Medya

Yeni Şafak yazarı: 'Üst akıl' mantığının, ulusalcı siyasi söylemden farkı ne?

"Ahlakçı ve itaatkar toplum istikametinin, cemaatleşme eğiliminden farkı nedir?"

09 Temmuz 2016 14:52

Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sürekli dile getirdiği "üst akıl" tanımlamasıyla ilgili olarak "Son zamanlarda dillerden düşmeyen, sorunlu her durumu açıklayan, her yasağın bahanesi haline gelen “üst akıl mantığı”nın işlev ve sonuçları açısından ulusalcı siyasi söylemden farkı nedir?" dedi.

"Bugün kullanılan kimlikçi söylem ve izlenen kimlikçi politikaların, ahlakçı ve itaatkar toplum istikametinin, biçim açısından ulusalcı otoriterleşme ve cemaatleşme eğiliminden farkı nedir?" diye soran Bayramoğlu, "Bugün gelinen nokta itibariyle, ben bir fark göremiyorum" ifadesini kullandı.

Ali Bayramoğlu'nun "Üst akıl..." başlığıyla yayımlanan (9 Temmuz 2016) yazısı şöyle:

Kulaklar aşinadır:

“… Türkiyemiz kuşatılıyor, milletimiz yargılanıyor, üniter yapı sarsılıyor, değerlerimiz tartışılıyor, tarihimiz sorgulanıyor, beraberliğimiz parçalanıyor, vatanımız hançerleniyor…”

Sözler Bahçeli'nin 2006 MHP Kurultay konuşmasından...

Bu, aslında, dünden bugüne, kendisini biteviye tekrar eden, kâh askerin, kâh CHP'nin, kâh MHP'nin, kâh AK Parti'nin diline pelesenk olmuş, her birinde türlü ve farklı biçimler alan bir “siyasi tını”dır.

Ülkedeki her gerilimi, her sıkıntıyı, her sorunu dış kaynaklı planlarla, Türkiye'ye, Türk milletine, onun değerlerine karşı planlı ve sistemli saldırılarla açıklayan, her soruyu, sorguyu, eleştiriyi bunlarla özdeşleştiren “tehdit, tehlike, dış düşman bağımlılığı”nın tınısı...

Bir dönem asker, Kemalist gruplar, geleneksel sol tarafından Sevr paranoyasıyla dışa vuran, Kuvayı Milliye çağrılarıyla, Ali Kemal, Damat Ferit Paşa benzetmeleriyle, iç düşmana karşı sürekli teyakkuz şiarlarıyla aşina olduğumuz bu tını, bugün, “üst akıl”, “Batı kuşatması”, “Türkiye'yi bölme ve zayıflatma planları” gibi tabirlerle kendisini muhafazakâr kesimde gösteriyor.

Ortaklık kayda değer…

Bu ortaklıkta dikkat çeken
yön, şüphe yok ki, etkileşime,
değişime, senteze kapalı olma
gibi unsurlarla siyasetsizliktir.

Siyasetten anlaşılan ise, bir yönüyle iktidar kavgası, hakimiyet kurma, kendi geleneğini derinleştirme, değer sistemini kurumlaştırmaktan ibarettir… Öte yanıyla farklı girdiye, öneriye, değişime karşı öfke, tepki, şiddet ve korkuyu sistemleştirme halidir. İdeal düzeni, değeri, geleneği sarsacak değişim dalgalarına, dolayısıyla yaşayan tarihe karşı “sürekli seferberliği” ifade eden bir anlayıştır.

Yıllar önce “Çağdaşlık Hurafe Kaldırmaz” başlıklı bir çalışmamda, bu siyasetsizlik halini mükemmel yansıtan bir anlayışın, yeni ulusalcılığın iki temel unsurunu şöyle tarif etmiştim:

“1. Yeni ulusalcılıkta, donmuş ve donuk kalması istenen siyasal ve toplumsal düzeni, ideolojik dokuyu değiştirebilecek, etkileyebilecek tür her girdiye karşı topyekün ve sürekli seferberliğin asli silahı 'Kemalist laiklik'tir. Bu çerçevede laiklik ilkesi 'anti-emperyalizm', 'ulusçuluk', 'dış müdahale endişesi', 'Batı değerlerine mesafe, hatta karşıtlık'la iç içe sokulmakta, otoriter bir siyasi proje haline dönüşmektedir...”

2. Yeni ulusalcılık bu sürekli seferberliğin bir gereği olarak 'ideal vatandaş' tanımı yapmaktadır. Bu tanım, kültürden tüketime, imaja uzanan ortak algı ve davranış kodları içeren bir davranış, siyasi ahlak modeline dönüşmektedir. Bu çerçevede 'ideal kadın, ideal beden, ideal yaşam tarzı, ideal siyasi rejim' gibi unsurlar bir bütün oluşturmakta ve ortaya bir otoriterleşme ve cemaatleşme eğilimi çıkmaktadır...”

Bugün sorular şunlar:

Son zamanlarda dillerden düşmeyen, sorunlu her durumu açıklayan, her yasağın bahanesi haline gelen “üst akıl mantığı”nın işlev ve sonuçları açısından ulusalcı siyasi söylemden farkı nedir?

Bugün kullanılan kimlikçi söylem ve izlenen kimlikçi politikaların, ahlakçı ve itaatkar toplum istikametinin, biçim açısından ulusalcı otoriterleşme ve cemaatleşme eğiliminden farkı nedir?

Bugün gelinen nokta itibariyle, ben bir fark göremiyorum.