Gündem

Yalçın Doğan'dan Silivri mektubu: "Tarihe geçmiş olarak" döneceksiniz

"Konserde haber yakaladığımızda, orada anında 'haber merkezi' kurulduğunu kime, nasıl anlatayım, bilmiyorum..."

14 Aralık 2016 11:05

Yalçın Doğan*

2002 Kasım - 2016 Aralık, on dört yıl sonra Cumhuriyet’te bir yazı yazıyorum.

Toplamında on sekiz yıl boyunca her gün koşarak girdiğim Cumhuriyet’te bugün böyle bir yazı yazmak sadece benim değil, geçmişte kalmış deyimiyle Babıâli’de kimsenin aklına gelmeyecek trajikomik bir durum.

Akın, Murat, Kadri, Güray, Hakan, Turhan, Musa, Önder, Bülent, Mustafa...

Hanginizle, nerede, nasıl heyecandan heyecana koşarak, gazetecilik evet sadece gazetecilik yaptığımızı anlatayım, bilmiyorum.

Sıradan bir haberi bile konuşurken masadan heyecanla nasıl ayağa fırladığımızı, ister konserde, ister rakı masasında, mademki haber yakalamışız, mademki gazetecilik, orada anında “haber merkezi” kurulduğunu kime, nasıl anlatayım, bilmiyorum.

Sabahın köründe sizi evlerinizden alan polislere mi? Aradan bir aydan fazla süre geçtiği halde, hakkınızda hâlâ iddianame hazırlamayan savcıya mı? Sizi tutuklayan yargıca mı?

Ne zaman bir araya gelsek, hangi olaydan kıl çeker gibi perdeyi nasıl araladığımızı, şimdi artık çoktan unutuldu... Yaptığımız haberle diğer gazeteleri atlatmanın keyfini nasıl yaşadığımızı anlatmak istiyorum onlara.

O keyif, sevgilinin yanağını okşar gibi çay ve simitle kahvaltı yapar gibi, kumsalda çıplak ayakla yürür gibi balonla uçar gibi. Ne o polisler bilir bunu, ne o savcılar, yargıçlar ve şimdi o gardiyanlar.

Nâzım “bağır, bağır, bağır” diyor ya, ben de öyle haykırmak, sizin sadece gazeteci olduğunuzu “bağır, bağır, bağırmak” istiyorum.

Sizi şimdi “terör örgütüne üye olmamakla birlikte, teröre yardım etmek, FETÖ’cülük” vesaire, vesaire ile suçluyorlar.

O “vesaireler” elbette bire bir ve daha çok sizin ve fakat aslında hepimizin hayatını karartıyor. O vesaireler Türkiye’yi bugün büyük bir paranteze alıyor, demokrasi hanesinin açıkta kaldığı bir paranteze.

Size moral olsun diye söylemiyorum, maçta golü izlerken, yağmur damlaları irileşirken, trafikte iki araba birbirine girmişken, filmde adam sevgilisine aşkını ilan ederken, ayakkabı boyatırken bir an kopup gidiyorum, sizleri düşünüyorum.

Birinci tekil şahısla yazdığım için sanmayın ki bu duygular sadece bana ait, inanın yüz binlerce insan bire bir aynı duygu ve düşüncelerle yüklü. Öyle ki, bırakın Türkiye’yi, binlerce kilometre ötede yabancı basında sizlerin fotoğrafları, söylediğiniz bir söz, şu anda demir parmaklıklar arkasındaki “dik duruşunuz” resmigeçit halinde.

Sizi ömürlerinde bir kez bile görmeyen, sesinizi bir kez bile duymayan insanlar, sizin dünyanızı paylaşıyor. Hak, hukuk, adalet gibi kavramları bir kez daha süzgeçlerinden geçirmek zorunda kalıyor.

İsimlerinizi oralarda okuduğumda, fotoğraflarınızı gördüğümde, hüzünle karışık bir sevinç kaplıyor içimi, paradoksal bir şey. Sizin onlara ulaşmış olmanızın verdiği bir sıcaklık.

Yalnız olmadığınızı görüyorum.

Haksızlığa uğradığınızın tescilini görüyorum.

Geçenlerde Cumhuriyet’e uğradım, herkes gibi masalarınız da sizi bekliyor.

Evet, döneceksiniz ama döndüğünüzde artık “eski siz” olmayacaksınız. Yakıldığı yerde heykeli dikilen düşünürler misali, “tarihe geçmiş olarak” döneceksiniz.

Eğer, bu bir teselli ise, o teselli hepimizin.


Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır