve böylece ayrıntıları da resmen kamuoyuyla paylaşılmış oldu. Anlaşmaya göre, Zarrab, kendisine yöneltilen yedi suçlamayı da kabul etti ve suçlu olduğunu söyledi. İddianamede yer alan altı suçlamaya ek olarak bir de cezaevinde rüşvet verdiğini de itiraf etti.

Anlaşma metninde, tüm bu suçlamalar için yasalarda öngörülen azami hapis cezasının toplamda 130 yıl olduğu belirtildi. Zarrab'ın çarptırılacağı cezanın ise mahkeme tarafından belirleneceği ifade edildi.

Anlaşmada, Savcılık'ın Zarrab'ın soruşturma ya da yargı sürecine "kayda değer ölçüde" yardımda bulunduğuna kanaat getirmesi halinde, mahkemeye, verilecek cezanın hafifletilmesi talebini içeren bir dilekçe sunacağı da vurgulandı.

Anlaşma kapsamında Zarrab'ın uyması beklenen koşullar şöyle sıralandı:

  • Soruşturma kapsamındaki konularla bağlantılı olarak kendisinin ya da başkalarının yaptığı eylemleri dürüstçe ve eksiksiz olarak açıklaması
  • Savcılık, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ve diğer kurumlarla tam bir işbirliği içerisinde olması
  • Savcılığın katılmasını talep ettiği toplantılarda bizzat yer alması
  • Büyük Jüri, duruşma ve diğer tüm mahkeme süreçlerinde dürüstçe ifade vermesi
  • İşlediği tüm suçları ya da kendisine yönelik veya kendisinin dahil olduğu diğer tüm soruşturma süreçlerinin ayrıntılarını Savcılık'a bildirmesi
  • Başka bir suç işlememesi
  • Anlaşma kapsamında kabul ettiği suçlamalarla ilgili Savcılık, ilgili kurumlar ve ABD'de çalışma yetkisi bulunan avukatları haricinde kimseyle görüşmemesi.

Anlaşmada ayrıca Zarrab ve ailesinin Tanık Koruma Programı'na alınma ihtimaline de yer verildi. Anlaşmada, Zarrab'ın hakkında bilgi verebileceği kişilerin kendisine yönelik şiddet ve tehdit uygulayabileceği gerekçesiyle Savcılık'ın uygun bulması halinde kendisi, ailesi ve sevdikleri için yeni bir kimlik ve başka yere taşınma başvurusu yapabileceği belirtildi.

Reza Zarrab ifadesinde neler anlattı?

Suçunu kabul eden Zarrab, davada ilk tanık olarak kürsüye çıktı.

İlk gün hapishane kıyafetleriyle duruşmaya çıkan Zarrab, daha sonraki günlerde ise yargıcın onayıyla ceket ve gömlekle duruşmalarda hazır bulundu.

Zarrab, otelde kaldığı iddialarını reddetti ve New York'un Brooklyn semtinde bulunan gözaltı merkezindeki nezarethanede tutulduğunu söyledi.

Zarrab ifadesi sırasında yaptığı anlaşmanın üç koşulu olduğunu söyledi ve bunları, "tamamen gerçekleri anlatmak, savcılıkla işbirliği yapmak ve bundan sonra hiçbir suç işlememek" olarak sıraladı.

Reza Zarrab ifadesinde, İran'ın Türkiye'ye sattığı petrol ve doğalgaz gelirini ABD'nin uyguladığı ambargonun etrafından dolaşarak İran'a götürülmesinde oynadığı iddia edilen role ilişkin ayrıntıları aktardı.

Zarrab, Türkiye'de önce Aktifbank, daha sonra da Halkbank'ın kendisiyle bu işlemleri yapmaya çekindiğini belirtti ve Aktifbank ile çalışabilmek için aracı olması amacıyla eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış'tan yardım istediğini, Halkbank için de eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'a "rüşvet verdiğini" iddia etti.

Zarrab, Halkbank ile bağlantının kurulması için Çağlayan'a 45-50 milyon euro, 7 milyon dolar ve yaklaşık 2,5 milyon Türk Lirası rüşvet verdiğini söyledi. Çağlayan'ın ailesine de ödeme yaptığını kaydeden Zarrab, eski bakanın İran'a para transferi karşılığında elde edilecek kârı yüzde 50-50 paylaşmak istediğini de belirtti.

