Gündem

"Zarrab davası utanç verici; yolsuzluğa karşı ortak ses çıkarmalıyız"

"Yolsuzluk demokrasiyi yok eder, sistemi tamamen altından oyar"

02 Aralık 2017 14:37

Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı Oya Özarslan, Reza Zarrab'ın tanıklığında Türkiye’nin bu şekilde gündeme gelmiş olmasının utanç verici olduğunu söyledi. Yolsuzluğun her şeyden önce adalet sorunu ve ahlâki bir sorun olduğunu vurgulayan Özarslan, “Keşke adaletsizliklere, kire, suça karşı birlik içinde güçlü bir ses çıkarmayı denesek” dedi.

Özarslan, Zarrab davasıyla ilgili olarak “Herşeyi, tüm siyasi tartışmaları tamamen konunun dışında bıraktığımızda, toplumsal vicdanı ne yapacağız peki? Yolsuzluk her şeyden önce bir adalet sorunu ve ahlaki bir sorundur. Keşke buna hamasetle bakmak yerine, adaletsizliklere, kire, suça karşı birlik ve beraberlik içinde güçlü bir ses çıkarmayı denesek” şeklinde konuştu.

Davada önemli olan noktanın Türkiye’de işlendiği belirtilen yolsuzluk iddiaları ve kamu kaynaklarının nereye aktarıldığı, kimleri haksız bir şekilde zenginleştirdiği olduğuna dikkat çeken Özarslan şöyle dedi:

“Bu sebeple bunun milli bir dava ve beka meselesi olduğu ve Türkiye’nin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı görüşüne katılmıyorum. Zaten baktığınızda yolsuzluğun Amerikan finans sistemini araç ettiği birçok halde, herhangi bir ülke ayrımı bulunmadan Amerikan yargısının çok yüksek cezalar verdiğini görebiliyorsunuz. Mesela, geçen nisanda Brezilyalı dev şirket Odebrecht, yolsuzluk ödemelerini yaparken Amerikan bankacılık sistemini kullandığı için 2.6 milyar dolarlık cezaya mahkûm oldu. Süregelen davaları izlediğimizde bir yandan ülkemizin uluslararası kamuoyunda bu şekilde gündeme gelmiş olmasından utanıyor, bir yandan da cömertçe dağıtıldığı belirtilen rüşvet itirafları ve oluşturulduğu belirtilen çarktan dolayı büyük bir üzüntü duyuyoruz. Bunlar ülkemizin kaynakları, yoksul halka, onun ihtiyaçlarına gitmesi gereken kaynaklar!”

Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı Oya Özarslan, kısa bir süre sonra 25. yılını kutlayacak örgütün neler yaptığını, yeni hedeflerini, yolsuzluk algısının nasıl bir değişim geçirdiğini ve nelere mal olduğunu anlattı.

Cumhuriyet'ten Olcay Büyüktaş'ın sorularını yanıtlayan Oya Özarslan'ın açıklaması şöyle:

"Yolsuzluk demokrasiye tehdit"

- Örgüt nereden nereye geldi?

Bu 25 yılın sonunda baktığımızda aslında Transparency International’ın başardığı en büyük işlerden biri “yolsuzluk” kavramını masaya yatırdı, dünya üzerinde açık ve net bir şekilde ‘yolsuzlukla mücadele’ demeyi kolaylaştırdı. Daha önceden iş yapmanın bir şekli olarak kabul edilen bir kavramı, şimdi insanlar mücadele edilmesi, yok edilmesi gereken bir şey olarak düşünüyor. 25 yıl önceki yaklaşım şuydu; yolsuzluk yapılması neredeyse olağan karşılanan bir şeydi.

Bugün buna karşı birçok yasal düzenleme mevcut, özellikle uluslararası konvansiyonlar ve sınırları aşan nitelikte uygulanan yasalar dolayısıyla Batılı şirketler, sadece kendi ülkelerinde faaliyetleri değil, dünyanın başka ülkelerindeki yolsuzluğa bulaşan işlemleri dolayısıyla ceza alabildikleri için çok hassas. Şimdi paradigma değişti. Şimdiki anlayış şu; yolsuzluk demokrasiyi yok eder, sistemi tamamen altından oyar, hukuk devletini yok eder, yatırım maliyetini artırır ve sürdürülebilirliği engeller.

"Amaç gizliliğin kalkması"

- Kampanyalar 120 ülkede aynı anda mı yürüyor?

Şu ana kadar yaptığımız uluslararası kampanyalar arasında mesela ‘Yolsuzluğu Ortaya Çıkar’ gibi bir kampanyamız vardı. Özellikle de büyük çaplı yolsuzluklara (grand corruption) işaret edebilmek için devam eden bir kampanyaydı bu. Tabii ülkenizin koşullarının imkân verdiği ölçüde! Çünkü yolsuzlukla mücadele bir anlamıyla yerel bir hareket, her bir ülkede ayrı koşullar söz konusu.

Bir süredir off-shore şirketlere yönelik bir kampanya var. Oradaki gizliliğin kalkması yolunda bir hareket bu. Panama Papers arkasından Paradise Papers’la tüm dünyadaki siyasetçi, işadamı ve sanatçı gibi önemli figürlerin servetlerini vergi cennetine kaçırdıklarını görebiliyoruz. Vergi ödemek yoksula bir zorunluluk, ama zengin vergiden kaçabiliyorsa bu en başta adaletsizlik demektir!

"Yolsuzluk öldürür"

- Nerede yoksulluk varsa orada yolsuzluk vardır demiştiniz, bu bağı görmek ve üstüne gitmek nasıl mümkün?

