Medya

Ümit Kıvanç: Gelecek kuşakların hayatını mahveden bu nefret ve şiddet dönemi elbette geçecek

"Suriye savaş alanında ideolojiden çok alan hakimiyeti ve etkinlik hesapları rol oynuyor"

19 Şubat 2018 18:13

* Ümit Kıvanç 

İdlib’in, içinde ne dozda El-Kaide bulunduğuna karar verilemeyen hakimi Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) dışındaki silahlı muhalif kesimine siyasî ağırlık kazandırma çabaları boyuna yeni şekillerde canlandırılıyor. Çünkü bir yanda kendilerini ideolojik bakımdan DAİŞ’ten, HTŞ’den net olarak ayırt etmekte zorlanan cihatçı örgütler, öbür yanda Rusya denetimindeki muhtemel siyasî süreçte takım elbise-kravatla görüşme masalarında yeralma ihtimalinden vazgeçemiyorlar. Doğrusu, vazgeçme seçenekleri de yok. Ahrar el-Şam ile Nureddin Zengi Hareketi (NZH), birlikte, “Suriye Kurtuluş Cephesi”ni oluşturduklarını ilan ettiler. Ahrar’ın lideri Hasan Sufan, Cephe’nin başkanı, Zengi’nin kurucu lideri Tevfik Şahabeddin yardımcısı, Zengi’nin dinî mevzulardaki önderi Hüsam el-Etraş Politbüro Şefi. Cephe, ambleminde, cihatçı olmayan silahlı grupların ve ÖSO çatısı altındakilerin de “devrim bayrağı” adını vererek benimsediği, yeşil şeritli, kırmızı yıldızlı bayrağa yer veriyor.

Duyurunun özellikle HTŞ’yi hedef alan kısmı hayli ilginç bir ikilemin ifadesi. İki örgüt, “silahları hedefini yitirmiş ve dış güçlerin devrimi tasfiye etme amacıyla kullandıkları araç durumuna gelmiş olanlara karşı mücadelede tereddüt göstermeyeceklerini” duyurdular. Twitter’da birileri de, “e, bunlar Türkiye’nin oradaki vekil güçleri olduklarına göre, kendilerinden mi sözediyorlar?” diye sordu. “Devrim”den kasıt öncelikle Beşar Esad’ın gitmesi olduğuna göre, Türkiye, Rusya ile işbirliği halindeyken bu “devrim”i yapmaya çalışan “Kurtuluş Cephesi” ile vaziyet ne olacak?

Bu soru kenara itilerek, sözkonusu birleşmeye bir nevi “Ankara’nın zaferi” gibi bakılacaktır. Oysa bugüne kadar yaşanan çeşitli olayları hatırlayınca, kimsenin hiçbir şeyden o kadar emin olamayacağını anlarız.

Şimdi Ahrar’la birleşen Nureddin Zengi Hareketi, bundan tam bir yıl önce, 2017 Şubat’ında, şimdi kendisine karşı savaştığı HTŞ’nin bünyesine katılırken, şimdi yeni Cephe’nin politbüro şefi yapılan Hüsam İbrahim el-Atraş, eski Suriye El-Kaide’siyle biraraya gelişlerini o zaman, “dış müdahaleye karşı”diye açıklamıştı. Sözkonusu müdahale, “ılımlı grupların birleşmelerine engel olmuş, onları Suriye rejimi ve müttefikleri için daha kolay av haline getirmiş”ti.

“Ilımlı grupların birleşmesine engel olan”, acaba hangi “dış müdahale” olabilirdi?


Nureddin Zengi Hareketi’nin bu önemli ismi, El-Kaide bağlantılı o vakit HTŞ’nin Genel Güvenlik’ten sorumlu iki numarası olmuştu. Şimdi, HTŞ’nin İdlib’teki nüfuzunu kırması beklenen “Kurtuluş Cephesi”nin en tepedeki siyasî liderlerinden. Zengi Hareketi, Suriye silahlı muhalefeti içerisinde en fazla gelgit yaratan grup. 