Zarrab, ilk günkü duruşmada öğle yemeği sonrası bir mukavvanın üzerine altın ticaretinin nasıl işlediğini gösteren bir şema çizdi.

Zarrab'ın anlatımına göre, kısaca "petrol karşılığı altın" olarak isimlendirilen bu sistem şöyle işliyor:

İran, Türkiye'ye ham petrol ve doğalgaz satıyor. İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) petrolün satışını Tüpraş'a, gazınkini ise Botaş'a yapıyor. Ödemeler bu şirketlerin Halkbank'taki hesapları üzerinden yapılıyor.

Halkbank'ta NIOC'ye yatırılan paranın euro ve Türk Lirası olarak Deniz Bank'a gönderiliyor. Burada Zarrab'ın şirketi Royal Group'un hesabına yatırılan paralarla altın satın alınıyor ve bu altınlar Dubai'deki şirketine gönderiliyor. Paranın yaptırımları aşarak İran'a gönderilmesi için aracılar üzerinden en az 10 işlem yapılması gerekiyor.

Zarrab, davanın tutuklu sanığı Atilla hakkında da, "Yaptırım kuralları hakkında bankadaki en bilgili kişi. Oluşturduğumuz yapının Amerikan yaptırımlarıyla uyumlu gözükmesi için katkıda bulundu" diye konuştu. Zarrab ayrıca Atilla ve Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın bu işlemleri usulüne uygun bir şekilde göstermek amacıyla kendisine yol gösterdiklerini de sözlerine ekledi.

Zarrab, davanın ilerleyen günlerinde ise ABD'nin İran'a kıymetli metal satışlarına da sınırlama getirmesinin ardından başlatıldığını söylediği ve İran'a yapılan ödemelerin "buğday ticaretiyle" taşınmasını öngören yöntemin ayrıntılarını aktardı.

Bu süreçte de Halkbank'ta "yaptırım kurallarıyla ilgili en bilgili kişi" olarak tanımladığı Hakan Atilla ile temas kurulduğunu belirtti.

Zarrab, Atilla'nın ilk etapta yapılması beklenenin "pek düşündüğü gibi olmadığını" belirttiğini ancak Genel Müdür Aslan'ın devreye girerek, gerekeni yapmasını istediğini bildirdi. Zarrab, Aslan'ın da rüşvet verdiği isimler arasında olduğunu iddia etti.

Zarrab, ayrıca eski Bakan Çağlayan'ın kendisine Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın İran'la yapılan işlemlere Ziraat Bankası ile Vakıfbank'ın da dahil olması talimatını bizzat verdiklerini söylediğini aktardı.

Vakıfbank ve Ziraat Bankası ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla bu iddiaları reddetti. Vakıfbank, ABD'deki davada adı geçen süreçlerle "ilgisi ve dahli olmadığını" söylerken, Ziraat Bankası da "uluslararası düzenlemelere uyduklarını vurguladı.

Zarrab, 4 Aralık Pazartesi günü, tanıklığının dördüncü gününde Türkiye'de 17 Aralık 2013'te yolsuzluk ve rüşvet iddiaları kapsamında düzenlenen soruşturmada tutuklandığını ve "kısmen" rüşvet vererek serbest kaldığını söyledi. Zarrab, serbest kaldıktan sonra Halkbank ile görüşmeye gittiğini ve bu tarihten sonra hiçbir banka yetkilisine rüşvet vermediğini aktardı.

Zarrab, çapraz sorgusu sırasında bir soru üzerine yaptığı işlemlerden 100-150 milyon dolar civarında bir para kazanmış olabileceğini ve sanık Hakan Atilla'ya rüşvet vermediğini söyledi.

Zarrab, tanıkığının son gününde cezaevinde bir kişinin kendisine bıçak çekerek, tehdit ettiğini söyledi. Zarrab'ın tanıklığı sekiz gün sürdü.

Savunma ise çapraz sorgusunda ise Zarrab'ın yalan söylediğini kanıtlamaya ve tanığı itibarsızlaştırmaya çalıştı. Bu kapsamda, Zarrab'ın cezaevinde yaptığı öne sürülen bir telefon konuşmasının dökümü de mahkemeyle paylaşıldı.

