Gündem

Ümit Kıvanç: IŞİD, TIR’la silah yollayıp denetim altına alabileceğiniz bir organizma değil!

" IŞİD, Türkiye’ye savaş ilan etti dendi, ama siz henüz savaş ilanı görmediniz"

01 Temmuz 2016 14:44

Ümit Kıvanç*

“İslâm Devleti”nin ilk “resmî” Türkçe yayını, Konstantiniyye dijital dergisi, 2015 Mayıs’ında yayımlandı. İstanbul’un fethinin yıldönümüne denk getirilen bu “açılış”, Türkiye’de hemen hiç yankı uyandırmadı. Bu, büyük bir aymazlık olduğu kadar, Türkiye toplumunun bir bütün olarak idrak kapasitesinin ve meselelere akılla yaklaşma kabiliyetinin göstergesiydi: Her ikisinde de yerlerde sürünüyorduk.

Zira gönlünce zorbalık yapabiliyor olmaktan duyduğu şehevî zevki her türlü iman ve itikatın yerine geçirmiş Türk İslâmcısı, “İD’e gelecek zarar, bize gelecek zarardır” mantığıyla hareket ediyor, pek çok görüşünü paylaştığı, Suriye “saha”sında ittifak yaptığı bu şiddet örgütü açık bir düşmanlığın hedefi haline gelmesin diye bin takla atıyordu. Öbür yanda ise iktidarı bu örgüt ve mümkün her türlü melanetle özdeşleyebilme kolaycılığına halel getirmek istemeyen muhalefet, özdeşlik imajına gölge düşürebilecek haberlere, olgulara sırtını dönmeyi yeğliyordu.

Kilis’e atılan roketleri kim nasıl konu edeceğini bilemedi. “İslâm Devleti” örgütü, cumhurbaşkanı başta, Türk-İslâmcı önderlerin hepimizin üstüne her fırsatta kaynar yağ kazanları içerisinde boca ettiği huşunetten hiç zarar görmedi. Hiçbir tribün hiçbir İD katliamını yuhlamadı.

Kurbanlar için yapılan saygı duruşunu yuhaladılar. Ankara’da 102 insan paramparça oldu, Türkiye’yi yönetenlerin herhangi birinin suratında en ufak üzüntü ifadesi görülmedi. Ulusal yas? Tabiî ki ilân edilmedi. Neyse ki Yeşilköy’de ölenler insandan sayıldı ve yas ilân edildi. Bu defa terbiyesizlik ve küstahlık için, “sıkıntı yok, her şey yolunda” çizgisi uygun görüldü.

Fakat sorun her zamanki riyadan, yalan dolandan ibaret değil. “Kokteyl terör” zırvasıyla üstü örtülmeye çalışılan hakikat, Ankara katliamı iddianamesinde, “IŞİD’in Türkiye’ye savaş ilânı” gibi iddialı bir ifadeyle ortaya çıktı.

Nâçizâne diyeceğim ki, siz henüz savaş ilânı görmediniz.

 

Amcaoğlunu işe yerleştirdim, sözümden çıkmaz!

 

Kendilerine rehineler, Musul Başkonsolosluğu binası, dünyanın dört yanından militan-savaşçı-intihar eylemcisi akışı, silah-malzeme temini için açık yollar, Kobanî’ye kestirme giriş, Türkiye SIM kartları, sağlık ve banka hizmetleri, alışveriş imkânları vs. sunulan “nankör” örgüt “İslâm Devleti”, Kilis alıştırmalarından sonra, artık kapıda, eşikte falan değil, nihayet tamamen bağımsız inisiyatifiyle aramızda.

Fatih’te ev tuttular. Demir kapılar yaptırdılar. Apartmanda kimseye gözükmeden varolabildiler. Sâkin sâkin çıkıp, taksiye binip havalimanına gittiler, falan...

Çünkü nüfus kağıtlarında Batman, Tunceli, Cizre gibi, sahibini derhal şüpheli haline getirecek laflar yazmıyordu. Çünkü evde Berkin’in resmi yoktu. Çünkü kızlı erkekli takılmıyorlardı.

İD Türkiye’de sanıldığından çok daha yaygın ve etkili şekilde örgütlü. Hücreleri, eylem kapasitesi, belki daha önemlisi, tabanı var. Bundan fenası, devlet -eğer ona sahiden engel olmak isteyecekse- bu örgütle mücadelede çok zorlanacak. Çünkü bu iktidar içerisinde birileri, İD dahil militan İslâmcı eylemcileri kullanabileceğini varsaydı. Çünkü devletin her kademesi, solculuk, Kürtlük, gayrimüslimlik, Alevilik belirten en ufak işarete karşı muazzam duyarlı ve harekete hazırken, silahlı İslâmcı eylemcilere karşı böyle bir “doğal” refleks geliştirilmedi. Çünkü bu silahlı eylemciler Suriye’de, hattâ Ortadoğu’da, büyük medeniyet kurucusu yeni Osmanlı aklıevvellerinin “kılıcı” olarak görüldü. İD dahil, El-Kaide’nin şubesi El-Nusra dahil hepsine bin türlü yardımlar edildi, kolaylıklar sağlandı. Ahrar el-Şam’la, pek çoğuyla ilişki halen sürüyor. Yetmiyormuş gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti bizzat bu tür örgütler oluşturdu, aralarına elemanlarını kattı, onları yönetmek-yönlendirmek için operasyon odaları kurdu.

