Söyleşi

'Ulusalcılık ve Kemalizmden kopuk, bütün dinlerle barışık bir partiyiz'

Türkiye’nin en genç parti başkanlarından Sevil Turan ve avukat Arif Ali Cangı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi'ni anlatıyor

21 Aralık 2012 02:37

 

Hazal Özvarış

[email protected]

 

Geçen ay, Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi kendilerini feshederek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) çatısı altında birleşti. 

YSGP, programında ilklere imza atarak 1915’i Ermeni Soykırımı olarak tanımlarken, kadınlar için yüzde 50, LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, trans) bireyler için yüzde 5 kota ile yola çıkıyor. Bir taraftan eşcinsel evliliğin yanı sıra anadilde eğitim, kamuda çalışanlar için din ve vicdan özgürlüğünü savunurken, diğer taraftan milliyetçi ve muhafazakâr olmayan bir siyasetle AKP seçmenini de hedefliyorlar.    

Bunun nasıl mümkün olacağını sormak için Türkiye’nin en genç parti başkanları arasına giren sivil toplum aktivisti Sevil Turan (28) ve avukat Arif Ali Cangı (48) ile buluştuk.

Önceliklerinin sandık değil, algılardaki dönüşüm olduğunu vurgulayan başkanlar “Ulusalcı ve Kemalist olmadıklarının” altını çiziyor ve “Özgürlükçü sol ve ekolojist bir partiyiz” diyorlar.    

“İslam dâhil bütün dinlerle barışık bir parti” olduklarını söyleyen eş başkanlar, merkezde başörtülü üyelerinin olmaması hakkında da düştükleri “Olmalarını çok önemsiyoruz” notu ardından şu sözleri ekliyorlar:

“Mütedeyyin kesimden de üyelerimiz, destekçilerimiz olmazsa çıkışımız anlamsızlaşacak.”   

Kendi serüvenlerini de sorduğumuz Sevil Turan ve Arif Ali Cangı’nın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar için buyrun.

- Yüzde 50 kadın kotası uygulayan bir partinin eş başkanları olduğunuz için soralım; CHP'li Aylin Nazlıaka'nın kürtaj tartışmalarında sarf ettiği "Başbakan, vajina bekçiliğini bıraksın" sözleri için Başbakan Bülent Arınç, "Bir bayan vekil nasıl kendi organından bu kadar açıkça söz edebilir, yüzüm kızardı" dedi. Sizce, bir kadının vajina kelimesini kullanması Arınç'ı neden utandırdı?

Turan: Bu, erkek egemenliğinin Meclis'teki küçük bir yansıması. Vajinanın bir kadın tarafından bahsedildiği halde "ayıp" ve "yüz kızartıcı” bir tepkiyle karşılanması bir taraftan erkek hegemonyasını gösterirken, diğer taraftan kadın bedeni üzerinden siyaset yapmanın bir örneği daha oluyor. Acaba Arınç, Türkiye siyaseti en can alıcı zamanlarını yaşarken kürtaj tartışmasının tekrar gündeme gelmesinden, kadın bedeni hakkında kadınlara danışılmadan devletin erki üzerinden politika geliştirmekten utanmadı mı, merak ediyorum. Ama Arınç'ın dediklerini yadırgamadım; KESK'li kadınların davasında, 8 Mart eylemine katılan kadınlara yönelik uygulamalarda bunların başka örneklerini zaten görüyoruz.

Cangı: Bu söylemler, kadın bedenin kontrol edilmesi, kadının bağımlılığının sürekli hale getirilmesi çabasının sonucudur. Kadına yönelik erkek şiddetinin gerekçesi çoğu zaman namustur. Namus kavramı da kadının kendi bedenine sahip olamaması, kadın bedeninin araçsallaşması, erkeğin malı olarak görülmesidir. Kürtaj tartışmasında olduğu gibi kadın bedenini politikalarınız için kullanıyorsunuz. Bununla da yetinmeyip yanınızdaki parlamenterin sizinle eşit görmüyor, onun doğallığını ayıplamaya kalkışıyorsunuz. Asıl ayıplanması gereken bu söylem.

