Kültür-Sanat

Venedik Bienali'nde 'Yaşasın Sanat': Burada Zeki Müren'e, Bülent Ersoy'a rastlamak şaşırtıcı değil

"Geçen bienalde Marx vardı, şimdi Benjamin"

24 Mayıs 2017 16:45

Milliyet yazarı Fisun Yalçınkaya, bu yıl 57'ncisi düzenlenen Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi'nden izlenimlerini aktardı. "Geçen sanat bienalinde Marx’ın ‘Kapital’inin satıldığı bienal dükkanında bu yıl da bu vesileyle Benjamin eserini bulabileceğinizi belirtelim" diyen Yalçınkaya "Yani hiç sosyal bilimler okuyanla okumayan bir olur mu, diyor bienal, 'Ama hemen okuyabilirsiniz bir şey kaybetmediniz' diye de ekliyor" ifadesini kullandı. 

Siyah bir odada Safiye Ayla, Parissa ve Simone Tamar'ın da aralarında bulunduğu sanatçıların dinlenebileceğini belirten Yalçınkaya, sözlerine şöyle devam etti:

"O ne içli, ne titrek okumalar… Hepsi 'Muhsin Bey' filminde Muhsin Bey’in hayran olduğu mikrofon tutuşla okuyor, inşa edilen Batılı müzik kültürünün Orta Doğu coğrafyasının doğal tınılarıyla en güzel buluşmalarını icra ediyorlar. Denebilir ki Kader Attia ödünç aldığı bu müzikal estetiğe borcunu da ödüyor. Zira yan tarafta izleyiciyi kapsamlı bir araştırma ve videolar bekliyor. Burada Zeki Müren ve Bülent Ersoy’a da rastlamak şaşırtıcı değil."

Fisun Yalçınkaya'nın "Büyük, daha büyük ve en büyük" başlığıyla yayımlanan (24 Mayıs 2017) yazısı şöyle: 

Venedik Bienali 57. Uluslararası Sanat Sergisi tüm görkemiyle başladı. Açılış haftası sonrası yaklaşık altı ay boyunca ‘Yaşasın Sanat’ teması altında güzelliği keşfedecek izleyicileri bekliyor

İki ana mekânı Giardini ve Arsenale’deki ana sergisinde 51 ülkeden 103’ü ilk kez bienale katılan 120 sanatçı, bu yıl ilk kez katılan Antigua ve Barbuda, Kiribati Cumhuriyeti ve Nijerya ile birlikte 86 ülke pavyonu, yan etkinlikleri, kalabalığı ve tüm görkemiyle dünyanın en önemli sanat olaylarından Venedik Bienali 57. kez başladı. 26 Kasım 2017’ye dek sürecek olan bienalin bu yılki başlığı ‘VIVA ARTE VIVA’. Yani ‘yaşasın sanat’ ya da ‘hay sen çok yaşa sanat e mi’… Venedik Bienali başkanı Paolo Baratta, ‘bir araştırma alanı’ olarak tanımladığı bienalin bu yıl her zamankinden çok diyalog ve karşılaşmaya açık olduğunu belirtiyor. Hümanizmden ilham alan bienal bu yıl ‘sanatçı için, sanatı merkeze alan ve sanata duyulan ihtiyacı ona verilen önemi’ vurgulayan bir gezinti alanı olarak tarif ediliyor. Bu yılın küratörü Paris’teki Centre Pompidou’da uzun yıllardır çalışan, daha önce Fransa ve Belçika Pavyonları’nın küratörü olarak bienale katılan 1969 doğumlu sanat tarihçi ve küratör Christine Macel. Ömrü Paris’te çalışma hayatının çoğu da Pompidou gibi bir büyülü mekânda geçmiş birinin sanatı böylesi merkezde görmesi şaşırtıcı değil.

“Sanatçının rolü kritik”

Bienal metninde bu sebeple hoş görülebilecek şekilde sanatçıların son yıllarda üstlenmek için adeta yarıştıkları toplumsal sorumlulukları hatırlatıyor ve hatta önde bayrak tutuyor. Macel, “Günümüz dünyasında sanatçının rolü, sesi ve sorumluluğu her zamankinden kritik” diye belirtiyor.
 
Altından kalkılabilir bir iddia mı bu, bilinmez. Ama sanatçıyı ve sanatın kendisini dert edinmek adına, üç yan etkinlik düzenleniyor. Bunlardan biri Türkiye Pavyonu’nda ‘ÇIN’ ile yer alan Cevdet Erek’in de katıldığı Açık Masa. Burada izleyiciler sanatçılarla buluşup istedikleri her şeyi farklı düşüncelere açık ama kendi aralarında bir masada rahatça sorabiliyorlar. İkincisi ‘Artist’ Practices Projects’. Burada sanatçılar kendilerini ve sanat pratiklerini açıklayan videolar sergiliyor. Üçüncüsü ise Walter Benjamin’in 1931’de yayımlanan makalesiyle aynı başlığı taşıyan ‘Unpacking My Library’ yani ‘kütüphanemi boşaltmak’. Sanatçılar bu kapsamda en sevdikleri kitapların bir listesini paylaşıyor.

