Dünya

Zaman yazarı: Suriyelileşme tehlikesiyle karşı karşıya oluşumuz Brüksel'in değil Ankara'nın tercihlerinin sonucu

"Türkiye'nin AB'den uzaklaşmaya değil, AB'yle yakınlaşmaya ihtiyacı var"

11 Şubat 2016 16:01

Zaman yazarı Şahin Alpay,  Türkiye ile AB arasında Avrupa'ya mülteci akınını durdurmaya yönelik anlaşmanın yol açtığı tepkileri kaleme aldı. Türkiye'nin AB'den uzaklaşmaya değil, AB'yle yakınlaşmaya ihtiyacı olduğunu söyleyen Alpay, "'Nihayetinde, Suriyeleşme' tehlikesiyle karşı karşıya oluşumuz, Brüksel'in değil Ankara'nın tercihlerinin sonucu. Suriye'de büyüyen trajedide, başkaları yanı sıra Ankara'nın izlediği politikaların sorumluluğu az değil." dedi.

Şahin Alpay'ın "AB'nin ihaneti mi?" başlığıyla yayımlanan (11 Şubat 2016) yazısı şöyle: 

"'Erdoğan, Kasım 2011'de Beşar Esad'ın iktidarı bırakmasını istediği zaman, bunu Suriye başkanının bir baskı rejimini temsil ettiği gerekçesine dayandırıyordu. Aradan dört yıl geçtikten sonra kendisi bütün gücü elinde toplayan liderlerden biri haline geldi. Bu belki tarihin bir cilvesi, ama bu gelişmeyi dünyanın, özellikle de Avrupa Birliği'nin somut ve görünür bir şekilde kaydetmesi gerekirdi.'

Bilkent Üniversitesi sosyoloji profesörü Elisabeth Özdalga'nın, bağımsız bir araştırma kuruluşu olan İsveç Dış Politika Enstitüsü'nün “Dünya Politikasının Güncel Sorunları” adlı aylık dergisinin ocak sayısı için kaleme aldığı, “Turkiet i Erdoğans Grepp / Erdoğan'ın hükmettiği Türkiye” başlığını taşıyan makale, yukarıda aktardığım paragrafla son buluyor. Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde din ve siyaset ilişkisi üzerine araştırmalarıyla tanınan Özdalga'nın makalesi, Türkiye'nin AKP iktidarı altındaki serüveninin 30 küçük sayfaya sığdırılan, mükemmel bir analizi.

Özdalga'nın makalesini bitirirken üzerinde durduğu nokta, gerek ortak değerler gerekse stratejik hedefler açısından giderek Batılı müttefiklerinden ayrılmakta olan Erdoğan yönetimindeki Türkiye ile AB arasında Avrupa'ya mülteci akınını durdurmaya yönelik anlaşmanın yol açtığı tepkiler. Bu bağlamda Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye ziyaretinin kasımda yapılan seçimler öncesine rastlamasının, Avrupa Komisyonu'nun Türkiye ile ilgili yıllık İlerleme Raporu'nun açıklanmasının ise sonrasına ertelenmesinin Türkiye'deki özgürlük ve demokrasi yanlıları tarafından, AB'nin giderek otoriterleşen ve insan hakları ihlalleri ayyuka çıkan AKP iktidarına dolaylı desteği, bir tür Türkiye'ye ihaneti olarak yorumlanması.

Bu tür yorumlar hakkında daha önce de yazdım (bkz. “AB'den ne bekleyebiliriz?” Zaman, 31.10.2015) Gelişmeler yeniden yazma ihtiyacını hissettiriyor. Evet, AB çok uzun süre Suriye'de yaşanan trajediye seyirci kaldı. Bunun bir anlamda bedelini de geçen yıldan itibaren görülmemiş büyüklükte bir mülteci akını ile karşı karşıya kalarak ödüyor. Bu da üyelerin çoğunda ekonomik krizin aşılamadığı, başta Polonya ve Macaristan olmak üzere üye ülkelerin bir kısmında otoriter yönetimlerin iktidara geldiği, birçoğunda ırkçı, AB düşmanı akımların yükselişe geçtiği bir konjonktürde yaşanıyor. Birkaç aydır Yunan ekonomik krizi AB'de konu bile olmuyor. Kısaca, AB kendi derdine düşmüş vaziyette.

Bu ortamda Brüksel'in mülteci akınının denetim altına alınması için Ankara ile işbirliği ihtiyacını duymasında şaşılacak bir şey yok. Geç kalmış olmakla beraber Merkel öncülüğünde AB'nin, yapılacak mali yardımlarla Ankara'nın yükünü paylaşma çabasına girmesi, (eğer gerçekleşirse) yurttaşlarına vize muafiyeti tanınması, katılım müzakerelerinde yeni fasılların açılması muhakkak ki Türkiye'nin lehine olur.

İktidarlar geçicidir; AKP iktidarı bugün var, yarın yok; önemli olan Türkiye'nin uzun vadeli çıkarları. Eğer AB, mülteci yükünü paylaşacaksa, daha önemlisi Türkiye'nin ortaklığının değerini anlayacaksa, bu elbette ki olumlu karşılanmalı. Eğer karşı karşıya olduğu sorunları aşıp demokrasisini yeniden ayağa kaldıracaksa Türkiye'nin AB'den uzaklaşmaya değil, AB'yle yakınlaşmaya ihtiyacı var. AB'nin göç krizini aşarak, ırkçı sağın yükselişini önleyerek güçlenmesi, muhakkak ki, Türkiye'nin de yararına.

Nihayet, hem otoriterleşme hem de iç kargaşa anlamında “Suriyeleşme” tehlikesiyle karşı karşıya oluşumuz, Brüksel'in değil Ankara'nın tercihlerinin sonucu. Suriye'de büyüyen trajedide, başkaları yanı sıra Ankara'nın izlediği politikaların sorumluluğu az değil. Çoğu husumet duyan komşularla kuşatılmış bir durumda kalmamız, “Şanghay Beşlisi”ne katılma hayallerinin berhava olması, AKP iktidarına bile AB çıpasının ne denli değerli olduğunu hatırlatmıyor mu?"