Savunmanın iddiasına göre, Zarrab, amcası ile yaptığı görüşmede ABD'de yargı sürecinden kurtulmak için yapmadığı bir şeyi yaptığını kabul etmesi gerektiğini söyledi.

Zarrab'ın tutuklanmasından yaklaşık altı ay sonra, 15 Eylül 2016 tarihinde yapıldığı iddia edilen görüşmede Zarrab ve amcası olduğu söylenen kişi Azerice konuşuyor.

Zarrab'ın avukatlarından Robert J. Anello, konuyla ilgili New York Times'ın sorularını yanıtladığı e-postada, "Zarrab, ifadesinde yalnızca doğruları söyleme yükümlülüğü altında olduğunun farkında" dedi.

Yargıç Berman, bu belgenin kanıt olarak kayıtlara geçirilmesi talebini ise reddetti.

Yargı sürecinde Zarrab ile gündeme gelen tartışmalar bunlarla da sınırlı kalmadı. Zarrab'ın tanıklığı devam ederken, eski hücre arkadaşı Zarrab hakkında kendisine tecavüz ettiğini öne sürerek, suç duyurusunda bulundu.

62 yaşındaki, Fildişi Sahili vatandaşı Faouzi Jaber, mahkemeye sunduğu dilekçede, Zarrab'ın Kasım 2016 ile Mart 2017 dönemleri arsında Manhattan'daki cezaevinde kalırken kendisine birden fazla kez cinsel saldırıda bulunduğunu öne sürdü. Zarrab'ın avukatı bu iddiaları reddetti.

İddianamede kimler ve hangi suçlamalar var?

Dava ile ilgili şu ana kadar dört iddianame hazırlandı. Eylül ayı başında hazırlanan son iddianamede, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yönetici Levent Balkan ve Zarrab'ın şirketlerinde çalışan Abdullah Happani'nin eklenmesiyle birlikte sanık sayısı da dokuza yükseldi.

Davada adı geçen dokuz kişiye iddianamede altı suçlama yöneltiliyor:

  • ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma,
  • Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma,
  • Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma,
  • Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma,
  • Kara para aklama
  • Kara para aklamak için kumpas kurma

Atilla hakkında 50 yıla kadar hapis ve 2 milyon dolar para cezası isteniyor.

İddianamede ayrıca sanıkların yaptırımları delmek için kurdukları sisteme "İran ve Türkiye'de üst düzey hükümet yetkililerinin de katıldığı ve bu sistemi koruduğu" da öne sürülüyor.

Ayrıca, Zarrab, Atilla ve iş ortaklarının yaptırımları delmek için iki farklı yöntemi hayata geçirdikleri ve işlemesini sağladıkları belirtilirken, Çağlayan ve Aslan için ise bu yöntemlerin işlevselliğini sağlamak için "milyonlarca dolarlık nakit ve mücevher değerinde rüşvet aldıkları" iddia ediliyor.

İddianameye göre, yaptırımları aşmak için uygulanan yöntemler "petrol karşılığı altın" ve "hayali transit ticaret" olarak sıralanıyor.

İddianamede, ilk sistem olan "petrol karşılığı altın" yönteminin en az 2010 yılından itibaren uygulandığı bilgisi yer alıyor ve burada verilen bilgiye göre sistem şöyle işliyor:

Türkiye, yaptırımlar nedeniyle, satın aldığı petrol ve doğalgaz karşılığında yapması gereken ödemeyi doğrudan İran'a gönderemiyor. Bunun sonucunda da İran, Türkiye'de Halkbank'ta bir hesap açıyor. Türkiye, ödemeyi buradaki hesaba yatırıyor.

Daha sonra bu hesaptaki paralar, Zarrab'ın şirketlerine aktarılıyor ve bu şirketler üzerinden altın satın alınıyor. Daha sonra bu altınlar Türkiye'den Dubai'ye ihraç ediliyor ve burada yeniden nakde çevrilip, çantalarla İran'a taşınıyor.

İddianamede bu yöntemdeki suç unsurları yaptırımların etrafından dolaşılarak, başka ülkeler üzerinden delinmiş olması ve Aslan ile Atilla başta olmak üzere, Halkbank yöneticilerinin ABD Hazine Bakanlığı yetkilileriyle yaptıkları temaslarda altın alım işleminin İran devleti değil, şahıs ve şirketler tarafından gerçekleştirildiğini söyleyerek "yalan beyanda" bulunmaları.

