Gündem

"Türkiye’nin ilerici güçleri, AKP ile hesaplaşmayı ABD'nin inisiyatifine bırakamaz, halk öfkeli"

"Çağlayan’ı, Bağış’ı, Güler’i Yüce Divana sevk etmemek için birbiriyle yarışan AKP’li vekiller suçun ortağıdır"

04 Aralık 2017 13:28

Birgün yazarı Güven Gürkan Öztan, "ABD, Hakan Atilla'ya karşı" davasında tanıklık yaparak itirafçı olan Türk-İran iş adamı Reza Zarrab'ın söylediklerinin iktidarın alt-emperyalist aktör olma hevesiyle kapitalizmin en kirli yanının kesişmesi olduğunu söyledi. "Türkiye’nin ilerici güçleri, AKP ile hesaplaşmayı ABD ya da bir başka emperyalist odağın inisiyatifine bırakamaz" diyen Öztan, "Vergi cennetlerinde servetler birikirken, yandaş sermayenin vergi borcu sıfırlanırken; kıdem tazminatına göz dikilen, taşeronlaştırılan, güvencesizleştirilen, çocuğuna aldığı limonatadan ötv kesilen halk hesabı bizzat soracak" diyerek halkın "öfkeli bir o kadar da sabırsız" olduğunu ifade etti.

Güven Gürkan Öztan'ın "Hesaplaşmayı başkasına bırakacak değiliz" başlığıyla (4 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Her fırsatta “halkın hizmetkârı” olduklarını ilan edip “kefenimizi giyerek yola çıktık” diyenlerin, kefenin cebi olmadığını unutmalarının üzerinden epey uzun zaman geçti. Mevcut iktidar, vergi kaçakçılığından kara para aklamaya kadar tüm kirli işlerin “milli menfaat” kisvesine sokularak rutinleştiği bir sistemin karargâhı haline geldi.

Bugün tanık sandalyesine oturunca casus ilan edilen dünün “hayırsever işadamı” Zarrab’ın ifadeleri ya da Paradise Papers ve Man Adası iddiaları tekil örnekler değil, bir ‘sistemin’ çarklarından sızanlar. En küçük ihaleden en önemli yatırımlara, şirketleşen bir iktidarın toplumun tüm katmanlarını çürüttüğünü tecrübe ediyoruz.

Şimdi iktidarın propaganda makinesini kenara itip açığa çıkan somut durumu serinkanlılıkla analiz etme vakti.

Saray-AKP, Türkiye’nin uluslararası kapitalist ilişkilerin ‘yeni’ formuna göbekten bağlanmasının en önemli failidir.

Bu bağlanma biçiminin dinamikleri eşliğinde, AKP en değerli kamu kaynaklarını uluslararası sermaye odaklarının sömürüsüne açmakla kalmamış, kendine bağlı “yerli ve milli” sermayenin komisyon, rant ve rüşvet üzerinden zenginleşmesinin zeminini hazırlamıştır. İktidarın laik cumhuriyetin altını oyan uygulamaları, şirketleşen parti ve rantiyeci aktörler arasında kurulan ilişkiden güç devşirmiştir.

Benzer bir ihale- komisyon-rüşvet denklemi, uluslararası politik dengelerden iktidar blokunun lehine yararlanmak için de kurulmuştur. İran’a ambargonun delinmesi için tasarlanıp uygulananlar bunlardan yalnızca biridir.

Emperyalist aktörler arasındaki politik rekabetten kârlı çıkmak için yapılan her teşebbüs, hem “cari açığın kapatılması” söylemi gibi iktidarın “iktisadi başarı” hanesine yazılmış hem de kişisel zenginleşmenin önünü açmıştır. Ancak iktidarın kısa vadeli her kazancı, orta vadede memleketin geleceğinden çalınan itibar ve servete dönüşmüştür. Töhmet altında olan yalnızca devlet bankaları değildir, memleketin adalet başta olmak üzere tüm bürokratik mekanizmalarıdır.