Nureddin Zengi Hareketi: ABD’den El-Kaide’ye

Şeyh Tevfik Şahabeddin’in önderliğinde oluşturulan Nureddin Zengi Hareketi, daha çok Halep vilayetinin kuzeybatısında (ve İdlib’in kuzeyinde) etkin. Başlangıçta ÖSO’nun en güçlü gruplarından biri olarak görülüyordu. NZH, bugüne kadar çok çeşitli ittifaklara girip çıktı. Silahlı grupların Halep harekâtı sırasında El-Tevhid Tugayları, DAİŞ’e karşı kurulan Mücahitler Ordusu, 2014 sonunda Levant Cephesi, 2015 ilkbaharında Fetih Halep, 2016 Eylül’ünde Fetih Ordusu…

Nureddin Zengi Hareketi ile Suriye El-Kaide’si El-Nusra arasında pek çok çatışma oldu. 2015 Ekim’inde NZH’nin Halep şehrindeki mevzileri El-Nusra’nın saldırısına uğradı, komutanı öldürüldü. 2015 Kasım’ından itibaren Türkiye ile irtibatlı bazı Türkmen silahlı grupları NZH’ye katıldı. Aynı günlerde, Suriye konulu Viyana toplantısı için Ürdün’ün hazırladığı “terörist gruplar” listesinde Zengi hareketi de bulunuyordu. NZH, kesin tanımlanabilir ideoloji sahibi olmadığı varsayılmasına rağmen, Suriye’de rejime karşı eline silah alan hemen herkes gibi, giderek İslâmcılaştı, Selefileşti. Ocak 2016’da NZH’nin örgüt binalarında, öndegelen Selefî şahsiyetlerden alıntılar içeren pankartların asıldığı görülüyordu. Yine de NZH, 2016 yılı içinde bazı küçük cihatçı gruplarla çatıştı. Çünkü Suriye savaş alanında ideolojiden çok alan hakimiyeti ve etkinlik hesapları rol oynuyor.

Yakın zamanda Nureddin Zengi elemanlarının Filistinli bir çocuk tutsağın başını kestiği video dünyaya yayıldı. Hareketin yapısına ve o ana kadarki pratiğine bakıldığında bu aslında çok da beklenir hal değildi. Suriye muhalefetindeki bütün hareketlerin zamanla bu tür işlere nasıl açık hale geldiğini gösteren bir vahim olaydı.

Daha çok “pragmatik”, bu kadar hoşgörülü olmayan başkalarına göre “oportünist” olarak tanımlanan Nureddin Zengi Hareketi, Suriye El-Kaide’si Nusra’nın yanına başka örgütleri toplayıp “Şam’ın Fethi Cephesi” haline geldiği 2017 yılı başında, bu koalisyonu oluşturanlardan biriydi. Daha önce ABD’den TOW anti-tank füzeleri alabilen grup, böylece Suriye El-Kaide’si’nin uzantısıyla güçbirliği yapmış oluyordu. Buna yolaçan ilk etkenin, 2015 başlarından itibaren “Suriye’nin Dostları Grubu”nun (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Mısır, ama esas Türkiye, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri) örgüte yardımı kesmesi -veya kısması, tam bilemiyoruz- olduğu söyleniyor. Zengi’ciler ise, bu adımlarının gerekçesini “Suriye devriminin birliğini sağlamak” diye takdim etmişlerdi.

HTŞ ve İdlib’te kamplaşma

Şimdi Ahrar ile “Kurtuluş Cephesi” oluşturduğunu ilan eden Nureddin Zengi Hareketi ŞFC ile ittifaka girdiği günlerde, ŞFC Ahrar ile birçok yerde çatışıyor, başka küçük örgütlerin de silah depolarını basıyor veya ellerindeki mevzileri, kontrol noktalarını ele geçiriyordu. (Astana görüşmelerinde, Suriye’deki El-Kaide uzantısının kesin tasfiyesine gidileceğine dair belirtilerin ortaya çıktığı zamandı. Astana kararlarına göre, Şam’ın Fethi Cephesi ile hiçbir şekilde ateşkes anlaşması yapılmayacak, savaşılacaktı.) Bu çatışmalı sürecin bir aşamasında, ŞFC, yanına aldığı başka örgütlerle birlikte, çekirdeğindeki Nusra’nın El-Kaide ile ilişkisini koparttığını bir daha ilan ederek, Ocak 2017 sonunda “Heyet Tahrir el-Şam” adını aldı. (ŞFC’nin yanısıra önemli unsurları, Ensar el-Din Cephesi, Ceyş el-Sünnet, Liva el-Hak ve Nureddin Zengi Hareketi’ydi.) Aynı sırada karşı safta gücü ŞFC’ye yetmeyecek ufak örgütler de Ahrar çatısı altına giriyorlar, böylece korunmayı umuyorlardı. İdlib cihatçı âleminde iki büyük kamp oluşuyordu.