- Radikal’den İsmail Saymaz’a, erkek egemen olmakla eleştirdiğiniz “AKP’nin yüzde 50 civarındaki seçmenini de hedef aldığınızı ve onları es geçerek politika yapmayacağınızı” söylediniz. Programınızda ise muhafazakâr ve milliyetçi bir siyaset yürütmeyeceğini belirtiyorsunuz. AKP seçmenini tam olarak nasıl etkileyeceksiniz?

Cangı: Biz halkın tüm kesimleriyle ilişki kurarak politika yapmayı hedefliyoruz. Ancak yanlış olanları da onaylayan popülist bir yaklaşım içinde olmayacağız.

 

‘İlk seçimlerde oy almazsak moralimiz bozulmayacak’ 

 

- Türkiye'de popülist olmadan kitlesel bir hareket yaratılabileceğine inanıyor musunuz?

Cangı: Bir çözüm yolu bulmamız gerekiyor. Bunun bugünden yarına değişmeyeceğinin farkındayız. O yüzden de kendi ilkelerimizi yaşama geçirmek için sağlam adımlarla yola devam edeceğiz. İlk seçimlerde oy alamadık diye moral bozukluğu yaşamayacağız. Bugün oluşturduğumuz siyasetle geleceğin siyasetini de oluşturmaya çalışacağız. Önemli olan dönüşümü nasıl sağlayacağınız. Biz başarıyı, sadece iktidar olmak olarak görmüyoruz. Türkiye'nin bugün en büyük ihtiyacı bir muhalefet odağının olmamasıdır. Bu muhalefetin örgütlenmesiyle dönüşüm sağlanabilir.

- Sandıkta başarı yakalamadığınız sürece Türkiye’de dönüşümü sağlamanız ne kadar gerçekçi?

Turan: Aslında gerçekçi. Benim açımdan şu anda AKP'ye gerçekten muhalefet edenler siyasi partiler değil, LGBT ve kadın örgütleri gibi toplumsal hareketler. Ancak bu hareketler, siyasi zeminden uzak tutuluyor. Bu kendi tercihleri de olabiliyor çünkü kendilerini siyaset üstü olarak nitelendiriyorlar. Bu toplumsal hareketlerin siyasi ayağını oluşturabilmeyi amaçlıyoruz. Toplumun gerçek muhalif yanının siyaset zemininde tartışılmasıyla güçlü bir muhalefetin sağlanabileceğini düşünüyoruz. Hedefimiz bu hareketlerin seslerini siyasi zeminde duyurabilmek.

Cangı: Bu dönüşüm önce kendimizden başlıyor. Sonuçta biz de bu toplumda yetişmiş insanlarız. Ben bu toplumdaki gelenek, görenek ve söylemlerle yetişmiş bir erkeğim. Dolayısıyla önce kendimi değiştirmem gerekiyor. Dolayısıyla bu siyaset, kendimizi de dönüştürme çabası. Bu partinin kurulması da bu dönüşümün başladığının, 650 kurucusunun kendilerini geliştirdikleri ve dönüştürdüklerinin göstergesidir. 650 kurucunun değişimi çevrelerine yayılacaktır.

 

‘LGBT kotası gizli tutulsun, tartışmaları oldu’

 

- Eşcinsellik, Türkiye'deki her kesimin ortak tabusu ve solcular da bundan muaf değil; siz ise Türkiye’de bir ilke imza atarak partinizde LGBT üyelere yüzde 5'lik kota uygulaması başlattınız. Parti kurucularının dönüşümünde eşcinselliğe bakış da örnek teşkil ediyor mu? Homofobiyle karşı karşıya kalıyor musunuz?

Cangı: Uzun yıllardan bugüne bunu aşarak geldik. Bu yıllarda önce bıyık altı gülmeler oldu, LGBT konusunda müstehzi tavırları sol siyasetin kimi kesimlerinde görüyoruz. Ama Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) sol gelenekten gelen sosyalistlerin bunu aştığı bir yer. Bu da çok değerlidir ve toplumsal dönüşüm  potansiyelini gösteriyor.

