Gündem

'Yolsuzluk ve rüşvet skandalını örtme gayretine dalkavuklar 'Yeni Türkiye' diyor'

Mehmet Altan: Türkiye hiçbir zaman demokratik hukuk devleti olmadı ama böylesine ''devlet'' ve ''hukuk'' kavramından yoksunların da eline düşmedi

17 Ekim 2014 21:03

Söyleşi: Servan Altıkanat 

 

Prof. Dr. Mehmet Altan'la, ''Yeni Türkiye'yi, tutarsızlıkları günbegün barizlik kazanan mevcut siyasal iktidarı ve geleceğini, AB'ye artan toplumsal desteği, Güneydoğu'daki gerginliği ve barışı'' konuştuk.

Son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmeleri “Türkiye hiçbir zaman demokratik hukuk devleti olmadı ama böylesine ''devlet'' ve ''hukuk'' kavramından yoksunların da eline düşmedi” sözleriyle değerlendiren Mehmet Altan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: 

İşçiler hala ölüyor. İktidarın  medyaya bakışı aynı. Siyasetçi söylemleri aynı. Din yine siyasetin içinde. Devlet, yine her şeyi tayin eden konumunda...''Afedersiniz'' ama Yeni Türkiye'nin nesi yeni?  Yeni teamüllerimiz  nelerdir ? 

Son kitaplarımdan birinin adı “Cami Kışla Parantezinde Türkiye”, Türkiye eski Türkiye değişen ise ''iktidar kışladan, cami üzerinden siyaset yapanlara geçti''.

Yeni herhangi bir şeyden söz edeceksek hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet başta olmak üzere   “yönetimde” olanların  darbe  yaparak yargıdan, yargılanmadan kaçmaları; 12 Eylül rejiminin bile gerisine düşmemiz, çakma yargı çıldırmaları, HSYK'yı illa ki ele geçirme gayreti ve artan bir iştahla, baskıya ve galiba devlet terörüne doğru hızla yol almamız.

Siyasal İslam örtüsü altında cılk bir zemine, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalını örtme gayretine dalkavuklar “Yeni Türkiye” diyor.

Bu Yeni Türkiye'nin Başbakanı Davutoğlu, “inşallah bu ülkede bir daha hiçbir başbakan, herhangi bir mahkeme karşısında hesap verme zorunluluğunda kalmayacak. Hesap vereceği makam, onu o iktidara getiren milletin ta kendisidir ve Allah’ın huzurudur” diyor. Bu ne demek ?

Bu, siyasal iktidarın işledikleri suçların ağır korkusu ile yargıdan kaçma gayreti ve hukuku yok edilmiş bir devlet özlemi ve ''klasik devlet'' kavramından bihaber olma durumudur.

Yönetenler suç işlediklerinde  onları yargı yargılar ve toplumsal çürümeyi önler. Bütün hukuk devletlerinde bunun taze örneklerini görüyoruz; İspanya, Fransa, İsrail, El Salvador...

Buralarda suç işleyen yönetimler yargılanıp, cezalandırılıyor.
Sürekli suça bulaşan ve kirlenmiş olan Türkiye'deki siyasal iktidar ise yargıdan nefret ediyor, çünkü ödleri patlıyor. Suç işleme özgürlüğü peşindeler, böyle bir durum devletin sonu demektir, o noktaya doğru da hızla gitmeye çalışıyorlar.

Taraf'tan Taner Akçam'ın geçtiğimiz haftalarda köşesinde işlediği gibi, yeni eğitim-öğretim yılına ait ders kitaplarında Ermenilere karşı nefret suçu içeren bölümler söz konusu...Ama öte taraftan da, mevcut iktidar partisinin eski başkanının  1915 olaylarının yıldönümüne bir gün kala o dönem hayatını kaybeden Ermenilerin torunlarına  taziye beyanında bulunduğunu hatırlıyoruz...Nasıl bir tutarsızlıktır bu?

Mevcut siyasal iktidarın bunca yıl sonra  her yaptığının tersini yaptığını da rahatlıkla görüyoruz. Tutarsız, aşırı pratik, zamane ve zemine göre kendi çıkarına uygun her şeyi yapmayı rahatça içine sindirmiş bir zihniyetten söz ediyoruz. Bir gün öyle, bir gün böyle…Şaşıracak bir şey yok, yeter ki siyasal iktidar ve kupon arazi imkanları yok olmasın.

Benzer tutarsızlık,  ‘’din ve vicdan özgürlüğünün’’ başörtüsü konusunda savunulup, Cem evleri, Heybeliada Ruhban okulu ve zorunlu din dersleri gibi konularda savunulmamasıyla göze çarpıyor…

Ak Parti iktidarının ilk yıllarında, tüm mağdurların dertlerine derman olacak ciddi bir demokratikleşme taraftarı gibi göründü, kimi önemli adımlar da attı. Ne var ki, özellikle 2011 yılında Referandumla birlikte Türkiye’yi artık tamamen ele geçirdiğini sandı. Türkiye’de siyasal İslam, Ortadoğu’da Halifelik rüyaları görmeye ve bu çıkmaz sokakta duvara tosladıkça da abartılı din istismarından medet ummayı refleks haline getirdi. Epeydir ülkeyi yönetemez haldeler, çaresizce  algı operasyonu yapıyorlar ya da salçalı bir din istismarı. Bu da yürüyor, şimdi ise galiba ''kara bir faşizm'' ve şiddet arzusunda gibiler.

 

Cami kışla ekseninden çıkış kapısı 'AB' 

 

Amerikan Alman Marshall Fonu’nun her yıl gerçekleştirdiği ‘Transatlantik Eğilimler Anketi, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne verilen desteğin son dört yıldır ilk kez yüzde 50’nin üstüne çıktığını ortaya koydu. Katılımcıların yüzde 53’ü yeniden Türkiye’nin AB üyeliğinin iyi olacağı noktasına geldi. Bunu neye bağlıyorsunuz ?

Türkiye’de sosyal sınıflar, bu sınıfların düşünceleri boy atamamış. İki temel eksen, hayatı özellikle de siyaseti belirlemiş: Biri kışla üzerinden siyaset, diğeri ise cami üzerinden siyaset.

İkisinin de gitmediğini gören hatırı sayılır bir nüfus, belki tamamıyla çok bilinçli olmasa da  korkunç bir noktaya doğru hızla seyrettiğimizi görerek, el yordamıyla pratik acil bir çıkış kapısı arıyor. 

Gördükleri doğrudur, ülkenin düze çıkmasının, mevcut yönetiminin ağır tahribatının giderilmesi ve Türkiye’nin layık olduğu refah ve özgürlük seviyesine sıçramasının en kestirme ve etkili yolu AB reformlarına ve üyeliğine hızlıca hamle etmektir.

 

Batı'da faşizm, doğu'da özerklik olmaz  

 

Cumhurbaşkanı, İmralı'daki lideriyle müzakere için birlikte masaya oturduğu PKK'yı IŞİD' le benzeştiriyor, öte yandan, Genelkurmay, geçtiğimiz günlerde Ankara'da hükümetle görüşen Salih Müslim'in eş başkanlığını yaptığı  PYD'ye ''bölücü terör örgütü'' diyor... Garip değil mi?

Siyasal iktidar Sünni İslam üzerinden Ortadoğu’da  Müslüman Kardeşler üzerinden Halifelik rüyası görmeye devam ettikçe bulunduğu çıkmazdan kurtulamaz, bu her düzeyde kakafoni, tutarsızlık, iç çekişme ve kaos getirir. Onun her halini görüp, yaşıyoruz. Ağır çözülmelere gebe bir toplumsal konumdayız.

IŞİD protestoları ile birlikte, uzun süredir tanık olmadığımız haberler ve görüntüler geldi Güneydoğu'dan. Tanklar, askerler, OHAL...Ve sokak çatışmaları sonucu hayatlarını kaybeden ve yaralanan onlarca insan... Ne diyorsunuz son yaşananlara ? 

Eğer bilinçli bir şekilde kanlı bir iç kargaşa peşinde değilseler, mevcut siyasal kadronun devletin ne olduğundan, hukuksal bir organizma olduğundan hiçbir haberi yok demektir. Türkiye hiçbir zaman demokratik hukuk devleti olmadı ama böylesine ''devlet'' ve ''hukuk'' kavramından yoksunların da eline düşmedi.
‘’Şiddet misliyle karşılık bulacak’’ diyen İçişleri Bakanı “suçu hukuksal mevzuatın cezalandırdığından” bihaber iken, Başbakan da muhalefeti “vatan hainliği” ile suçlayabiliyor. Halkın bir kesimini  “vatan haini” ilan etmek, şiddet yanlısı bir faşizmin ön ilanıdır. Allah sonlarını hayır etsin.

Türkiye devleti Kobanê'deki Kürtlere sırtını dönüp, kendi Kürtleriyle barış yapabilir mi?

Siyasal iktidar Ortadoğu’da sıkışıp kaldı, rejim demokratikleşmeden barış olamaz. Ayrıca Batı’da faşizm, Doğu’da özerklik de olamaz. Suni ve sahte siyasal hesaplar yaşamın sorgulaması karşısında boğuldu, siyasal iktidar maskesini atıverdi.

“IŞİD  ile PKK aynı şeydir” diyen siyasal iktidara sorarlar, o zaman neden masaya oturdun ya da IŞİD ile masaya oturmak için ortam mı hazırlıyorsun ? 

Tutarlı olmayan, ilke üzerinden siyaset yapmayan her siyasal iktidarın er geç madara olması, çıkmazlara sürüklenmesi, yönetemez hale gelmesi kaçınılmazdır. 

Peki, yargıdan kaçan, ağır bir faşizme yol alan, sürekli din istismarı yapan, devletin tüm kurum ve kuruluşlarını TRT'leştirmeye çalışan böyle bir siyasi kadro daha fazla ne kadar ömrünü sürdürebilir ?

Ben bütün darbeleri görmüş, yaşamış, bunların akademik çözümlemesine yoğun bir çaba harcamış biri olarak, o dönemlerde dahil böyle bir dönem, böyle bir yönetim çıldırması ve  hukuk düşmanlığı görmedim. Bunun böyle sürmesi ve uzun süre devamı mümkün değil.