HTŞ, sadece o ana kadar kendini cihatçı kimliği ve Selefî vurgusuyla tanımlamayan NZH’yi değil, Ahrar’ın “Suriye devrimi” ile sınırlı çizgisini yetersiz bulan, daha radikal, El-Kaide yaklaşımına daha yakın bazı öndegelen din adamlarını da kapmayı başarmıştı. İttifakın başına da zaten, 2014 Eylül’ünden itibaren bir yıl boyunca Ahrar’ın liderliğini yürüten Haşim el-Şeyh (Ebu Cabbar) geçirilmişti. Askerî komutanlık başından beri El-Nusra’yı yöneten Ebu Muhammed el-Colani’de (Ahmed el-Şara) kalmak kaydıyla.

HTŞ’nin kuruluşu, özellikle Nusra’nın bildik eski simâlarınca El-Kaide’den kopuş yolundaki kesin adım olarak nitelense de, kimileri burada Irak El-Kaide’si’nin (IEK) macerasıyla büyük benzerlik buluyordu. IEK de önce etrafına başka örgütler toplamış, Mücahitler Şura Konseyi’ni oluşturmuş, önemli yönetici konumları müttefik örgütlere dağıtmış, bu yapıyı, daha başka örgütleri katarak ve bazı aşiretlerin desteğini alarak, önce Irak İslâm Devleti’ne, sonra Irak ve Şam İslâm Devleti’ne (IŞİD) dönüştürmüş, nihayet buradan “İslâm Devleti”, yani halifelik çıkmıştı. Şu andaki HTŞ yapısına bakınca birçok insanın aklına bu sürecin gelmesi akla yakın. Unutmamak gereken bir olgu da, Suriye’nin en radikal muhalif bölgesi İdlib’te halkın HTŞ’den her yerde hâlâ “Nusra” diye sözettiği.

NZH, katılmasının üzerinden altı ay geçmeden, 2017 Temmuz’unda HTŞ’den ayrıldı. Lider Tevfik Şahabeddin, HTŞ’nin “Şeriat yasalarını yeterince uygulamamasını” ayrılığa gerekçe gösteriyordu. Kastı, HTŞ önderliğinin, koalisyonu oluşturan örgütlerle doğru dürüst istişare yapmadan kararlar alması, tavırlar ilan etmesiydi. Tevfik Şahabeddin, “Allah’ın yasasını uygulamak amacıyla Suriye’nin Sünnilerini biraraya getirmeyi” umarak bu birliğe katıldıklarını, ancak şimdi “pusulanın şaştığını” bildiriyordu. 

Şam’ın Fethi Cephesi ile ittifak, NZH’ye pahalıya mal oldu. Halep vilayeti kuzeyinin kırsal bölgelerinde etkin olan Zengi’nin oralardaki birlikleri, bu adım üzerine NZH’yi terk edip Ceyş el-Şimal’i (Kuzey Ordusu) oluşturdular.

Zengi, Türkiye ve HTŞ

 NZH’nin başından beri Türkiye ile bir şekilde ilişkisi var. MOM (Suriye’deki işleri Türkiye’den yürüten Müşterek Operasyon Merkezi), hareketi bir süre desteklemiş, ama kendisine danışmadan Halep’te başka örgütlerle işbirliği yaptı diye ona mesafe koymuştu, söylendiğine göre.

NZH, büyük ölçüde Türkiye denetimindeki ÖSO’ya mensup gruplarla biraraya gelmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Ancak başarısız kalan bu girişimlerinden vazgeçti, Ahrar el-Şam’la güçbirliği yaptı. Hattâ Ahrar’a katılmak istedi, ancak Ahrar’cılar, “biz kapsamlı bir projenin peşindeyiz”gerekçesiyle reddettiler. Bu ilginç, çünkü Ahrar’ın gözüne NZH, hedefini doğru dürüst tarif etmiş, ideolojisinin hatları ve esasları belli, sistematik siyaseti olan bir örgütten çok, pragmatik tavırlı bir silahlı güç gibi görünüyor olmalı. Nitekim NZH, Ceyş el-Mücahidin, Şam Lejyonu ve İslâm Ordusu gibi örgütlerle de birleşmeye çalıştı. Ancak bu girişimler de başarılı olmadı. Suriye’deki örgütlerin yapısını bilenler, eğer başka türlü destek ve ittifak imkânları olsaydı, NZH gibi örgütlerin cihatçı silahlı gruplarla biraraya gelmeyebileceğini ileri sürüyorlar.

