Kültür-Sanat

Yazar Ahmet Tulgar: Edebiyat insanı anlamaktır

'TraJik Nüans' Can Yayınları etiketiyle okurularıyla buluştu

18 Ekim 2016 14:41

Yazar Ahmet Tulgar'ın yeni kitabı 'Trajik Nüans' Can Yayınları etiketiyle okurularıyla buluştu. "Edebiyat insanı anlamaktır" diyen Tulgar yeni kitabından 19 hikâyeyi topladığını belirtti.

Birgün'den Deniz Cem Erdem'e söyleşi veren Tulgar'ın yanıtları şöyle:

Yeni öykü seçkiniz Trajik Nüans 19 hikâyeden oluşuyor ve bu hikâyelerin birçoğunda yoğun bir kişisel ses hissediliyor. Kimileri doğrudan yaşam deneyimlerinden kaynaklanıyor sanki, kimileri de öznel gözlemlerden. Nasıl kurdunuz yapıyı ve dengeyi neye göre gözettiniz?


Açıkçası bir denge peşinde değilim. Öykülerimin içeriği, olay örgüsü ya da kahramanlarına ilişkin soruyorsanız, kriterim özgünlüktür. Kurgu aşamasında da buna bakarım. Bu kritere uyuyorsa ne kadarı doğrudan yaşam deneyimim ne kadarı gözlem ne kadarı buluş bunu önemsemem. Hepsi öykümde yeni işlevler edinir.

Toplumun çok farklı katmanlarından karakterler var öykülerinizde. İşçi sınıfı da var, beyaz yakalılar da. Ev kadınları da, aydınlar da, mahkûmlar da… Tüm bunlar sizin hayatınızda dirsek temasınızın olduğu katmanlar mı yoksa daha çok gözlemlerinizden mi yola çıktınız?


İnsanları gözlemlemeyi severim. İnsanları severim. Bu sevgi bana acı da verir. Ne yaşadıklarını tasavvur ederim. Gazetecilik de benim farklı sınıf ve katmanlardan insanlar tanımama yol açtı. Siyasî görüşüm de.

Yazdığınız karakterleri yakından tanımak önemli mi sizin için?
Aslında iyi tanımamak, yazarken tanımak daha geniş bir özgürlük alanı açar.

İntihar temasının birkaç kez işlendiğini görüyoruz kitapta. İntihara bakışınız nedir, neden üstüne gidiyorsunuz bu kadar? Hayatınızda iz bırakmış bir intihar vakasının bir izdüşümü mü yoksa?


Ölüm, intihar, hayatıma projekte ettiğim bir sondan bakmak beni diri tutuyor.

Müntehirin Arşivi öykünüzde örneğin karakterin son anları onun 56. yaşına denk düşüyor. Bu öyküyü yazdığınız yaş da 56’ydı, değil mi?


Evet.

Yine aynı öyküde “Erkekler, erkeklik durumunun bir yalnızlık durumu olmadığını bilmek ihtiyacı içindedir” diyorsunuz. Bu ihtiyacın kaynağı nedir ve bizimki gibi erkekliğin böylesine yüceltildiği bir coğrafyada nasıl bir çıkış görüyorsunuz?
Sadece erkekler değil kadınlar da bu sistem karşısında tekil olarak güçsüz ve çaresiz hissediyordur. Ancak erkeklik durumu öyle bir kahramanlık, güç ve iktidar anlayışıyla desteklenmiş ki erkekler bunca ideolojik yüke rağmen kadın karşısında ayakta kalabiliyor.

Hikâyelerinizde “kötü” olarak nitelenebilecek karakterler var ama hiç onları gerçekten kötülükle özdeşleştirmiyorsunuz. Hepsine karşı müthiş bir sevgi, merhamet besliyorsunuz. Onların bir çeşit kurban olduklarına mı inanıyorsunuz?
Ben şöyle derim: Siyaseten düşman oldukları mı edebiyatla affettim. Edebiyat zaten insanı anlamak, affetmek ve sevmektir.

"Kaderim İstanbul” diyorsunuz bir öyküde. İyi bir yargı mı var bu cümlede, yoksa kötü, umutsuz bir yargı mı?


Kahramanlarım ruh haline göre iyi ya da kötü bir durum olarak algılar bunu. Kader böyle algılanır zaten.

"Yılbaşı temalı öyküler var kitapta. Hepsi de 60’lı yıllardan, sanki sizin çocukluğunuzdan gelen öyküler. Yılbaşları neden öne çıkıyor sizin için?


Yılbaşları insanların hayatları hakkında kararlar aldığı zamanlardır. Benim kahramanlarım da kararlar alıyor ama hayatlarını değiştirme değil değiştirmeme yönünde. Esas trajik kahramanlık bu.

Kitabınızı İshak Karakaş’a adamışsınız. Bu gibi ithaflar genellikle kitapların ilk sayfalarında yer alır ama sizinkinde en son sayfada çıkıyor karşımıza. Özel bir sebebi var mı bunun?
 

Okur ithafları kitabın sonunda görmeli. Doğrusu bu.