Sanıklar ayrıca, Türkiye'den ihraç edilen altının Dubai'ye değil, İran'a gönderilmiş gibi göstererek, "evrakta sahtecilik" yapmakla da suçlanıyor.

İkinci yöntemin ise 2012 yılında İran'ın kıymetli metal ithalatına yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasıyla birlikte yürürlüğe sokulduğu belirtiliyor. ABD tarafından getirilen yeni düzenlemeler, İran'ın bir başka ülkeye sattığı enerji ürünleri karşılığında alacağı ödemeleri yine o ülkede ve sadece gıda veya tıbbi malzeme alımında kullanmasını öngörüyor.

Savcılığın ortaya attığı iddialara göre, Zarrab ve diğer sanıklar, bu kez altın ihracatı yerine, Türkiye ve Dubai üzerinden İran'a buğday ticareti yapmaya başlıyor.

İddianamede, buğday ticaretinin yapılmadığı ancak kağıt üstünde yapılmış gibi gösterilerek, İran'ın hesaplarından alınan paranın yine Zarrab'a ve iş ortaklarına ait şirketler üzerinden dolaştırılarak tekrar İran'a gönderildiği öne sürülüyor.

İddianamede ayrıntıları anlatılan yöntemler ile Zarrab'ın ifadesinde aktardıkları arasında ciddi bir örtüşme olduğu görülüyor.

Savcılık kanıt olarak ne sundu?

Savcılığın iddianamesinde sanıklar arasında yapıldığı iddia edilen bazı telefon konuşmaları ile e-posta yazışmaları yer aldı.

Savcılık, bir nevi ortaya attığı iddiaları, suçlamalarını dayandırdığı hukuki düzenlemeleri ve bu iddiaları kanıtlamak için sunduğu kanıtlarla ilgili bazı detayların yer aldığı belgeyi, duruşmalardan önce, 30 Ekim'de mahkemeye sundu.

Burada, "Dava sırasında sunulacak deliller, yapılan komploların desteklenmesi amacıyla kendi aralarında ve başkalarıyla yaptıkları sayısız iletişim kayıtlarını içermektedir" ifadesi yer aldı.

Sunulacak kanıtların içinde yer alanlar şöyle sıralandı:

  • Sanıkların hesaplarının aranmasıyla elde edilen e-posta yazışmaları
  • Zarrab ve Atilla'nın telefonlarından elde edilen elektronik iletişim kayıtları
  • Türk güvenlik güçlerinin sanıkların telefonlarını dinlemesiyle elde edilen görüşme kayıtları ve görüşmelerin tapeleri
  • Sanıkların telefonlarından ve Türk güvenlik güçlerinin Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan aramalarda elde edilen belgelerin fotoğrafları

Savcılığın sunduğu notta ayrıca, "Telefon konuşmalarının kayıtları ve tapelerinin yanı sıra Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan belge ile dijital görsellerin gerçekliği, bunların nasıl elde edildiği konusunda bilgi sahibi olan bir ya da daha fazla tanık tarafından teyit edilecektir" denildi.

Eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz da bu kanıtlarla ilgili iddia makamı adına kürsüye çıkarak tanıklık eden isim oldu.

Aynı notun başka bir kısmında 17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye'de düzenlenen yolsuzluk iddialarıyla bağlantılı bir operasyonda, Zarrab, Aslan ve Happani'nin gözaltına alındığı belirtilerek, "Bu soruşturma, Türk hükümeti içerisinde önemli miktarda ve üst düzeyde yolsuzluk yapıldığını ortaya çıkarmasından dolayı, bu soruşturmada yer alan emniyet görevlileri ile savcılara karşı çok hızlı ve sert bir şekilde harekete geçildi" deniliyor.

Notta, Zarrab'ın tutuklanmasının ardından Şubat 2014'te serbest bırakıldığı ve hakkındaki suçlamaların da Eylül 2014'te düşürüldüğü vurgulanıyor. Bu durumun Zarrab ve Halkbank'a "sahte gıda ticaretlerini devam ettirmelerine" olanak tanıdığı ifade ediliyor.

17 Aralık 2013'te yolsuzluk iddialarıyla ilgili düzenlenen operasyon kapsamında hazırlanan polis fezlekelerindeki telefon görüşmelerinin önemli bir kısmının ABD'deki iddianamede de yer aldığı görülüyor.