Turan: Bu kotalar tüzükte oluşturulurken LGBT kotasını gizli kota olarak tutulması tartışmaları olmuştu. Ama kotanın açık olmasına karar verildi. Bu parti içindeki LGBT bireylerin, kendilerini ifade etmekten çekinmedikleri anlamına geliyor. Bu da dönüşümün çoktan başladığının bir göstergesi.

- “Dönüşüm” ifadenizden de homofobiyi tamamen aşmadığınız sonucunu çıkarmak yanlış olmayacak, doğru mu?

Turan: Bu çok uzun bir süreç, evet ama iki tane trans arkadaşımız Parti Meclisi’nde görev aldı.

- Kamuoyu araştırmalarında toplumun en değişmeyen niteliklerinden biri homofobi olarak çıkarken, sizin programınızda eşcinsel evliliği savunmanızın AKP seçmenine ulaşmanızı engelleyeceğini düşünmüyor musunuz?

Cangı: Bunu partinin çoğulcu yapısıyla aşacağımızı sanıyorum. Bizim dört tane adalet anlayışımız var, birincisi iktisadi adalet. Bugün AKP seçmeninin çok büyük bir bölümü ekonomik eşitsizliklerden nasibini alan bir kesim. O kesim, AKP’ye değişimi, dönüşümü vaat ettiği için oy veriyor.

 

‘Katkımız korku siyaseti algısını değiştirmek olacak’

 

- AKP seçmeninin muhafazakarlık veya milliyetçiliğe değil, dönüşüme oy verdiğini mi söylüyorsunuz? 

Cangı: Benim kişisel düşüncem, bu yüzde 52'nin çoğunluğunun değişim ve dönüşümden yana olduğu. Halkın bir kısmı, Tayyip Erdoğan'ın "Değiştireceğim" sözüne oy veriyor. Ancak AKP'de bu dönüşümü gerçek kılacak bir siyaset yok. Biz bu dönüşümü gerçekleştirebiliriz. Evet, sözlerimizin pek çoğu yadırganacaktır, bu normal, ama bu yadırgama zamanla aşılacak. Bizim de işlevimiz bu sürecin hızlandırılmasıdır.

Turan: Yeni siyaset derken kastımız bu dönüşümün ta kendisi. AKP'nin ürettiği politikalarda ve seçmen kitlesinin arka planında korku var. Yapılan düşman tanımına göre düşman hem içeride, hem dışarıda. Bu algı, seçmene de yansıyor. Bizim bu süreçte yapabileceğimiz en büyük katkı korku üzerinden siyaset yapma algısının değişmesi olacak. Muhtaçlık değil, hak üzerinden bir siyaset anlayışı yarattığımız zaman insanların beklentileri de değişir. İnsanların güvende olduklarını hissettirebilirsek, haklarının eşit kullanımlarını talep ederler ve bu da dönüşüm için en büyük adım olur. 

 

‘İslam dâhil bütün dinlerle barışık bir partiyiz’

 

- Solun dönüşümüne dair bir soru; Birikim dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, T24’e verdiği söyleşide "Sol, hiçbir zaman dini öğrenme zahmetine girmedi" dedi. Sizler, bugün dini önemsiyor musunuz?

Turan: Tabii ki. Biraz önce bahsettiğimiz eşit vatandaş olmaktan yola çıkarak din ve vicdan özgürlüğünü savunuyoruz.

- İslam'la barışık bir parti misiniz?

Cangı: Evet, İslam dâhil bütün dinlerle barışık bir partiyiz.

- Başörtülü üyeleriniz var mı?

Turan: Bildiğim kadarıyla maalesef yok.

Cangı: Yerel örgütlerde kısmen var, ama merkezi olarak yok. Ama olmasını çok önemsiyoruz.

 

‘Mütedeyyin üyelerimiz olmazsa çıkışımız anlamsızlaşacak’

 

Turan: Birleşme sürecinde, parti politikalarını oluşturma çerçevesinde mütedeyyinlerle de toplantılar yapıldı. Çünkü mütedeyyin kesimden de üyelerimiz, destekçilerimiz olmazsa çıkışımız anlamsızlaşacak. Söylemimiz politik birliktelik üzerinden kuruluyor. Ötekileştirilen bir kesim varsa, onlar da kendilerini ifade edebilmeli ve bizim söylemlerimizde kendilerine dair bir şeyler bulabilmeliler.