Kürtlere karşı açılan kirli savaşın iktidara bağladığı Türk ırkçıları, İslâmcı stratejik felaket politikasında “Türkmenler” motifi üzerinden zaten piyon edilmişti.

Olan biteni uzun uzun tekrar konu etmek gereksiz. (İD’e Ankara’nın sağladığı imkânlara dair sözler, herhangi bir Batı gazetesinde göz atacağınız herhangi bir yazıda karşınıza çıkabilir.) Değinmemin sebebi, “güvenlik” için olmazsa olmaz bir refleksin, devlet içerisindeki “doğal” hassasiyetin, İslâmcı-cihatçı örgütler konusunda pek zayıf oluşuna işaret etmek.

O halde, bazılarımızın kaç yıldır bıktırasıya tekrarladığı, birilerinin duymazdan geldiği şu çıkarımı bu fonun önüne koyup tekrar bakalım:

İD veya El-Nusra veya katliamcısı, intihar eylemcisi bol herhangi bir cihatçı-İslâmcı örgüt, TIR’la silah yollayarak veya elemanlarının giriş-çıkışına yardım ederek denetim altına alabileceğiniz bir organizma değildir.

 

Alt kattaki eylemci, Dabik’teki “son savaş”

 

Yeşilköy katliamı Türkiye’de bugüne kadar tanık -veya kurbanı- olduğumuz, gösterişli silahlı İslâmcı eylemlerinden temelden farklı.

Bir: Öldürülenler iktidar ve destekçilerinin ölmesini istediği, ölmesinden fayda umduğu, hattâ zevk aldığı insanlar değil.

İki: Eylemin hedefi ve anlamı, iktidarı zora sokacak, sıkıştıracak nitelikte.

Üç: Eylem iktidarın işine yarayacak bir zamanlama ile yapılmadı.

Dört: Sünni çoğunluk içerisinde iktidarı gözü kapalı destekleyenlerin de hoşuna gidecek bir eylem değil bu. Aksine, hiçbir kesimin savunamayacağı, sahip çıkamayacağı, hattâ tepkisini sınırlı dahi tutamayacağı, toplum bu kadar hastalıklı halde olmasa birleştirici bütünleştirici tesiri olabilecek bir eylem.

Beş: Seçilen hedef (yolcu trafiği bakımından Avrupa’nın üçüncü büyük havalimanı) itibarıyla eylem, TC devletini küçük düşürmeyi, ağır imaj zedelenmesine yolaçmayı da öngörmüş.

İD, Konstaniyye’yi çıkardığında, AKP iktidarına seslenmişti: Bize dokunursanız, sizi mürted (dinden dönmüş) ilân eder, icabını yaparız, demişti. Bu aynı zamanda, Türkiye’yi “dârülharp” olarak görmediği anlamına da geliyordu. Elbette “ama görebiliriz!” uyarısı eşliğinde. Yakın zamandaysa, İngilizce dijital dergileri Dabiq’te Obama’nın yanına Erdoğan’ı koydular. “Ne istediler de vermedik,” denemiyor işte böyle hallerde...

İD muhtemelen Menbic’ten sonra Rakka’yı da kaybedecek, halife, komuta merkezi ve önemli kadrolar başka yerlere taşınacak, militanlar dünya yüzeyine saçılacak, büyük ihtimalle epeycesi Türkiye’ye gelecek. Ve kendini yüz binlerce lira karşılığında tv ekranlarından cennet yolu tarif etmeye hasretmiş kıymetli İslâm âlimleri, bundan böyle, “kulağımıza su kaçarsa oruç bozulur mu?” türü zırvalıklar yerine, “alt kattaki intihar eylemcisini ihbar etsem günaha girer miyim?” yollu sorulara cevap arayacaklar.

Alt kattaki cihatçıyı ihbar etmek zor olacak, çünkü adam icabında ateistleri, bölücüleri öldürebilecek bir kıymetli kardeşimiz... Yarın öbür gün ihtiyaç olursa? Hadisleri bizim de hadislerimiz..? Dabik hadisi de öyle...

 

“Romalılar” kim?

 

Akın akın “İslâm Devleti”ne katılan Müslüman gençler için, Dabik’te İslâm ordusuna Mehdi’nin komuta edeceği “son savaş” kehaneti, en büyük çekim gücüne sahip motif oldu. Kıyamet’ten önceki “son savaş”ta şehit olmaya koştular.