Geçen Marx vardı şimdi Benjamin

Geçen sanat bienalinde Marx’ın ‘Kapital’inin satıldığı bienal dükkanında bu yıl da bu vesileyle Benjamin eserini bulabileceğinizi belirtelim. Yani hiç sosyal bilimler okuyanla okumayan bir olur mu, diyor bienal, “Ama hemen okuyabilirsiniz bir şey kaybetmediniz,” diye de ekliyor. Bienalin sunduğu tek kolaylık da bu değil. Bu yıl az zamanı olana hizmet eden dokuz pavyon hazırlanmış. Renkler Pavyonu, Müşterekler Pavyonu, Sanatçılar ve Kitapların Pavyonu, Zevkler ve Korkular Pavyonu, Zaman ve Sonsuzluğun Pavyonu, Dünya Pavyonu, Şamanların Pavyonu, Dionizyen Pavyonu, Gelenekler Pavyonu… Arsenale’deki ana bienal alanında ziyaretçiler  ‘müşterekler pavyonu’nda dünyayı farklı bir yer haline getirme hayalini küçük gruplar üzerinden inşa eden sanatçıların denemelerini videolar eşliğinde görebilir, ‘şamanlar pavyonu’nda ise Ernesto Neto’nun örgü çadırında oturmayı deneyimledikten sonra iyileşmenin gücünü hissettiren eserlerle karşılaşabilirler. Hale Tenger’in rengârenk balonlarını izlemek ve Nevin Aladağ’ın şehirde avare dolaşan müzik aletlerini dinlemek de burada mümkün. Sanatın rolü buralarda buluşuyor: İyileşme ihtiyacı, dünyadan, doğadan yardım aramak, hayaller... Sonra o hayallerin yıkımları, iyileşemeyenler, bir türlü hiçbir güçle acısına çare olunamayanlar... Ödüllü Alman Pavyonu’nda Anne Imhof’un ‘Faust’unun tutsakları gibi..

Safiye Ayla'dan Zeki Müren'e

Bu  iyileşme iyileşememe uçlarında gidip gelen sergi izleyiciyi Kader Attia’nın ses ve objelerle inşa ettiği odasına getirip bırakıyor. Siyah bir odada küçük siyah televizyonlarda Safiye Ayla’nın, Parissa’nın, Simone Tamar’ın aralarında olduğu sanatçılar şarkı okuyor. O ne içli, ne titrek okumalar… Hepsi 'Muhsin Bey' filminde Muhsin Bey’in hayran olduğu mikrofon tutuşla okuyor, inşa edilen Batılı müzik kültürünün Orta Doğu coğrafyasının doğal tınılarıyla en güzel buluşmalarını icra ediyorlar. Denebilir ki Kader Attia ödünç aldığı bu müzikal estetiğe borcunu da ödüyor. Zira yan tarafta izleyiciyi kapsamlı bir araştırma ve videolar bekliyor. Burada Zeki Müren ve Bülent Ersoy’a da rastlamak şaşırtıcı değil. 

Ardından karşımıza, Kyoto’nun karlı dağlarından Teksas’ın çorak topraklarına taşınan ve burada değişime uğrayan maymunlara bir miktar kar veren ve gözlemleyen sanatçı Shimabuku çıkıyor. Sanatçı gözlemlerini paylaşıyor ve soruyor: “Kar maymunları karı hatırlar mı?” Memleket meseleleri üzerine doğadaki en yakınımız olan maymunlardan ilhamla düşünerek bienali dolaştığınızda gözünüze mülteciler, kültürel göçler, belleğin inşası ve zamana direnen hatıralarla ilgili işlerin çarpmaması elde değil. Ana mekanlardan Giardini’de ise düşünmek ve hissetmekten yorulanlara Lee Mingwei’nin ‘When Beauty Visits’ işi güzellikten oluşan bir bahçe sunuyor, içinde Japon balıkları, hoş su sedaları olan huzur içinde bir bahçe burası. Eserin tamamlayıcısı olan performans kapsamında sanatçı gelip bir hediye bırakıyor izleyicinin eline ve "Tekrar güzel bir şey görürsen aç" diyor. Peki, tekrar güzel olarak ne göreceğiz? Birkaç örnek vermeyi deneyelim.
 
Güzelliği bu bahçeden çıkarıp, görsel estetiğin yazılı kurallarından arınmış fakat tekerlekli sandalyeyle gezecekleri düşünme nezaketiyle başka bir form kazandırmış Cevdet Erek’in ‘ÇIN’ eserindeki keşfe açık ve çok katmanlı hassasiyetler olarak düşünebilirsiniz. Yahut Yunan Pavyonu’ndaki bilimsel bir dilemmayı detaylarıyla sunarak dikkatinizi tümüyle kendine toplayan George Drivas’ın ‘Laboratory of Dilemmas’ eserine benzetebilirsiniz. Veya Avusturya Pavyonu’nda Erwin Wurm’un ‘One Minute Sculptures’ eserini inceleyebilir ve eserin verdiği komutlara uyarak devrilmiş bir kamyonun üzerine çıkıp sakince durarak Akdeniz’e bir bakış atabilirsiniz. Bienale gitmeye gerek yok elbette, denize bakmak yeterince güzel deyip, sanatçının o görece kritik rolünü bizzat da üstlenebilirsiniz. Nasılsa ‘hava bedava, bulut bedava’, deniz de öyle...