- Şimdiye kadar sizce, neden dindar kesimin kulağına su kaçıramadınız?

Turan: Partinin adının içinde sol geçmesi bir neden olabilir. Çünkü sol farklı algılanabiliyor.

- Sizce mütedeyyinler solu nasıl algılıyor?

Turan: Direk mütedeyyinler değil de, muhafazakâr kesim için konuşmak daha doğru olacak. Eski gelenekten gelen, sola dair bir önyargı var; halktan uzak, halkın sorunlarını anlamayan, entelektüel bir kesimin bir arada bulunduğu... Bizim parti ismine “sol” kelimesini koymamızın amacı da sola tekrardan sahip çıkmak, halkın partisini oluşturabilmek.

 

‘CHP, halkın değil, devletin partisi işlevini görüyor’

 

- CHP, sizce "halkın partisi" değil mi?

Turan: Halkın partisi olduğunu düşünmüyorum.

Cangı: Değil. CHP hep halkın değil, devletin partisi işlevini görüyor, eşitlikler ve özgürlükler konusunda rejimin tüm olumsuzluklarını barındıran bir partinin halkın partisi olma şansı yoktur. Din ve inanç özgürlüğü bakımından, eşitlik çerçevemize göre, kimsenin kendi yaşam tercihlerine ve tarzlarına müdahale edilmemesi gerekiyor. Amacımız, herkesin farklı ve eşit olduğu bir politika.

 

‘Kamu hizmeti sunanlar inançlarını gizlemek zorunda olmamalı’

 

- Bazı akıllara şu nokta takılacaktır; CHP programında da “İnanç ve vicdan özgürlüğünün omurgası, toplumdaki farklı inançların barış içinde birlikte yaşamalarının ön koşulu ve güvencesidir” ifadesi yer alıyor ve “Devlet din ve inançlara eşit mesafededir. Devletin dini olmaz” deniliyor. YSGP’nin programında da laiklik çerçevesi benzer bir şekilde “devletin dinlere eşit uzaklıkta olması” ile çiziliyor. “Halkın partisi olmadığını” söylediğiniz CHP ile din konusunda tam olarak hangi noktada ayrışıyorsunuz?   

Turan: CHP’nin geleneksel yapısından kaynaklı olan dine olan muhafazakâr bakış en büyük ayrımı oluşturuyor. Yıllarca bu bakış etrafında oluşan siyasi çerçeve halktan uzak, halkın taleplerini anlamayan bir CHP’yi meydana getirdi. Din ve vicdan özgürlüğü ve laiklik ilkesi, eşit yurttaşlığı sağladığı zaman anlamlı olacaktır. Ama ne yazık ki CHP anlayışında laiklik, sadece toplumda eşitsizlik yarattı. Başörtüsü tartışmaları toplumu ayrıştırdı. AKP’nin şu anda izlediği korku siyaseti, CHP tarafında da yürütülen muhalefet anlayışının en büyük temeli oldu. Sonuç ortada. İnsanlar başörtülüleri ile eğitim haklarından yararlandığı zaman laiklik gitmiyormuş. Bu anlamda Yeşiller ve Sol olarak dini de özgürlük ve eşitlik zemininde değerlendiriyoruz. 

Cangı: Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi'nin inanç ve vicdan özgürlüğü politikası da çok nettir. Türkiye farklı inançların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Biz, tüm dinî kimlik sorunlarının barış içinde kalıcı çözümünün eşit yurttaş olma ilkesini merkeze koyarak özgürlükçü bir laiklik anlayışıyla mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Bu anlayışın gereği olarak kamu hizmeti sunanlar, inanç ve kültürel kimliklerini gizlemek zorunda olmamalı; ancak bu kimliklerini kamu hizmeti alanlar karşısında bir baskı aracı olarak kullanmalarına da izin verilmemelidir. Kamusal alanda hizmet alan yurttaşlar da kılık kıyafetlerinden ötürü ayrımcılığa uğramamalıdır, örneğin yüksek öğretim kurumlarında öğrencilere, başörtüsü dâhil herhangi bir yasak uygulanmamalıdır. CHP, bu konularda hep var olan yasakçı zihniyetin savunucu olmuştur.

