Gündem

Yeni Şafak yazarı: Her alandaki yozlaşmanın dergahlara, tarikatlara da bulaştığı muhakkak

"Yahu siz bu kadar parayı helalinden nasıl ve ne yoldan kazandınız"

05 Eylül 2017 15:49

Yeni Şafak yazarı Hasan Öztürk, Her alandaki yozlaşmanın dergahlara, tarikatlara da bulaştığı muhakkak olduğunu belirterek "Dünyevileşmenin belki de en fazla olduğu, dünya malına tamahın en fazla olduğu alanların biri de tarikatler ve dergahlar olmuştur" dedi

Öztürk'ün "Sır" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok. Birkaç gündür bir tarikata mensup birkaç kişinin davranış kodları üzerinden başlayan tartışmaya “içeriden” eleştiri ve hakkaniyete riayet ederek katılma niyetindeyim.

Lakin, tartışmanın tamamını kendi cümlelerimle değil dünyalar durdukça durası Mustafa Kutlu ağabeyin ”Sır”ından alıntılar yaparak sürdürmek de isterim.

İnsanın verili dünyadaki bunalımına bir çeşit “cevap” niteliği taşıyan tasavvuf ile...

Edep, ahlak, tevazu, sadelik, yardımlaşma, sadakat.... Kulluk idraki ve “bir” olmayı vaz’eden tasavvuf ile...

Dahası şeriat-tarikat-hakikat ilişkisinde akıl ile imanı meczedenanlayış ile en azından bu yazıda bir işimiz yok.

Hele hele Allah (cc) dostlarıyla, hiç...

Lakin, “Yunus gibi… bir mürşidin kapısında 40 yıl hizmet edip nefsini terbiye etmek” yerine, dergahın elinin uzandığı siyasetten ticarete tüm alanlarda nüfuz hesabı yapanları görünce...

Ya da kurduğu dergahı ticarethaneye çeviren din tüccarlarının varlığını bilince... Eleştirme hakkımızı sonuna kadar kullanmalıyız.

Dergah-mürit, şeyh-mürit, tarikat-mensup ilişkisine mutlaka dikkatlice bakmakta yarar var...

Dahası o nüfuz üzerinden dünyalık devşirenlerin hiç olmazsa içeriden güçlü eleştirilere tabi tutulması gerekir ki “Sır”daki şeyh efendinin sırrına vakıf olabilelim.

Mustafa Kutlu’nun ilk olarak 1990’da yayımladağı Sır isimli hikaye kitabında ana karakterlerden biri “Şeyh efendi”dir. Efendisinin ölümü üzerine posta oturan yeni şeyh köyde rençberlik yapmaktadır. Mütevazıdır. Haramı helali bilir. Saftır! Ancak kentleşmenin hızlandığı bir dönemde posta oturmuştur. Müritleri şehirlerden köye gelip gitmektedir. Köydeki dergahın, gelenlere hizmette yeterli olmadığına ikna edilen şeyh efendi bir gün zengin müritleri tarafından apar topar şehre taşınır.

“(...) Sanki ayağı çarıklı, yüzü yanık köylülerden biri değil de, samur kürklü bir şehzade imişiz gibi bizi koltuklayıp Mercedes arabalara bindirererk şehir yerinde inşa ettikleri tekkeye indirdiler.

Ağa şaşırmamak elde değil.

Yahu siz bu kadar parayı helalinden nasıl ve ne yoldan kazandınız da bu tekke binasının duvarına döşemesine sıvadınız.

Yerlerde silme halı.... Ayağını basacak olsan içine gömülecek. Duvarlar kaplama tahta. Abdest mahalleri mermerin en iyisinden. Zikire ayrılan odanın bir ucundan öteki ucu neredeyse görünmüyor. Görmemişlik zor zenaat.” (Sır/Mustafa Kutlu).

Sır’ın şeyhi şehirdeki, dergahındaki, cemaatindeki yozlaşmayı gördükçe... Haramın helale karıştığını gördükçe.... Kabuslar görmeye başlar. 

Ve bir gece sarığını çıkarıp dergahı terk eder. Sır olur!

Müritleri, arkasından menkıbeler üretir, kerametleri üzerine kitaplar yazdırır, filan.

Yozlaşan dergahı terk eden şeyh efendi ise sır olur.

Aslolan dergahta diz kırıp nefs terbiyesi almaktır.

Aslolan, dergaha gelene, kulluğun idrakini yaşatmaktır.

Aslolan, dünyanın geçiciliğini bilmek ve bildirmektir.

Ama maalesef her alandaki yozlaşmanın dergahlara, tarikatlara da bulaştığı muhakkaktır. Dünyevileşmenin belki de en fazla olduğu, dünya malına tamahın en fazla olduğu alanların biri de tarikatler ve dergahlar olmuştur.

Ne diyelim... Yok yok biz demeyelim Amiş Efendi desin... “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur.”

Perdeyi içeriden birilerinin sıyırması çok daha anlamlı olacaktır.

Hakikat sırrı belki de budur?

Kim bilir?