Bununla birlikte iddianamede sanıkların kendi aralarında ya da başkalarıyla yaptıkları ancak Türkiye'de hazırlanan polis fezlekelerinde bulunmayan başka görüşmeler de yer alıyor.

Davanın siyasi boyutları neler?

Zarrab'ın Türkiye'de bazı siyasilerle bağlantıda olması ve eski bir bakana yönelik de suçlamaların yapılması bu davaya siyasi boyutlar da kazandırıyor.

Yapılan ön duruşmalarda Zarrab, saygın bir iş adamı olduğunu anlatmak adına Türkiye'deki üst düzey bağlantılarından ve yardım faaliyetlerinden söz ederken, savcılık ise Zarrab'ı bu bağlantılarını kullanarak yasadışı faaliyetlerini yürüttüğünü ve soruşturmalardan kurtulduğunu öne sürüyor.

Ancak davanın siyasi boyut kazanmasında esas olarak Zarrab'ın Nisan ayında New York eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yakın çalışma arkadaşlarından Rudolph Giuliani ile eski Başkan George W. Bush döneminin Adalet Bakanı Michael Mukasey'i de savunma ekibine dahil etmesi önemli rol oynadı.

Politik bağlantıları kuvvetli bu iki ismin savunma ekibine dahil olup olamayacağına dair yapılan duruşmalarda ise bazı önemli detaylar ortaya çıktı.

Giuliani, Nisan 2017'de mahkemeye sunulan yeminli yazılı ifadesinde, Zarrab adına yapacakları çalışmaların ve oynayacakları rolün esasının tanımlanmasına dair soruya şu yanıtı verdi:

"Verdiğimiz hizmetler, tamamen olmasa da esas olarak, ABD ile Türkiye arasında ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarını destekleyecek ve Sayın Zarrab'ın yararına olacak bir çeşit anlaşmanın parçası olarak çözümlenip çözümlenemeyeceğinin belirlenmesine dair çalışmalara odaklanmaktadır… Bu hizmetler, hem ABD hem Türk devletinin üst düzey yetkilileriyle toplantı ya da görüşme yapmayı da kapsamakta ve ileride de kapsayacağı tahmin edilmektedir."

Giuliani, ayrıca, bu kapsamda görüşülen Türk yetkililer arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da olduğunu açıkladı.

Mukasey de yine Nisan 2017'de mahkemeye sunduğu yeminli ifadesinde, "ABD'li ve Türk devlet yetkilileri, ABD'nin güvenliğini artıracak ve bu davaya konu meseleleri çözüme kavuşturacak bir anlaşmanın kovalanması olasılığına açık fikirle yaklaşmayı sürdürmektedir" dedi.

New York Times gazetesi o dönem yayımladığı bir haberde, Giuliani ve Mukasey'in Zarrab'la ilgili yargı sürecini görüşmek üzere Türkiye'ye gitmesi ve Erdoğan'la görüşmesini "sıra dışı bir durum" olarak nitelendirmişti.

NBC News da geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberinde, Erdoğan'ın ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden ile 2016'da yaptığı bir görüşmede, davanın düşürülmesini ve dönemin New York Güney Bölgesi Savcısı Preet Bharara'nın da görevden alınmasını istediğini, ancak bu taleplerin reddedildiğini bildirdi.

Aynı haberde birden fazla kaynağa dayandırılarak Erdoğan'ın Trump yönetiminden de davanın düşürülmesini defalarca talep ettiği belirtildi.

Son olarak yine aynı NBC News haberinde, Türkiye'nin Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'e Zarrab davasının düşürülmesi ve 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini planlamakla suçladığı Fethullah Gülen'in kaçırılarak İmralı Adası'na getirilmesi için 15 milyon dolar önerdiği de iddia edildi.

Zarrab da tanıklığı sırasında ABD ile Türkiye arasında "yasal sınırlar çerçevesinde" bir mahkum değişimi anlaşması yapılması amacıyla avukatlar tuttuğunu ancak bu girişimlerden sonuç alınamadığını söyledi.

Sanık Hakan Atilla'nın savunma ekibinin, 4 Aralık Pazartesi günkü duruşmada yargıca sundukları mektupta Zarrab'ın siyasi bir anlaşma yapılmasını sağlamak istediğini gösterdiği öne sürülen konuşmalarının özetleri de yer aldı.