 

‘Partide başörtülü kadınlar için kota uygulamayız çünkü…’

 

.- “Azınlık olan bir çoğunluk” diye de nitelendirilen başörtülü kadınlar için de kota uygulamayı düşündünüz mü?

Turan: Başörtüsü üzerinden kota uygulamak, başka türlü ayrımcılıklara ve eşitsizliklere neden olur.

- Pozitif ayrımcılık olarak yorumlamak sizin için mümkün değil mi?

Turan: Bizim bakış açımız din ve vicdan özgürlüğünden besleniyor, eğer bunu uygulayacaksak kotalar değil, politikalar üzerinden sağlamak gerekiyor. Öbür türlü sadece göstermelik bir yaklaşım olur. LGBT bireylere kota uygulanmasının nedeni onların siyasetten uzak tutulması, ötelenmesi; benzer tavırlara toplum içinde de maruz kalması.

- Sizce, başörtülü kadınların Meclis'e giremiyor olması ayrımcılık değil mi?

Turan: Evet. Ama bu ayrımcılığı engellemek için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kotanın mantığı toplumda kimlik üzerinden yaşanan eşitsizlikleri temsil yolu ile gidermektir. Başörtülü kadınların Meclis’te bulunma hakkı dini kimlikleri üzerinden engellenmiyor. Bunun çözümü de siyasi parti içinde uygulanacak kota değil,  yasal düzenleme için politika yapmaktır.

Cangı: Başörtülerinin mağduriyetleri iki alanda ortaya çıkıyor. 1- Eğitim, öğrenim hakkı, 2- Çalışma hakkı. Bugünkü siyasi iktidar başörtülüler üzerinden siyaset yaparken halen başörtülü kadınların öğrenim hakkını güvence altına alan yasa düzenlemesini yapmadı. Biz bunun da savunucusuyuz. Biz kimsenin eğitim hakkını ve çalışma hakkının engellenmemesinden yanayız. Bizim özgürlük anlayışımız bu.

 

‘Ulusalcılık ve Kemalizmden kopuğuz’

 

- Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye'yi yakından tanıyan üyesi Helene Flature, YSGP kuruluşu için "Sonunda Türkiye'de ulusalcılığı içinde barındırmayan bir sol parti kurulmuş olacak" dedi. Ulusalcılıktan kopuk musunuz?

Cangı: Evet.

- Kemalizmden de kopuk musunuz?

Turan: Evet.

- Oral Çalışlar, solun geçmişine yönelik "Sosyalist hareketin önemli bir ağırlığının Kemalizm'i kardeş ideoloji olarak tanıdığı” eleştirisi getirirken, birçok isim Abdullah Öcalan dâhil Türkiye’de kimsenin Kemalizmden muaf olmadığını dillendiriyor. Sizin...

Cangı: Doğru. Aslında hiçbir şeyimiz olmasa bile bir komşuluğumuz var. Her şeyden önce, Kemalizmin kendi içeriğinden çok, tabu niteliğinin yıkılması gerekiyor. Biz o tabuyu yıkalı çok oldu.

- Parti tam olarak ne zaman kuruldu?

Cangı:  Özgürlükçü sol anlayışın netleşmesi ve örgütlenmesiyle bu netleşme yaşandı. Yeni parti için kendisini fesheden Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), ulusalcı soldan kopuşun simgesi oldu. Bu anlamda biz çok netiz, Kemalist değiliz, ulusalcı değiliz. Özgürlükçü sol ve ekolojist bir partiyiz.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu devrim mi, değil mi?

 

- Okuyucular için not edelim; programınızda 1915'i Ermeni Soykırım’ı olarak niteleyen de ilk parti oldunuz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu devrim olarak niteliyor musunuz?  

Cangı: Kavramlar içine sıkışmak çok doğru değil.