Zarrab olayı, iktidarın alt-emperyalist aktör olma hevesiyle kapitalizmin en kirli yanının kesişmesidir. Siyasal İslam ise bu kesişmeyi gizlediği ölçüde işlevseldir. AKP’nin iç işleyişi hesaba katıldığında Bakanların dahil olduğu bu pis işlerin devletin en tepesinde bilinmemesi mümkün değildir. Çağlayan’ı, Bağış’ı, Güler’i Yüce Divana sevk etmemek için birbiriyle yarışan AKP’li vekiller suçun ortağıdır. Türkiye halkları, pişkin pişkin ret oyu kullananları, ayakkabı kutularındaki paraları imam hatip bağışı diye yutturmak isteyenleri unutmadı, unutmayacak.

Fethullahçı çetenin iktidar ortağını zor duruma düşürmek için faş ettiklerinin sandığa etki etmemesi iktidarı rahatlatmıştı. Ancak “dışarıda” işler farklı seyretti. İktidarın dış politikada adım adım “eksen değişikliğine” gitmesine yol açan da “milli menfaat” değil bu dinamiği görmesindendi. Belli ki ABD 2013’ten beri kendi Zarrab soruşturmasını yürütüyor ve elinde bekletiyor. ABD ile “vize krizinin” ardında da bu soruşturma var. Bugün tanık olduğumuz mahkeme süreci ABD’nin iktidara gözdağı vermek için el yükseltmesidir. Fakat bu mahkemede dile getirilen ifade ve delilleri geçersiz kılmaz. Şimdiki noktaya gelinmesinin esas nedeni AKP iktidarının “anti-emperyalistliği” değil bizzat emperyalizmle iş tutarken egemen güçlerin eline koz vermesidir. Benzer kozlar Suriye savaşı bağlamında Rusya’nın elinde de muhtemelen mevcuttur. Çıkar çatışması durumunda gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.

Seçimlere hazırlanan iktidar bloku “yerli ve milli ittifak” senaryoları üzerinde uğraşırken, YSK dönüştürülürken, torba yasalar ışık hızıyla geçerken, vergi cennetleriyle ilgili araştırma önergeleri peşi sıra reddedilirken Meclis’te yapılan muhalif taktiksel manevraların politik sınırları bellidir. Esas olan stratejiyi laik-halkçı çizgiye çekmek ve “Hayır” kampanyasında, Adalet Yürüyüşü’nde olduğu gibi muhalefeti yeniden toplumsallaştırmaktır. İktidarın sokaktaki baskısının nedeni de zaten dip akıntının yüzeye çıkmasından korkmasıdır.

İktidarın yanında hizalanıp “milli menfaati” koruyacağını düşünenler tarihi bir yanılgı içindedir. AKP iktidarının ömrünün uzaması, bağımsız bir Türkiye’yi inşa edemeyeceği gibi ülkedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal tahribatı arttıracak, emperyalizmin ekmeğine yağ sürecektir. Türkiye’nin ilerici güçleri, AKP il hesaplaşmayı ABD ya da bir başka emperyalist odağın inisiyatifine bırakamaz. Hem ABD’nin Türkiye siyasetini dizayn etmesine karşı çıkmak hem de yolsuzlukların, ihanetin, işbirlikçiliğin hesabını sormak mümkündür. Sinizme, adam sendeciğiliğe, “birbirlerini yesinler” demeye geçit vermek ise mağlubiyetin kabulüdür. Halbuki vergi cennetlerinde servetler birikirken, yandaş sermayenin vergi borcu sıfırlanırken; kıdem tazminatına göz dikilen, taşeronlaştırılan, güvencesizleştirilen, çocuğuna aldığı limonatadan ötv kesilen halk hesabı bizzat soracak kadar öfkeli ve bir o kadar sabırsızdır.