Nureddin Zengi Hareketi’ni Ankara açısından cazip kılan, muhtemelen tam da bu pragmatik, yoğurulabilir yapısı. Hüsam el-Atraş, geçen yılın Haziran ayında, hareketinin HTŞ’yi terk edeceği günlerde birilerine rüya gibi görünecek bir öneriyle ortaya çıkmıştı. El-Atraş, İdlib’te rejimle yeniden cephe savaşına girişilirse bundan hayır çıkmayacağına, gidişata bakılırsa rejime karşı yeni mevzilerin kazanılmasının güç olduğuna işaret etmiş, “İdlib’i Geçici Hükümet yönetsin, biz, bütün silahlı örgütler, yapımızı dağıtıp bu hükümetin Savunma Bakanlığı’nın emrine girelim,” demişti. İdlib’teki bütün silahlı grupların, muhtemelen Batı hükümetlerince de tanınacak tek otorite tarafından yönetildiği bir durum, ezcümle rejim karşıtı cephe için muhteşem olurdu.

Ancak halen İdlib’te böyle bir kurumsal yapının oluşturulması çok zor. Üstelik oluşturulabilirse bu ancak Rusya’nın da kabulüyle mümkün ki, böyle bir mecburiyet bu tür önerilerin cihatçılar için cazibesini baştan yok ediyor.

Üstelik halen İdlib’te HTŞ’nin hakimiyeti devam ediyor. Ahrar-Nureddin Zengi ittifakıyla kurulan “Kurtuluş Cephesi”nin başka ne kadar örgütü ve savaşçıyı cezbedebileceği, HTŞ’den ne büyüklükte parçalar koparabileceği, biraraya gelen örgütlerin birarada kalmayı becerip beceremeyecekleri elbette belirsiz. Tıpkı yalnız HTŞ değil Ahrar’ın da “harcında” bulunan El-Kaide bağlantısının günün birinde birtakım sürprizlerle karşımıza çıkıp çıkmayacağı gibi.

Ankara’nın yakın gelecekte Suriye El-Kaide’si ile çatışır duruma gelmesi muhtemel. Bu “savaş”ın yalnız Suriye topraklarında cereyan etmeyeceğini düşünmek için özel uzmanlığa gerek yok. Fakat bugün Ankara’nın İdlib’te görece kalıcı bir denetim gücüne sahip olması, kaçınılmaz olarak, HTŞ ile işbirliğine bağlı. Bu işbirliği şimdilik, göründüğü kadarıyla, sorunsuz yürüyor. Ancak 2014 Nisan’ında İstanbul’da kurulmuş olan, 128 üyeli Suriye İslâmî Konseyi’nin ŞFC hakkında “Haricî’dir”, yani “kendisine karşı savaşılmalıdır” fetvası vermiş olduğunu  unutmayalım. Daha önemlisi, HTŞ ortaya çıktığında Ankara’nın, Ahrar başta olmak üzere söz geçirebildiği örgütlere, çekirdeğinde El-Kaide’nin bulunduğu bu yapıya katılırlarsa onlara desteği keseceğini bildirmiş olduğunu, HTŞ’cilerin, şimdi Ankara ile nasıl işbirliği yaparlarsa yapsınlar, bu hatırayı zihinlerinin bir -muhtemelen baş- köşesinde saklamayı sürdüreceklerini…

HTŞ’den beklenen kopmaların son siyasî adımla, “Kurtuluş Cephesi” ilanıyla, hızlanıp yaygınlaşması ve HTŞ’nin zaman içinde, Suriye ve Türkiye topraklarında tekil şiddet eylemleri yapan bir yeraltı örgütüne dönüşmesi elbette ihtimal dışı değil.

Yani bu “iyi ihtimal” oluyor.
 
MARUZAT:

Değerli okurlar, bu defaki P24 yazımı biraz geciktirdim. Bunun için hem sizden hem P24 mutfağındaki meslektaşlarımdan özür dilerim. Sebepleri, içimizdeki kötülüğün bir defa daha ortaya döküldüğü ve kötülüğün asla muktedirlere özgü olmadığını gösteren yeni bir karakter katliamına şahit olurken sakin kalamayışım; ardından, örgütlenmiş kötülüğün, herhangi bir suçu kanıtlanmamış gazetecilere ağırlaştırılmış müebbet hapis şekli verilerek kafamıza indirilmesi. Korkunç şeyler yaşanırken insanlara olgu-veri aktarmak bazen zor, ağır, hattâ anlamsız görünebiliyor. Hepimizi ve daha önemlisi, gelecek kuşakların hayatını mahveden bu nefret ve şiddet dönemi elbette geçecek. Ama ben, bugünkü iktidarın baskısı kalksa bile, sahip olduğumuz kötülük potansiyeliyle ne halt edebileceğimizden şüpheliyim. Neyse ki kötülüğe direnmek beklenti işi değil haysiyet işi.

______________________________________________________________

Bu yazı P24'ten alınmıştır