Kültür-Sanat

Yetkin Dikinciler: Faşistler uzun yaşar

Tiyatro ve sinema oyuncusu Yetkin Dikinciler rol aldığı yeni filmi "Her Şey Mümkün" hakkında konuştu

28 Mayıs 2017 11:28

Son filmi “Her Şey Mümkün” ile sinemaya dönen oyuncu Yetkin Dikinciler, yeni filmi hakkında konuştu. Dikinciler, "Faşizm rahatlıktır. Konfordur. Faşistler uzun yaşar. Sistem öyle icap eder der ve yapar, üç beş kişinin önemi yoktur" dedi.

Cumhuriyet'ten Ceren Çıplak konuşan Dikinciler'in açıklamaları şöyle:

Tiyatro ve sinema oyuncusu Yetkin Dikinciler ile rol aldığı “Her Şey Mümkün” filmi ile Nâzım Hikmet anması etkinliği vesilesiyle buluşuyoruz. Fakat konular bunlarla sınırlı kalmıyor elbette ve sohbetin bizi götürdüğü yere gidiyoruz hiç düşünmeden. Sizi de uzun sohbetimizden süzülenleri okumaya davet ediyoruz haliyle...

Sıradan hikâye var mıdır?

Sıradan hikâyeler sıradan değildir. Zaten sıradan olanın günlerindeyiz. Sıradanlaşanların günlerindeyiz. Mutsuzluğumuz, bize dayatılan dertlerimiz üzerinden sıradanlaşmaya başlıyoruz. Televizyonu açtığınızda size gösterilen haberler kadar mutsuz olmanız isteniyor sizden. Ya da mutlu olacaksanız reklamların önermeleri kadar mutlu olmanız isteniyor. Halbuki sıradan dediğimiz hayatlarımızda sıra dışı şeyler yaşanıyor. Her hayat özeldir ve derdi de kendine özeldir. “Ateş düştüğü yeri yakar” cümlesini hepimiz biliriz. Sıradanlık işte orada sıradan olmuyor. “Ne var canım adam işten atılmış” ya da “74 gündür açlık grevinde olan iki kişi tutuklandı”, “Ee olur canım, bu da öyle olur”... Böyle böyle evcilleşiyor her şey. Her şey sıradanlaşıyor ama bu onun sıradan olduğunu göstermiyor.

Bazen 100 kere anlatılmış bir konuyu 101. kez anlatan bambaşka anlatabilir...

Bunun için zaten “Macbeth” hala sahneleniyor. Bugün hâlâ aşk üzerine hikâyeler anlatılıyor. Niye? Aşkı anlamadık mı hep beraber? Güya anladık... Başkalarının anlattığı kadar anlarsanız, dış seslerle anlarsanız henüz anlaşılmamış demektir. İç sesinizi duyarsanız anlamışsınızdır.

Öyleyse iç sesiniz aşkı nasıl söylüyor?

Aşk bir iç sestir zaten. Yalan hayatlar yaşatıyorlar insana. O yüzden insanın her şeye karşı kendi cevabını vermesi önemli. İnsan, neyi söylemek istediğine, nerede susmak istediğine karar verirse o zaman dürüst ve kendi olur. Aşk bir kendi olma sanatıdır.

‘Gerçek aşkı birey yaşar’

Ne kadar kendi, ben olmak?

Ego iyi ki var ama egosantrik olmak ve benmerkezcilik tehlikeli, bununla başa çıkmanız gerekiyor. Ama lütfen “ben” olmayı unutmayalım. Çünkü bu başkası olmamak... İnsanlar kendi olmadıkça yığının içinde kalarak taraftar oluyorlar. Bazen de dernekte, vakıfta, cemaatte tarif ediyorlar kendilerini. İşte o zaman topluluktan değil yığından söz ediyoruz. Kendini, kişiliğini inşa etmiş insanların oluşturduğu şey topluluktur. Toplum aslında bireylerden oluşur. Yine bireyin bir yoludur. Birey olmayan gerçek aşkı yaşayamaz.

Rol aldığınız “Her Şey Mümkün” filminin tanıtımlarında “Aldatılan kadınları hiç böyle izlemediniz. Eğlenceli, romantik, sürprizlerle dolu” deniyor. Aldatılan kadın beyazperdede cazip bir satış unsuru gibi...

Doldur, boşalt laflar bunlar da. Haklısın. Hiçbir tarif, hiçbir cümle anlattığınız hikâyenin tamamına denk gelmez. Tıpkı sözlük anlamı gibi olur. Halbuki kelimeler nedir? Uzlaşma alanıdır. Bir şeye anlamı şudur deriz uzlaşırız.

- Siz aldatmayı nasıl tanımlıyorsunuz?

Biz galiba biraz kendimizi aldatıyoruz aldatmayı tarif ederken. Ben gerçek aldatmanın zihinsel aldatma olduğunu düşünüyorum. Bence aldatmak herkesin bildiğini herkesten saklamaktır. Şimdilerde çoklukla birbirimize yaptığımız gibi.

- Sizce hayata karşı sadakat mümkün mü?