- Viraja girmiş olabilir misiniz?

Cangı: Hayır. Ben devrim diye ifade edersem, herkes buna farklı farklı anlamlar yükler. Evet, cumhuriyet bir değişimdi, reformdu; kimileri için de devrimdi. Burada daha iyi bir düzenin kurulması için potansiyel de vardı, ama sağlanamadı.

- Bir ulusun kuruluşunu değişim veya reform olarak nitelemek hafifleştirici değil mi?

Cangı: Devrim olarak nitelendirebilirsiniz. Ama devrim kavramının altı herkes tarafından farklı doldurulduğundan yanlış anlaşılmak kaçınılmaz olur. Dolayısıyla, dediğiniz gibi yan çizmiyorum, bilinçli bir şekilde “değişim” diyorum. Bu cumhuriyetin, kendinden öncekileri sürdürmesi hatası olduğu gibi kendisinin yaptığı çok büyük hataları da var. Osmanlı'nın son döneminde 1915'de yaptıklarıyla bir türlü yüzleşemedi, Kürt meselesi, Dersim meselesi, Kıbrıs meselesi cumhuriyet döneminin yarattığı sorunlar. Bunlarla yüzleşemediğimiz sürece gelecek için yeni bir perspektif çizebilmemiz mümkün değil. Bizim önce, bu geçmişle cesaretle yüzleşebilmemiz gerekiyor. Bunu söylemenin bile yadırganacağının farkındayız, ama bunun bir şekilde başlaması gerekiyor. Biz de bunu başlatmaya talibiz.

Turan: Eğer, Anadolu'nun bütün halkları buna devrim diyorsa, ben de devrim diyebilirim. Ama demiyorsa, bunun tekrar sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sadece Türk milliyetçiliği üzerinden bir devrim tanımlaması yapmayı doğru bulmuyorum.

 

Öcalan'ın Meclis'e girmesi afakî bir yaklaşım’

 

- Tabulara dokunmaktan kaçınmıyorsanız, Mehmet Ali Birand'ın dile getirdiği "Öcalan'ın parti başkanı olarak Meclis'e girmesi"  katılacağınız bir görüş olur mu?

Turan: Bu, şu andaki gerçeklik üzerinden hareket ettiğinizde afakî kalan bir yaklaşım. Sorun zaten Kürt halkının siyaset yapmasının önüne sürekli engeller konulması ve iradesinin yol sayılmasıdır. İlk önce BDP'li vekillerin Meclis'te siyaset yapmalarına imkân verilmeli. Bu sorunun çözümü barışçıl bir siyasetle, diyalog ile olacak. Zaten bunun önü açılıp, önü fezleke gibi küçük darbelerle kesilmediği zaman barış ortamı yaratılacaktır. Bunun ardından Kürt halkının iradesi doğrultusunda Öcalan meselesi konuşulabilir.

- "Siz de Öcalan'ın özgürlüğünü talep eden Kürt halkından uzaklaşıyorsunuz" diyenlere ne dersiniz?

Cangı: Bu, Kürtlerin karar vereceği bir mesele. Biz şiddet karşıtıyız ve bu meselenin demokratik bir süreçle çözülmesi taraftayız. Diyalog için de muhatap gerekiyor, bu muhatap da Kürtlerdir. Kürtler, müzakereler için kimi gösteriyorsa onu kabul etmek zorundasınız. Bu gerçekliğin dayatması neticesinde devlet de Öcalan ile görüşüyor. AKP hükümeti kamudan gizleyerek Öcalan'la görüşmeyi sağlarken, diğer tarafta BDP'li vekillerin fezlekelerini gündeme getiriyor.

Turan: Dokunulmazlıkların sürekli gündeme gelmesini insanların duygularıyla oynamak olarak görüyorum. AKP'nin özellikle son dönemde barıştan uzaklaşıp böyle çözümlere başvurmasını psikolojik olarak yıkıma neden oluyor, özellikle açlık grevi süresince yaptıklarını duygusal şiddet olarak nitelendiriyorum.

- Yerel seçimlerde BDP ile birlikte mi aday göstereceksiniz?