Zarrab'a 20 Ekim 2016'da cezaevinde yaptığı bir görüşmede, "dört kişi karşılığında altı kişinin iade edileceğinin" söylendiği ve karşıdaki kişinin "Merak etme, seni de bırakacaklar" dediği öne sürüldü.

4 Kasım 2016 tarihli bir başka konuşmada da, kimliği bilinmeyen bir erkeğin, Zarrab'a Türkiye'deki avukatının "halihazırda Mevlüt ve Bekir ile" durumu görüştüğünü söylediği görüldü. Aynı kişi, Zarrab ile ilgili olarak "Beyefendi"nin dönemin ABD Başkanı Barack Obama'yı da arayabileceğini de sözlerine ekledi.

ABD basını, burada isimleri geçen kişilerin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ öne sürerken, "beyefendi" olarak bahsedilen kişinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan olabileceğini belirtti.

Davaya konu işlemlerin maddi boyutu ne kadar?

İddia makamının mahkemeye sunduğu belgelerde yapıldığı iddia edilen bu işlemlerin toplam maddi boyutuna dair herhangi bir rakam yer almıyor.

Yalnızca sanıkların "milyarlarca dolarlık" işlemler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Ayrıca, Çağlayan ve Aslan'ın "milyonlarca dolar değerinde nakit ve mücevheri rüşvet olarak aldıkları" iddiasına da yer veriliyor.

Savcılık, Aralık 2012 ile Ekim 2013 dönemleri arasında altın ticaretiyle bağlantılı olarak ABD'deki finans kuruluşlarının bu ülkede bulunan muhabir hesapları üzerinden gerçekleştirdiği işlem miktarının en az 900 milyon dolar olduğunu öne sürüyor.

Mahkemeye sunulan belgelerde ayrıca Dubai'ye ihraç edilen altınların nakde çevrilip buradan İran'a taşınmasıyla ilgili iddialar sıralanırken, örnek olarak yalnızca 2011 yılının sonunda Zarrab ve iş ortaklarının ABD'nin yaptırım uyguladığı İranlı finans kuruluşlarından Bank Mellat hesaplarına tek defada 1 milyar dolar ve 400 milyon euro taşındığı belirtiliyor.

Columbia Üniversitesi'nden David L. Phillips de Kasım ayında New York Review of Books'a yazdığı makalede, Federal Soruşturma Bürosu'ndan (FBI) bir ajanın kendisine soruşturma kapsamında Zarrab'ın her hafta bir ton altın ihraç ettiği ve karşılığında da yüzde 15 komisyon aldığı iddiasının da incelendiğini söylediğini ifade etti.

İran yaptırımları konusunda çok sayıda araştırmaya imza atan Washington merkezli düşünce kuruluşu The Foundation for Defense of Democracies'in (FDD) CEO'su Mark Dubowitz de, Mart 2012 ile Temmuz 2013 dönemleri arasında Türkiye'nin İran'a yaklaşık 13 milyar dolarlık altın ihraç ettiğini ve yıllık olarak bu sayının 20 milyar dolara ulaşabileceğini söylüyor.

Yapılan işlemlerin maddi boyutuyla ilgili bir diğer gösterge de resmi rakamlar.

Reuters'ın Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) verilerine dayanarak 2014 yılında yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye'nin 2012 yılında İran'dan satın aldığı petrol ve doğalgazın değeri 10 milyar doları aşıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise 2011 yılında 1 ton olan İran'a altın ihracatı da 2012 yılında yaklaşık 126 tona yükseliyor ve bunun değeri de yaklaşık 6,5 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca, aynı yıl içerisinde Türkiye'nin BAE'ye yaptığı altın ihracatı da 85 ton ve 4,6 milyar dolar.

Savcılığın iddiasına göre, kıymetli metal ticareti üzerindeki yaptırımların sıkılaştırılmasının ardından bu kez de paralar İran'a "hayali transit buğday ticareti" ile gönderilmeye başlandı.

Zarrab, Nisan 2014'te AHaber'e verdiği mülakatta, buğday ve ilaç satışına başlamalarından sonraki ilk dört ayda yaklaşık 1,6 milyar dolarlık ticaret gerçekleştirdiklerini söylemişti.

İlgili Haberler