Sadakat niye mümkün olmasın? Kendi hayatımdan örnek vereyim. Ben yürüdüğü yola sadık biriyim. Gerçekten yoldan bahsediyorum ama. Karşı kaldırıma geçemiyorum. Tekrarlar hoşuma gidiyor... Ya da güvendiğim için sadığım ya da sadık olduğum için güveniyorum. Ne enteresan değil mi? Yani insanlar kötülüğe sadakatle cinayet işleyebilir. İşte burada sadakati tartışmamız gerekebilir. Ya da bir lidere sadakatle aslında kendine uymayan bir eylemi gerçekleştiriyor olabilirsin. Bu noktada ne lüzumsuzdur sadakat...

- Sisteme sadakat etsen de sistem seni bir gün aldatmaz mı?

Tabii ki, sen kendi içine inan. Sadakat orada başlıyor...

- İnandığına mı sadakat?

Ama insan bilmediği yerde inanmaya başlar. Biliyorsa inanmaya gerek yok. Ama bilmeyi tercih ederim.

- Sistemin gaddarlaştığı noktada ne yapabiliriz peki?..

İstediğini istemeye devam edeceksin. Sayıca az olabilirsin ama istemeye devam edeceksin. Kavramları konuşabilmeliyiz. Pembe otobüs dediğimiz zaman pembe tartışıyoruz gündelik siyaseti. Ve “sen istemiyorsun ama benim vatandaşım istiyor” diyen otoriteyi tartışamıyoruz. Kendi yapmam gerekeni yapmaya devam ediyorum. Bir vatandaşın da geçmişi, dünü yok saymadan bugünü tartışması ve yarını öyle hedeflemesinden yanayım ama asla bir sembol üzerinden değil. Sistemin bize yaptığını bizim yapmamamızdan yanayım. Sakin! Biliyorum acılar yaşanıyor, dertler yaşanıyor. AKUT ne yapıyor? Hayat kurtarmak için hayatta kalıyor. Ne olur hayatta kalalım.

Tiyatro yapmak...

- Tiyatro kimi zaman olumsuz bir tanımlama için kullanılıyor, ne hissediyorsunuz böyle olduğunda?

Maalesef... Meclis’te bile “Bana sahtekârlık yapma” yerine “tiyatro yapma” diyorlar. Çok aşağılayıcı bir şey. Tiyatroya gitmediklerini belli ediyorlar. Tiyatroya gitseler tiyatronun oradan söylenecek kadar kolay bir şey olmadığını görürlerdi.

- Dünyada yükselen milliyetçilik akımına kapılmamak için ne yapıyorsunuz?

Faşizm rahatlıktır. Konfordur. Faşistler uzun yaşar. Sistem öyle icap eder der ve yapar, üç beş kişinin önemi yoktur. Olan bitenin araçlığı önemlidir. Neye yarayacağı önemlidir. Milliyetçiliğe gelince... İlkokulda öğretmenimiz küre, dünya istemişti. Bizim de paramız yoktu, alamamıştık. Ama babam o gün bana plastik top almıştı. Annem de küre alamadıkları için üzülmüştü. İkisi de küre olduğu için “Annecim bana dünya almana gerek yok babam bana top aldı” demiştim. Bugün iyi ki de öyle söylemişim diyorum. Dünya o kadarcık bir şey aslında. Vur tekmeyi gitsin yuvarlansın uzay boşluğunda... Yer çekimi var ama biz dünyayı kendimiz tutuyor zannediyoruz. Biz neyiz ki.

‘Kahraman arama, kendin yap!’

- Sanatçısınız diye size misyon yüklenmesiyle ilgili olarak hissiyatınız nedir?

İhaleyi, senden daha çok görünen birine ya da bir ablaya, abiye çıkarınca yanlış yaparsınız. Biz ülke olarak bunu yapıyoruz. Ne olur kahraman aramayalım. Ne olur düşündüğünüz şeyi siz yapın. Bunu ne televizyonda gördüğünüz birinden bekleyin ne de bir siyasetçiden. Ya sen vatandaşsın. O senin vekilinse sen de onun aslısın. O senin vekilin. Yap ya hu! dönüşüm böyle başlar. Beklentiye girmeyelim. İhale çıkarmayalım. Bir şey yapmak istiyorsanız yapın, ihaleyi başkasına çıkarmayın. Ne olur kendi yaptıklarımızla ilgilenelim. “Ben onun yerinde olsam öyle yapardım” derler. Git onun yerinde ol ve öyle yap.

- Bu söylediklerinizin ne kadarını gündelik hayatınızda uygulayabiliyorsunuz?

Bu soru ve bu cevapla ne kadar samimi olabiliriz ki. Ne kadar boş işler yapıyoruz. Ceren Çıplak soruyor, Yetkin Dikinciler yanıtlıyor. Ben böyleyimdir ben şöyleyimdir diye. Okuyucular da inansın diye. Elbet hayat uzun, mutlaka yolumuz kesişir. Ya sözünün eri ya da boş konuşuyor derler. Okuyan karar versin.