Turan: Birleşmeden önce her iki parti de HDK'nın bileşenleriydi. Bu süreçte yeniden değerlendirileceğini düşünüyorum. Benim açımdan önemli olan bir arada durarak güçlü bir muhalefet yaratmak.

Cangı : Biz, Kürt Meselesinin çözümü konusunda, bütün muhalif kesimlerle birlikte eşit yurttaşlık esasını esas alan çalışmaların içinde yer alacağız. Anadilde eğitimi, anadilinde savunma hakkını, çok dilli ve çok kültürlü bir toplumsal düzenin kurulması mücadelesinin ortağı olacağız. Yerel seçimlere katılma sürecimizi belirlerken de bu yaklaşımımız belirleyici olacaktır.

 

Sevil Turan ve Arif Ali Cangı kimdir?

 

Turan anlatıyor:

“Uluslararası ilişkiler mezunuyum, 2007 yılında Yeşiller Partisi’ne üye oldum. Kısa bir dönem eş sözcülük görevi yürüttüm. Yeşiller öncesinde de siyasi girişimlerde yer alıyordum. Aktivist olarak Bursa’da Küresel Eylem Grubu ve Küresel Bak içinde bulundum. Bursa'da yaşarken kadın örgütleri ve sivil toplum örgütlerinde (STK) faaliyetlerde bulundum. Çalışmalarım genelde genç ve kadınların karar alma mekanizmalarına katılımı üzerine oldu. Bir dönem Avusturya'da göçmen kadınların problemleri üzerinde çalışan bir STK'da gönüllü olarak çalıştım. Yeşiller'e girmeden önce aktivizmin gerçek siyaset olduğunu, siyasi partilerin aktivizm ruhunu öldürdüğünü düşünüyordum, örgütlenmedeki hiyerarşi nedeniyle. Ancak Yeşiller’in siyaset yapış tarzı ve örgütlenme kültürü fikrimi değiştirdi.  Birey olarak farklı düşüncelerini rahatça ifade edebilmek ve hiyerarşiden etkilenmeden söz hakkının olması önemliydi. Birleşme sürecinde de bu geleneklerin hepsinin yeni partiye aktarıldığını görmek benim için önemli bir gösterge ve ümit oldu.”  

Cangı anlatıyor:

“Siyasi hayatım ÖDP, EDP ve yeni partiden oluşuyor. Avukatım ve İzmir'de yaşıyorum. Avukatlığa başladığım yaklaşık 20 yıldan beri ekoloji hareketlerinin içindeyim. Özellikle Ege bölgesindeki ekoloji mücadeleleri içinde gerek aktivist, gerek mesleğimle yani hareketlerin avukatı olarak bulunuyorum. EGEÇEP (Ege Kültür ve Çevre Platformu), Allianoi Girişimi’nin yanı sıra altın madenciliğine karşı faaliyet yürüten İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havbran/Küçükdere ELELE Hareketi’nin dönem sözcülüğü görevini üstlendim. Diğer yandan iki dönem görev aldığım İzmir Barosu Yönetim Kurulu'nda da kent ve çevre, insan hakları çalışmalarının koordinasyonunu yürüttüm. Küresel Barış ve Adalet Koordinasyonu'nun İzmir'deki çalışmalarına katıldım. Çevre davalarının yanı sıra insan hakları ve barış konulu toplumsal davalarda mesleğimle görev alıyorum. Bunlara örnek olarak İncirlik Üssü'nün Bakanlar Kurulu kararı ile yabancı silahlı güçlere kullandırılmasının iptali davasını, 12 Eylül darbecilerinin yargılandığı davayı, Muğla'da polis tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Şerzan Kurt'un davasını örnek gösterebilirim. Yeni partide de, emeğin siyaseti, kimlikler üzerinden eşitsizlikleri ortadan kaldırması, katılım ve tanınma adaletini sağlama çabası ile ekoloji siyasetinin bulaşması benim için çok heyecan verici. Şimdi, politik olarak en çok keyif alacağım bir süreci yaşıyorum. Adıyla sanıyla sol ve ekolojist bir parti olması başlı başına heyecan verici bir şey.”