Dabik, Türkiye sınırına  yaklaşık 10 km mesafede, üç bin küsur nüfuslu küçücük bir yer. Azez’e 15, Mare’ye 5 km kadar uzaklıkta. Sınırda İD’in tuttuğu, Türkiye destekli örgütlerin ufak parçalarını kâh alıp kâh kaybettiği, YPG girmesin diye Ankara’nın türlü dolaplar çevirdiği, YPG’nin Menbic’i almak üzere olduğu, mâlûm 90 km’lik bölgede. İD’in Dabik’i kaybetmemek için son adama kadar savaşacağına kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü askerî, stratejik, ekonomik hiçbir önemi yok, ama ideolojik-simgesel önemi kıyas kabul etmeyecek ölçüde büyük.

Kıyamet’ten önceki “son savaş” burada olacak, İD’e göre. Hadislere dayandırıyorlar. Bu hadisleri İD’i anlamaya çalışarak yorumlayanlar, Dabik’te “Müslüman ordusunun” karşısına çıkacak “Romalılar”ın kimler olabileceğine dair çeşitli spekülasyonlar yaptılar şimdiye kadar. Genel olarak, “Haçlılar” cevabı kabul görüyor. “İsrail kastediliyor” diyen de var.

Yorumlardan biri, Yeşilköy katliamının ardından daha bir dikkate alınmaya değer görünüyor. Deniyor ki, “Romalılar”dan kasıt, “Rumlar”dır, özgül olarak, “Rum diyarı”dır (Anadolu). Bu durumda, bugünün somut koşullarında İD’in, yani “İslâm ordusu”nun karşısına çıkması beklenecek kuvvet, “Rum diyarı”na şu anda hükmedenlerin ordusudur.

Açıkçası, İD ile Türkiye’nin al gülüm ver gülüm ilişkisi içerisinde olduğu dönemde bu yoruma kimsenin fazla itibar ettiğini sanmıyorum. İD’in gayet pragmatik önderleri de “Rum diyarı” meselesinin dile getirilmesine meydan vermemişlerdir muhtemelen. “Onlar Romalılar, yani Haçlılar” filan deyip geçmişlerdir. Şimdi, savaş haline geçildiğinden, bu yorum ağırlık kazanabilir ve sırf İD’in mevcut kadrolarını bilemeye, kolaylıkla ulaşabilecekleri, kendilerini kalabalık içinde eritebilecekleri, taraftar bulabilecekleri bir yere sevk etmeye değil, dünyanın değişik yerlerinden yeni yeni militanlar kazanmaya da yarayabilir.

Somut hedef her zaman çekicidir, ayrıca Kıyamet’ten önceki “son savaş” ihtimalini bunca yakına getirdiğinden, bu yorumun cazibesi artabilir. Bakarsınız, böyle bir yorum, fiilî başkentini (Rakka) ve en büyük lojistik destek merkezini (Musul) kaybetmeye giderek yaklaşan “İslâm Devleti” örgütüne taze kan sağlar.

Kan deyince, yaşadığımız toprakları ille daha fazla kanla sulamaya takmış zalimlerin belki gözleri parlamıştır. Ancak “İslâm Devleti” terörü Türkiye’yi tam kapasiteyle hedef alırsa, zulüm, ahlâksızlık, riya, merhametsizlik ve hırsızlığa bulandığı için samimi dindarlıkla zaten ilişkisi kalmamış muktedir Türk İslâmcılığı, bu defa Türk ırkçılığını da seferber edip Kürt katlederek işin içinden çıkamayacaktır.

Yeşilköy’deki katliamı yapan üç eylemcinin Dağıstanlı, Kırgız ve Özbek uyruklu oluşu, ister istemez İslâmcının rüyasıyla birlikte “Türk’ün Cihan hakimiyeti mefkûresi”ni de kevgire çevirdi. Topraklarımıza bol bol kan dökerek vatanı daha bir vatan yapacak şahısların İD’e katılmış Uygur Türkleri arasından çıkması pekâlâ mümkün.

Türk İslâmcısı, burada iş tuttuklarında artık sadece solcu, Kürt veya gâvur öldürmekle yetinmeyen müttefiklerini eski güzel günlere dönmek için ikna edebilecek mi? Türkiye’yi yönetenler daha fazla Kürt öldürürlerse “Rum diyarı”nın ordusu sayılma tehlikesini savuşturabilirler mi?

İD, Yeşilköy katliamını da henüz -daha öncekiler gibi- üstlenmeyerek bir “pazarlık marjı” bırakmışa benziyor. Ankara bu pazarlığa oturur mu?

Bunları da din şaklabanı ekran şöhretlerine soruversin birileri artık...


Bu yazı P24'te yayımlanmıştır