Yolsuzluk, insan hakları kavramıyla birebir bağlantılı. Çünkü insanların hayatını etkileyen, temel haklardan yoksun bırakan ortamlarda genelde yolsuzluk var oluyor. Eğer insanlar yeterli içecek ve temiz suya ulaşamıyorsa, ormanlık yeşil alanlar yok oluyorsa, depremlerden ve maden göçüklerinden dolayı insanlar ölebiliyorsa bunun arkasındaki en büyük neden yolsuzluktur. Yeterli bir sistemin - denetimin olmadığı ve muhtemelen de çıkar çatışmalarından dolayı kamu kaynaklarının özel menfaat için kullanıldığı hallerde yolsuzluk var oluyor ve bu da insanları temel haklarından yoksun bırakacak şekilde işliyor. Bizim yolsuzlukla mücadeledeki temel hattımız bu çerçevededir.

"Soma önemli bir nokta"

Transparency International’da “Yolsuzluk Öldürür” diye bir slogan vardır, bazılarına aşırı bir söylem gibi gelebilir ama biz bunu Soma’da gördük. İnsanları hem yoksul bırakan, bazı yerlerde öldürebilen hemen her olay aslında orada bir türlü yolsuzluk olduğunu gösteriyor bize. Uygun bir şekilde kanuna ve hukuka göre denetlenmiş olsaydı oradaki kişilerinin çalışma koşullarının kötülüğü ve 301 kişinin ölmesine sebep olan hayati eksiklikler önceden belirlenebilecekti... 4 gün önce verilen rapor maden koşulları için gayet iyi diyordu mesela. O rapor nasıl verilebildi, oradaki insanların ölümüne nasıl sebep olabildi? Bunları bakabilmemiz lazım. Mesela, Soma’da da gördüğümüz gibi denetim raporu veren sigorta müfettişinin eniştesi maden şirketinde üst düzey yönetici ve bu tipik bir çıkar çakışmasına işaret ediyor. Tam da bu nedenle yolsuzluğun insan hayatına sebep olabilen ve yaşam hakkı ihlali yaratabilen en temel olgulardan olduğuna dair bir örnek.

"Çürüme var"

- Yolsuzluğu hastalık gibi düşünürseniz nasıl tanımlarsınız, bulaşıcı mıdır, tedavi edilebilir mi?

Kanser gibi olduğunu söyleyebiliriz. Çürüttüğünü söyleyebiliriz. Bütün bir sistemi topyekûn çürüttüğünü... Ahlaki çürümeye de yol açıyor. İkincisi de sisteme güveni kaldırıyor. Demokratik bir sistemin işleyeceğine ilişkin toplumdaki inancı ortadan kaldırıyor. Bu da hukuk devleti dediğimiz şeyin altına tamamen dinamit koyuyor. Kurallara uymayı gerekli görmüyor bir süre sonra insanlar. Çürüme tamamen buradan kaynaklanıyor.

"Risk yükseldi"

- Türkiye’de 2013’ten sonra ciddi bir yolsuzluk algısı oluştu; 22 ülke birden düştük. Bu algının ülkeye maliyeti ne oldu?

Büyük bir itibar kaybı birincisi. Yolsuzluk her yerde görülebilir, skandallar olabilir ama o olaya karışanları sonunda yargılarsınız, sistemde iyileştirme yaparsınız ve bu aslında bu krizi iyi bir şekilde yönettiğinizi, bu konudaki yanlışı düzeltme iradenizi gösterir. Ama yargılayamazsanız da, cezasızlık yaygınlaşıyor ve bahsettiğim kanser bulaşıcı hale gelmiş oluyor. Çünkü insanlara şu mesaj verilmiş oluyor: Yolsuzluk yapılabilir, kurallar çiğnenebilir ve sonunda da bir sorun olmaz. Tabii bu itibar kaybı önemli. Ayrıca da birebir maliyetleriniz içinde ayrı bir kalem olmasından konuşursak.. O kalem yükselmişse bir ülkeye yatırım yapma kararını verirken bu da ek bir risk unsur haline geliyor. Birçok uluslarası şirket, bu riski göz önünde bulundurup ülkenize yatırım yapmaktan vazgeçebilir.

Stratejik Plan ne oldu?

-Türkiye’nin alması gereken ne kadar yol var?

Hiçbir yerde bu işler mükemmel değil ama öncelikle siyasi irade lazım, net bir şekilde. 2010’da hükümetin yolsuzlukla mücadele stratejisi vardı. Üzerinden 7 yıl geçmiş, peki ne yapıldı, herhangi bir aşama kaydedildi mi? Bizim yaptığımız değerlendirmeye göre, 28 maddenin sadece altısında çok sınırlı bir ilerleme var, 22’sinde ise hiçbir ilerleme olmadı. 2014’te Stratejik Plan sona erecekti, 2014 çoktan geçti, o plan ne oldu, bitti mi? Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu da ortadan kalktı zaten. Türkiye’de bu konuda nasıl bir mücadele ediliyor diye bakabileceğimiz açık bir sistem bulunmuyor şu anda. Hükümet tarafından 2010-2014 Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Eylem Planı’nın (YMEP) 22 Şubat 2010’da yayımlanmasından altı yıl sonra, 29 Nisan 2016’da 2016-2019 yıllarına ilişkin ikinci bir eylem planı açıklandı. İkinci eylem planı açıklanırken ilkinde neler yapıldığı, nasıl ilerleme yapıldığına ilişkin net bir bilgi verilmedi. Yeni YMEP hazırlanırken konu üzerinde çalışan sivil toplum örgütlerinden görüş de alınmadı.